Hassas insanlar eskiden şifacılarımızdı,
şimdi ise onları kapitalist dünyaya uygun olmadıkları için
kendilerinden utandırıyoruz”
Gabor Mate
Gabor Mate Amerika’da yaşayan bir doktor. Bağımlılıklar üzerine uzun yıllar sahada çalışmış, şimdilerde çalışmalarını kitaplaştırıyor ve kitapları tüm dünyada milyonlar satıyor. İnsanlar iyileşmek istiyor.
Gabor Mate’ye göre günümüz dünyasında insan türü, sadece koronavirüsle değil küresel ölçekte gitgide yaygınlaşan bir depresyon ve anksiyete (kaygı bozukluğu) epidemisiyle de mücadele ediyor. Mate, insanların yüzde doksanının acısını unutmak için bağımlı hale geldiğinden bahsediyor. Bağımlılıktan kastı ise sadece ilk anda akla gelen alkol ve uyuşturucu bağımlılığı değil. Yüzleşmek istemediğimiz acılarımızı unutmak için yaptığımız, üzerinde kontrol sağlayamadığımız her şey aslında bağımlılık kategorisine giriyor. Bazı insanlar kendini alışverişe veriyor, bazı insanlar kendisi için iyi olmadığını bilse bile kendini zararlı ilişkiler içinde bulmaktan alıkoyamıyor, kimisi duygularını bastırmak için yemek yiyor, kimi de hayatını işe adayıp işkolik oluyor; bir an dursa kırılgan psikolojisinin üstüne kurduğu şey yıkılacakmış gibi duramıyor. Seks, diziler, sosyal medya, bilgisayar oyunları, bunların hepsi sizin kontrolünüz dışında vaktinizi, enerjinizi yiyip bitiriyorsa muhtemelen bunlardan biri ya da birkaçı sizin baş edemediğiniz acılarınızı bastırma yönteminiz.
Bir sosyolog olarak, bir doktor ve filozof olan Gabor Mate’de benim sevdiğim şey psikolojik sorunları bireyin sırtına yüklemeyip arkasındaki kolektif travmaya da dikkat çekmesi. Gabor Mate’ye göre bugün kolektif olarak bu kadar yaralı, depresif ve anksiyetik olmamızın, çeşitli bağımlılıklarla mücadele etmek zorunda kalmamızın en büyük sebebi kapitalizm. İnsan türünü topluca hasta eden bir diğer etken ise kapitalizme de bağlı olarak küresel boyutta doğayı tahrip etmemiz. Yine tüm bunlarla bağlantılı olarak insan için kendi türüyle bağ kurarak yaşamak doğal bir ihtiyaçken, bugün birbirimizle de bağımız gitgide kopuyor. Yalnızlık insan türü için baş etmesi zor bir duygu. Böylece sağlıklı yakınlıklar kuramayan insan yalnızlık duygusunu çeşitli bağımlılıklarla bastırmaya mecbur kalıyor. Mesela evinizde sosyal medyanızı aşağı doğru kaydırmaktan kendinizi alamıyorsunuz, yine saatler geçmiş diye kendinizi suçluyorsunuz, neden bu kadar iradesiz olduğunuzu düşünüp kendinize kızıyorsunuz. Bilin ki yalnız değilsiniz. “Ey evinde sadece kendisinin yalnızlıkla mücadele ettiğini zanneden modern insanlar, birleşin, zincirlerinizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!” demek istiyor aslında Gabor Mate. Tabii içselleştirdiğimiz bir kapitalizmle mücadele etmek, kendi acımızla yüzleşmek, kendi travmamıza geri dönmek, kapitalizme ve doğanın tahribatına kendi katkımızı fark etmek, hem kolektif hem de içsel bir uğraşıya girmek demek.
