Bu yazının başlığını okur okumaz “Bu ne biçim laf, 10 yıl önceki o korkunç tecrübenin tekrar yaşanmaması kimi, neden mutsuz etsin, korkutsun” diye itiraz edenler ilk bakışta haklı gibi görünebilir. Çünkü gerçekten de kavranması çok zor, hastalıklı bir psikolojiyi ima ediyor başlık. Kim kalkıp da “Evet, ben böyle hissediyorum” der? Doğru, kimse demez, fakat zaten ben de insanın bırakın ifade etmeyi kendi kendine bile itiraf etmekten kaçındığı tekinsiz bir psikolojiden söz ediyorum.
Testere, beklenmedik tarzını koruyarak bir senedir kesmeye devam ediyor. Ancak kendisini kurtarıcı veya yıkıcı, refah veya fakirlik şeklinde ikiliklerden görmek isteyenler için Milei'nin ilk yılı tam bir done sağlamıyor. Herkes tarafından kabul edilen iyi düzenlemeleri olsa da, kimsenin nedenini anlamadığı çıkışları da oluyor. Ancak planının ne kadarını uygulayacağını ve ne şekilde işleyeceğini görebilmek için belirleyici yıl 2025 olacak. 2. senesinin sonunda da ülkede giderek daha fazla kabul gören “önce daha kötüye gitmek gerekiyor ki daha iyiye ulaşabilelim” düşüncesini koruyabilirse, Milei ekonomi bir yana, en azından siyasi olarak başarmış olacak.
Bir insanda milliyetçilik hissi işgale başlayınca, o insanın benliği takviye olup güçlenmeye, bencilliği ise harlanıp etrafını yakmaya başlar. Hiçbir milliyetçi durduk yerde biz karar verdik artık milliyetçi olacağız demez. Milliyetçi olmak için mutlaka bir mağduriyetin tecrübe veya icad edilmesi gerekir: Ezilmekten, zayıflıktan, dövülmekten kurtulmak için milliyetçi olunmuştur. Mağduriyet çamurunda paklandığı için milliyetçi taptaze bir masumiyete hak kazanmıştır.
2024 yılına gelindiğinde rejimin çöküşü şaşırtıcı bir hızla gerçekleşti. Şam, 10 günden kısa bir sürede düştü ve Esad rejimi, daha önce 13 yıl boyunca süren iç savaştan sağ çıkmayı başaran bir rejimin nasıl bu kadar hızlı dağıldığına dair soruları beraberinde bıraktı. Bu çöküş, yalnızca askeri yenilgilerin veya dış desteklerin kesilmesinin bir sonucu değil; aynı zamanda, oyunun kurallarını belirleyen temel dinamiklerin bir araya geldiği karmaşık bir sürecin ürünü.
Üç haftadır madencilerle ilgili yazıyorum. “4 Aralık Madenciler Günü” de vesile oldu. Lâkin iktidarın zirvesinde, “Önemli, Belirli Günler”i pek sektirmeyen “X” hesaplarında tek cümleyle bile anılmadı. Oysa resmen var yönetmeliklerinde. Dönemin başbakanı Erdoğan Soma faciasında ise dünyadaki “daha büyük” maden kazalarını anmıştı; 1862’den başlayarak tek tek. En yakın tarih de yarım asır önce, 1975… Ancak o da kurtarmıyor. Zira uzak-yakın tarihimiz de öyle kıyaslara müsait değil.