Artık adalet sisteminin güçlüleri koruduğu inancı o kadar yüksek ki, insanlar haklarında kulaktan dolma bilgi sahibi oldukları soruşturmalarla ilgili sosyal medyadan hükümler veriyor, yargılamalar yapıyor, “tutuklayın” kampanyaları düzenliyor. Maalesef bu boşluğu açan adalet sisteminin kendisi. Eskiden bu boşluğu mafya doldururdu, şimdi televizyonlar ve Twitter dolduruyor.
Daha 18 yaşında bir genç kızdım mürid olduğumda. Dünyadan bu kadar kopmak, ölüm merkezli bir tasavvur içinde yaşamak bana gerçekten ağır geldi. Hocama karşı sevgi ve saygım hep sürse de, rabıtayı, zikri, nafile ibadetleri bıraktım, yoluma sade bir ilahiyat öğrencisi olarak devam ettim. Dinin ilk kaynağından çıktıktan sonra tamamen insanların elinde şekillendiğini fark ettiğimde, bu olgu daha çok ilgimi çekti ve sonraki süreçte tamamen buna odaklandım.
"Mısır’la, İsrail’le, Suriye’yle, Irak’la, İran’la, Yunanistan’la ilişkileri bir an önce düzeltmeliyiz. Biz parti olarak bu konuda ilk adımı atıyoruz. Ünal Çeviköz başkanlığında bir heyeti ekim ayı içinde Mısır’a gönderiyoruz. Başından beri de Şam yönetimiyle diyaloğun kesilmesinin yanlış olduğunu söylüyoruz."
Artık görelim ki sakatlık onlarda değil; sol kökenden gelen bizler gibi yorumcu ve eleştirmenlerde. Onları ve kendimizi aynı madde, aynı uzam gibi düşünmekten bir türlü kurtulamıyoruz ki, hâlâ en azından şiddet ve sol-içi şiddet, belki barış, demokrasi ve yasal mücadele (yani bunları reddetmişlik) konularında iki çift namuslu lâf bekliyoruz. Bu tam bir optik yanılsama.
Karargâhından bakınca, Kenan Evren’in “Napayım ben böyle aydını…” demesi “normal”. O sırada ülke filan hepsi onun. AK Partili vekilin taşınabilir, portatif deyişiyle, hepsinin sahibi o. O aydın da onun için var. Yoksa ne yapsın onu “afêdersiniz”.