Kapitalizm sadece ekonomik koşulları belirlemiyor, aynı zamanda bize bir değerler sistemi de dayatıyor. Örneğin kapitalist bir toplumda kendini yıpratacak kadar çok çalışmak bir erdem kabul ediliyor ve böyle insanlar toplum tarafından onaylanıyor. Fakat işkoliklik de diğer bağımlılıklar gibi kaynağında derin acılar barındıran bir travma tepkisi. Gabor Mate önceden kendisinin de işkolik olduğunu söylüyor. Çocukluğu ikinci dünya savaşının zor koşullarında geçmiş, ailesi Auschwitz’te tutsak edilmiş. O da erken çocukluk döneminde bir noktada annesinin kendisine sevgi gösterecek hali kalmadığında, beni sevmeseler bile belki bana ihtiyaç duyarlar demiş ve bu inanç onda yerleşmiş. Hatta “işe yarar” biri olduğunu kanıtlamak için meslek olarak doktorluğu seçmiş. İşte travmalarımızın hayatımızdaki etkisi bu kadar derin ve büyük olabiliyor.
Varoluş amacınız haline gelen travmayı telafi etme yönteminizden kurtulmak o kadar kolay değil. Gabor Mate de işkolik olduğunu fark etmiş fakat ancak yetişkin hayatında, evliliğinde sıkıntılar çıktığı zaman ve çözmeye mecbur kaldığında, eşinden destek alarak bunu iyileştirmek için bir adım atabilmiş.
Kapitalizmin bizlere dayattığı “erdemler” elbette sadece işkoliklik değil; çok sosyal olmak, karakterimizin dışa dönük olması, sürekli hareket halinde olmak, üretkenlik, ya da durmadan eğlenmek ve daha pek çok şey aferin alırken; durmak, hissetmek, uzun süre bir şey üretmemek, susmak, yavaşlamak ve derinleşmek gibi yanlarımız kapitalist toplumlarca hoş karşılanmıyor. “Koş yoksa düşersin” anlayışı bize sistem tarafından dayatılan yaşam tarzı. Oysaki çok aferin alan bu özellikler, sizin kendinizle bağ kuramadığınız için sığındığınız “oyalanma” alanları olabilir. Örneğin benim de yoga ve meditasyon dersleri verirken en çok gördüğüm şey, insanların kendileriyle bağ kurmaya ne kadar çok ihtiyaçları olduğu. En çok zorlanılan pratik, daha az yapmak. Daha az yaptıkça daha çok hissetmeye yer açacağımızı biliyoruz, ama kapitalizm o kadar güçlü ki yine de hırsları, hedefleri bir kenara bırakıp hissetmeye yer açmakta zorlanıyoruz. Hepimizin sinir sistemi “koş yoksa düşersin”e programlanmış ve bu bilinçaltı programları değiştirmek epey zaman alıyor.
Gabor Mate’ye göre iyileşmek için dünyayla, ekolojiyle kurduğumuz ilişkiyi de yeniden düşünmemiz şart. Doğayı tahrip etmek hiçbir zaman tek taraflı değildi. İnsan doğaya zarar verirken kendisine bir şey olmuyor zannetti fakat aslında eş zamanlı olarak kendi türünü de tahrip etti. Şimdi hep birlikte bunun sonuçlarına katlanıyoruz. Sadece hava kirliliği, hastalıklar, küresel ısınma vs. değil; bu yaygınlaşan depresyon, anksiyete, yalnızlık ve bağımlılıklar, yarattığımız ekolojik tahribattan bağımsız değil. İnsan bedeni ve psikolojisi zaten birbirinden iki ayrı şey değil.
Gabor Mate aynı zamanda kanser hastalarıyla çalışıyor. Belli psikolojik yatkınlıklarla kanser türlerinin birbiriyle bağlantılı olduğu fikrinden yola çıkarak travma tedavisi uyguladığı kanser hastalarından konvansiyonel sağlık sisteminin alamadığı sonuçları alıyor. Bunları kitaplarında da anlatıyor. Bugünlerde kendisi hakkında bir belgesel de online olarak gösterime girdi. Denk gelenlerin izlemesini tavsiye ederim.
Gabor Mate bir sosyolog ve yoga hocası olarak benim için oku oku bitmez bir isim haline geldi. Örneğin ulus devlet sistemi de travmalarımızdan ve mental epidemilerimizden bağımsız değil. Neyse bu da başka bir yazının konusu olsun.