Hangi inanç sisteminde olursa olsun ibadetin bir sükûnet ortamı istediğinde herkes anlaşır herhalde: O kadar çok gürültü oldu ki müze-cami konusu gündem belirleme taktiği olduğu besbelli. Ayasofya konusunda yazıp bitirdiğim “İnşaat ve bina olarak Ayasofya” yazımı kenara koyup aslında hiç ilgimi çekmeyen açılış konusuna girmiş buldum kendimi.
1.Kuyumcunun çilesi
Kulağımı en ziyade tırmalayan gürültü sadece uğursuz Sivas katliamı çağrışımlı tekbir sesleri değil, Bahçeli’nin yüzüğü oldu. En çok da yüzüğü yapan kuyumcuya üzüldüm. Kaliteli yaşam anlam vurgularıyla etik, estetik konularını hızlı geçersek; gelişmiş dijital temsil teknikleri nedeniyle mimari pratiklerdeki etkinliği tartışmalı şekilde azalmış bir çağda yüzük boyutlu bir mimari anıt yapmak zorunda kalmak para kazandırsa da pek eğlenceli iş olmasa gerek.
Videla’nın dünya kupasını sahiplenmesinin bile sporu politikaya alet etti diye eleştirildiği bir çağda dinin politikaya alenen aletliğinin aşikâr işaretleri de cabası: Mesela devlet başkanı yürüme ritüelinin ironik ifadesi haline gelmiş kırmızı halı. Dolayısıyla ibadet etmediler. Devlet töreni yaptılar.
Zaten en müptezel çağında medyanın manşetine çıkmış bir ibadetten ne hayır çıkacağı da ayrı konu:
2.Kubbenin hikmeti
İbadetle değil, ne olursa olsun/dünya batsa, görenek-gelenek ile meşgul softaları oyalayacak malzeme de sürebilirim muktedirler hâkimiyetindeki müzakere masasına:
O hikayesini de anlamını da bilmeden mimari bir bağnazlıkla vuruldukları kubbenin hikayesini camilerin duayen mimarlık kuramcısı Doğan Kuban’ın özetiyle dinleyelim.
“Büyük kubbe bir maksure kalıntısıdır. Üç şerefelide kubbeli maksure kalıp değiştirir. Caminin kendisi olur. Artık emirin sultanın valinin yeri değil, herkesin namaz kılacağı; kapıdan mihraba bütün camiyi örten bir kubbe altıdır.”(DK606)”[1]
Sinan’ın sadeleştirip üsluplaştırmasından sonra tabi ki başta saray erkânı ve valiler, beyler, paşalar, hegamonlar halkla bir arada namaz kılmayacaklar ve protokol yerleri barokla birlikte belirgin şekilde dekore de edilip hünkâr mahfili olarak caminin gerisinden ayrışarak üst kotlara sıçrayacaktır.
Dolayısıyla Ayasofyada ibadet etmemişler Sinan öncesi devlete ait büyük kubbeyi yeniden sahiplenen bir devlet törenine katılmışlardır. Evet gerçekten de Sinan’ın da öncelerine giden bir fetih ruhudur bu. Devlet geleneğine adı devlet olan bir politikacıyla dönmek de tarihin cilvesi olsa gerek.
[1] Kuban.D; “Sinan’ın dünya mimarisindeki yeri”, Mimar Başı Koca Sinan/yaşadığı çağ ve eserleri içinde; vakıflar genel müdürlüğü yayını. s.606