Yazarlar

Okul Tıraşı: Peşimizi bırakmayan kurumsal grilik

Okul Tıraşı, yatılı bir okulun griliğinin içerisinden sesleniyor izleyiciye. Dışarıda lapa lapa kar yağmasına rağmen kaloriferleri bir türlü yanmayan, buz tuttuğu için revir kapısı açılmayan, aylarca kapıda biriken kara rağmen kapı eşiğine döşenen kaygan fayanslarıyla her içeri girenin canına kasteden, neresinden tutsan elinde kalan bu yapı kaçınılmaz olarak içerisindeki hayatı da kendine benzetmiş görünüyor.

Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına

Hayatı yol(da) olan şoförün “şiir”den, “edebiyat”tan medet uman, “dizelenmiş, kafiyeli, veciz” kendi söylemi, tabiri caizse bir yol felsefesi, kültürü var. Müziği, melodisi, bütün bunlarla kendini “ifade tarzı”, “anlatma ihtiyacı” var aynı zamanda. Hayatını o sözlerle kıymetlendiriyor, kitâbesini öyle yazıyor. Ne diyor kamyonun arkasında, “Bu benim şarkım”.

Tavukçu

Depoda kuşandım tavuk kostümümü. Neyse ki yüzü açık bırakanlardan değildi. Gagamı özenle burnumun üzerine, göz oyuklarını gözlerimin etrafına yerleştirdim. Kanat ucu şeklindeki eldivenleri ellerime geçirdim. Kendimi eğlendirmeye, neşelendirmeye çalışıyordum bir yandan da. İçine düştüğüm durumun komiğini çıkarmaya uğraşıyordum. Lavabo yanına asılmış ince uzun boy aynasının karşısına geçerken neşeyle gülümsedim. Gülümsememe karşılık vermedi tavuk. Acıklı acıklı kendine baktı.

Şehitlik, tezkere ve profesyonel askerlik

Şehit cenazelerinin sıklaştığı 90’lı yıllarda “Neden Etiler’den Nişantaşı’ndan şehit cenazesi kalkmıyor” sorusu sorulurdu. Paralı/profesyonel askerliğe geçiş bu sorunun zeminini önemli ölçüde aşındırdı. Artık parasını ödeyen orta ve orta-alt sınıflar da ‘şehit’ olmuyor. Böylelikle, bir yandan şehitlik kurumu ulusça kutsanmaya devam ediliyor ama bir yandan da bu kurumun külfeti de facto olarak, hem siyasal iktidar hem de bu toplumsal sınıflar eliyle, adeta ulusal bir farz-ı kifaye suretinde, sözleşmeli erlik ve uzman çavuşluk kurumlarını besleyen yoksul toplumsal havzalara delege edilmiş oluyordu.
- Advertisement -

Türkiye’yi izlerken ateş söndü, mağarayı büsbütün karanlık kapladı

Bize ne oldu böyle? Bazı şeyler yapılamazdı. Yapılamaz kabul edilirdi. Veya, yapılmış da olsa söylenemez, savunulamazdı. İnkârdan gelinirdi. Çıkıp alenen böbürlenmek kimsenin aklından geçmezdi. Şimdi ise hiç bir duygusal ve düşünsel sınır kalmamış gibi. Herkesin ar damarı mı çatladı? Yoksa olaylar o kadar ses duvarını aştı da tepki rezervlerimiz mi kalmadı? O yüzden mi diyecek bir şey bulamıyoruz?

En Son Çıkanlar