Yakın zamanda Türkiye’de kökleri kısmen “Eski Türkiye”de olan bir çeşit ateizm doğdu. Genç, doğrudan ve yargılayıcı bir ateizm bu. Ateizmin merkezde göründüğü yüzeysel bir ulusalcılık, yabancı düşmanlığı, dozu belirsiz bir ırkçılık, Jakobenizm, militarizm ve güç/iktidar tapıncı iç içe geçmiş. Yani aslında 90’ların ekranlarında İslam’ı çağdaşlaştırma önerisiyle meseleyi halledebileceklerini düşünenlerin kuliste konuştuklarını doğrudan savunuyor. Türkiye’de ateizmin bu çeşidi her denemede “halkın cehaleti” inancının cazibesinde kayboluyor. Herhalde ateist (ya da agnostik her neyse) olmakla bir aydınlanma yaşadığını, tıpkı bilgisayar oyunlarındaki gibi bir üst karaktere geçtiğini sanma hali var. Dindarlığın bir insanı ‘iyi’ yapmaya yetmemesi gibi inançsızlık da daha akıllı kılmıyor.
Bilim uçsuz bucaksız. İnsan hayatı kısa. Herkes başarı uğruna uzmanlaşmaya çalışıyor. Yani entegrasyon çok zor. Ama çok da gerekli. “Büyük Resmi” görmemizi sağlıyor. Diyelim bir yerde, şu veya bu konuda bir tartışma başgösteriyor. O alanın kendi birikimi ve geleneği içinde konuşuluyor. Oysa bitişik bir alanda, meselenin özüyle ilgili başka bir birikim var. İkisini buluşturmak, disiplinler-arası farkındalıklara bağlı. Anlatacağım örnekte, Tarih, Felsefe ve İslâmî İlimler birbirini besleyebiliyor.
Nasıl oldu da bir zamanlar Avrupa’nın en koyu Katolik ülkesi olan İspanya, İncil üstüne yemin etmeyen, ateist, Filistinli Müslümanlarla dayanışan bir sosyalist Başbakan’a sahip olabildi? İşte bu sorunun cevabı bir miktar bizi de ilgilendiriyor.
AP seçimleriyle aynı anda parlamento seçimlerini yapan Belçika’da Başbakan istifa etti. Sandıktan birinci çıkan Flaman milliyetçisi NVA lideri Bart de Wever başbakanlığın en güçlü adayı. Halbuki de Wever’in hedefleri arasında Bağımsız Flaman Devleti kurmak ve Belçika’daki monarşiyi yani kraliyeti bitirmek vardı. Ama bunun için önce kraldan hükümeti kurma görevini alabilmesi gerek. Peki, Belçika’daki Flamanların derdi ne?
Kendisi gibi düşünmeyeni, kendisi gibi hissetmeyeni, kendisi gibi yaşamayanı kendisine benzetmeyi hak ve hatta görev sayan süfli, militan bir elitizm... Bana, “Yılmaz Özdil'in fikriyatını ve ruhunu bir cümleyle anlatabilir misin?” diye sorsanız, işte size vereceğim cevap bu olur. Yılmaz Özdil'in elitizminin pasif (aristokratça) bir elitizm olmadığını özenle belirtmeliyim, zaten “militan” kelimesini de bu nedenle kullandım.