Bir de Çeltik Kilisesi vardı. Kilise ise çeltik ne alaka, çeltik ise kilise nereden çıktı, hiçbir fikrimiz yoktu. Tabii çok sonradan öğrendik o güzelim yapının hikayesini: Katolik Ermenilere ait bir kilise olduğunu, kitabesi olmadığından ne zaman inşa edildiğinin kesin olarak bilinmediğini, mimari özelliklerine bakılarak 16. yüzyılda yapıldığının tahmin edildiğini, 1914’ten sonra bir dönem çeltik fabrikası olarak kullanıldığını ve sonradan yıkılmaya terk edildiğini.
12 Eylül öncesinin kanlı kavgasının darbenin neredeyse ertesi günü bitmesini, kaos ortamını darbecilerin bilinçli olarak yarattığının delili olarak yorumlamak rahatlatıcı olabilir. Fakat ben darbenin kırkıncı yılında rahatsız edici bir tez öne süreceğim: Sol örgütler, evet, darbenin ertesi günü dağıldı, çünkü mücadeleleri gerçekte kapsayıcı ülke iktidarını değil, ‘sol içi’ sınırlı iktidarı hedefliyordu. Darbeyle birlikte ‘sol’ kalmayınca ‘iktidar’ mücadelesi için motivasyon da kalmadı ve oyun bitti.
Cunta özellikle bıraktı, uzattı, seyretti – ve sonra, küçük yerel kavgaların çok üzerindeki asıl hegemonyanın kimde olduğunu gösterdi. Hamur yoğurur gibi yoğurdu bütün toplumu. Başka bir şekil verdi.
“11 Eylül günü olan anarşi, 12 Eylül’de nereye gitti?” gibi polemik cümleleri, aynı silahla bir gün solcu, öteki gün sağcı öldürülüyordu gibi ispatlanmamış iddialar, bu cinayetlerin ülkeyi askeri darbe ortamına hazırlanmak için işlendiğini söyleyen komplo teorileri, darbenin arkasında ABD vardı gibi büyük analizler ileri sürülüp, bu sorulardan yine kaçılacak. Herkesten özeleştiri isteyen solcular, kimseye özeleştiri vermeyen ülkücüler bu karanlık yılların gerçek bir özeleştirisini yapmadan, neden oldukları ve darbeye zemin hazırlayan şiddetle tam olarak yüzleşmeden ulvi davalarına devam edecekler.