Erkekler kadınları ancak mecbur kaldıklarında kamusal alanda mücadeleye çağırır. Fakat bunun bedeli var: 1990’ların erkek dindarları, ‘İslam’ın kızları’nın 20 yıl sonra İstanbul Sözleşmesi diye bir ‘fesat belgesini’ savunacaklarını düşünselerdi, onları evlerinden çıkıp mücadeleye katılmaya çağırırlar mıydı?
Ben bir psikiyatristim, insanları yüzlerinden okumaya ve anlamaya çalışan, sözün söylediği kadar yüzün söylediğini de dikkate alan bir mesleğin mensubuyum. Bir süredir yüzümü kısmen örten bir maske ile yüzleri perdelenmiş insanları dinliyorum. Bunu çok tuhaf buluyorum ve bu yazıyı da bu tuhaflığı ifade etmek için yazıyorum. İnsan yüzü yokmuş gibi yaşar belki ama onsuz da olamaz. Onu kaybetmek insanın kendi kimliğini, kendisini biricik kılan bir şeyi kaybetmesi gibi acı verici. Öte yanda maske bize kısmi bir güvenlik vaat ediyor. Duygularımızı ve yüzümüzü gizlerken muhatabımızı bizim saçabileceğimiz damlacıklardan koruyor.
Türk ekonomisi hızla toparlanıyor mu, yoksa uzunca süredir hasıraltı edilen sorunların oluşturduğu basınç artık kontrolden hepten çıkma noktasına mı varıyor? Esasında bakılan yere göre her iki yaklaşım da yanlış sayılmaz; bu cevap tatmin edici gelmeyebilir ama tablo gerçekten de böyle.
Yazarımız İzzet Akyol, dün birinci bölümünü yayımladığımız yazısının ikinci bölümünde Türkiye’nin döviz sorununa bakıyor: “İktidarın döviz rezervlerini eriterek döviz kurunu zapt-ü rapt altına alma stratejisi, gerçekte, döviz kuru üzerindeki baskıyı arttırarak maksadının tam tersi bir sonuç üretmektedir.”