Ülkede her gün kötü bir şey olurken gündelik hayatta yaşanılan küçük ya da büyük mutluluklardan dolayı hissedilen suçluluk duygusu için şunu önereceğim. Öncelikle bakış açınızı değiştirin. Her ne olursa olsun kendi psikolojinize ve bedeninize iyi bakmak suç ya da ekstra bir şey değil, bu bizim en büyük sorumluluğumuz ve önceliğimiz.
Annesi somyayı pencere önüne yerleştirmesine itiraz etmişti. Perdelere, pencereye ulaşmak için iki büklüm uzanması gerekecekmiş. Zaten beli ağrıyormuş. İnatçılık edip uğraştırmasaymış insanı. Nilüfer inatçılık etmişti. Hayatında belki de ilk defa. Uyku tutmadığında dirseğini pencere pervazına dayayıp dışarıyı seyredebilecekti. Yatağını sadece yatıp uyumak için değil, oturup hayal kurmak için de kullanabilecekti.
Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.
Karadenizliyim, çocukluğum derelerin içinde geçti. Erdoğan’ın ailesinin yaşadığı köye geceleri vadileri aşarak balık tutmaya gitmişliğim bile vardır. Yaşadıklarımdan ve atalarımdan öğrendiğim bir şey var; bir dereyi asla zapt edemezsiniz. Rahmetli dedemin sık sık söylediği o söz hâlâ kulaklarımda: Uşağım dereyle şaka olmaz, canı nerden isterse oradan akar.
Önümüzdeki iki mesele: Suriyeli sığınmacılar kendi ülkelerine nasıl dönebilir? Gelen Afganlar nasıl durdurulabilir? Bunlar orta ve uzun vadeli meseleler. Asıl acil sorunsa, Suriyelilerin ve Afganların toplumda oluşan gerilimin hedefi haline gelmeleri. Hepimiz aklımızı başımıza almalıyız. Sığınmacılar konusu nazik ve oynamaya gelmeyecek kadar hassas bir mesele.