Suriye’de 61 yıllık bir rejim on günde yıkılmış ve Devlet’in Kürt meselesinde katı refleksi en yüksek perdeden terk edilmiş, ABD’de Trump döneminin başlamasına sayılı gün kalmışken karamsar aydınlarımız bu süreci basit bir iç politika hamlesi olarak değerlendiriyorlar. Kırılmayı kabullenemiyor ve büyük kırılmalar karşısında ancak çocukların sergilediği bir inkar stratejisine talim ediyorlar. Devrimci dönemler elbette her daim hayırla sonuçlanmaz. 2025’in Türkiye’sinde devrimci olan da bu sayısız ihtimallerin varlığıdır.
Mao’nun sözünü karamsar aydınlarımıza hatırlatmakta fayda var: “Gökkubenin altında tam bir keşmekeş var, vaziyet harika!”
CHP o ilk günlerdeki gibi “heveskâr” görüntü vermiyor. Sürece karşı seküler bir muhalefet var; dolayısıyla CHP içinde bazıların aklı bu muhalif damara yatıyor olabilir. Açık olan şu ki, sürece karşı durmak ya da karşı durulmasa da sadra şifa olabilecek bir söz üretmemek CHP’yi zayıflatır.
Türkiye bu sorunun çözümü yolunda attığı adımlarla orantılı şekilde demokrasiye doğru hamle yapabilir mi? Meclis’in iki ucundaki partiler birlik ve barış konusunda çözüme yürüyebilir mi? Bu alışılmadık durumun ne gibi getirileri olabilir? Ne olursa olsun, açılım çabasının bu noktaya gelmesi ve siyasetin artık bir çözüm üretmeye karar vermesi umut verici. Çözüm çabasının güçlenmesi, bu ülkenin, yaşadığı zorlukları aşabilecek birikime sahip olduğunu gösteriyor.
Suriye’de olan biten bir halk devrimi mi yoksa fil altında ezilmesi mukadder çimlerin şu anki vaziyeti midir tartışması da nominalist ve komplocu bir tartışmadan öteye geçemez. Nasıl ki Rusya’da, Çin’de Marksistler devrim yaptıysa İran’da ve Suriye’de de İslamcılar devrim yapmıştır. Çünkü iktidara yürüyecek devrimleri ancak hakikatle problemi olmayan kadrolar yapabilir. Suriye’de de olan budur. Kafasında neyin nasıl olması gerektiği gayet net olan 350 kişilik İslamcı bir ekip Hyundai ve Toyota kamyonetleriyle 60 yıllık seküler, laik ve milliyetçi Esed iktidarını birkaç günde devirebilir.
Anlamamız gereken gerçek basit aslında: Ulusal, etnik, dini ve mezhepsel kimliklerimiz üzerinden birbirimizle kavga ettiğimiz sürece bütün bir yaşadığımız coğrafyayı, Batılı demokratik devletlerin de Doğulu despotik devletlerin de aynı vahşetle saldırdığı bir kurtlar sofrası halinde tutarız. Birbirimizi çok ezdik, birlikte çok ezildik, yıprandık ve yorulduk. Ve birbirimize karşı kazanacağımız bir şey de yok günün sonunda. Mevlana’nın Mesnevi’sinde ibret verici bir hikâye vardır.