Sandığa gitmeyen seçmen Fransız genel seçimlerinin ikinci turunda yüzde 57,4 oranıyla ilk turdaki rekorunu yeniledi. V. Cumhuriyet rekoru olan bu oran yaklaşık 47,5 milyon kayıtlı seçmenden 27 milyonunun oy kullanmadığını gösteriyor. O bakımdan seçimlerin asıl kazananının sandığa gitmeyenler olduğunu söylemek mümkün. Ya da radikal Sol’daki Asi Fransa (FI/ La France Insoumise) hareketinin lideri Jean Luc Mélenchon’un seçim akşamı dediği gibi seçmenin sandık grevi yaptığını öne sürmek.
Katılımın böylesine düşük düzeyde kalması, 18 Haziran’da sandıktan çıkan Milli Meclis’in Fransızların çoğunluğunu temsil etmediği gerçeğini ortaya koyuyor. İki turlu, dar bölgeli seçim sisteminin geçen yazımda ( https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/fransada-nisbi-temsil-tartismasi-797288) ayrıntılarını aktardığım gibi temsilde adaleti sağlamaktan çok uzak olduğu da dikkate alındığında, Meclis’teki sandalye dağılımının seçmen eğilimlerini tam olarak yansıtmadığını kabul etmek ve seçim sonuçlarını bu verilerin ışığında değerlendirmek gerekiyor.
Seçimlerin kazananı sandığa gitmeyen seçmen ise, kaybedeni de anketlerinde Cumhurbaşkanı Macron’un partisi Yürüyen Cumhuriyet’e (LREM/ La République en Marche) 577 sandalyeli Milli Meclis’te 400’ün üzerinde, 455, hatta 470 milletvekilliği vermiş olan kamuoyu araştırma şirketleri oldu. Kesin olmayan sonuçlara göre, LREM, müttefiki Demokrat Hareket MoDem (Mouvement Démocrate) ile birlikte kullanılan oyların yüzde 49,2’si ile 350 sandalye elde etti. Bazı uzmanlara göre, iktidar partisi oylarındaki bu negatif sapmayı, anket şirketlerinin yanılgısı değil, muhalefetsiz bir Meclis’in oluşacak olmasından kaygılanan seçmenin yaptığı düzeltme olarak değerlendirmek de mümkün.
Sonuç olarak Fransız seçmeni, 2002’den bu yana seçtiği tüm cumhurbaşkanlarına olduğu gibi, Emmanuel Macron’a da programını sorunsuz uygulayabilmesi için net bir Meclis çoğunluğu vermiş bulunuyor. Ama asıl sorun, geçen yazımda da altını çizdiğim gibi, seçim sisteminin milli iradenin Meclis’e yansımasında yarattığı çarpıklıktan kaynaklanıyor. Katılım oranının yüzde 57,4 gibi rekor düzeyde düşük kaldığı 18 Haziran seçimleri bu çarpıklığı son derece net biçimde gözler önüne seriyor.
Le Monde’un konuyla ilgili haberinde vurgulandığı gibi, ilk turda kayıtlı seçmenin yüzde 50’den fazla oyunu alarak seçilmiş 4 aday bir yana bırakılırsa, 573 seçim bölgesinde seçimi kazanan adaylardan sadece 9’u kayıtlı seçmenden yüzde 30’un üzerinde oy almış bulunuyor. Deniz aşırı Saint-Pierre-et-Miquelon adasından seçilen Annick Girardin yüzde 37,9 ile bu adaylardan en yüksek oyu almış olanı. Geri kalan seçim bölgelerinden 124’ünde yüzde 25-30 arasında, 440’ında ise yüzde 25’in altında oy almış adaylar sandıktan çıkmış durumda. Kabul etmek gerekir ki bu oranlarla seçilmiş olanların temsil niteliği tartışmaya son derece açık.
Sandalyelerin dağılımı
Buraya kadar aktardığım verilerden anlaşılacağı gibi, Milli Meclis’te sandalyelerin dağılımı ülke düzeyinde yüzde 42,6 oranında kalan kullanılan oylar üzerinden gerçekleşmiş bulunuyor. Bu oylardan yüzde 49,2 gibi önemli bir oranının LREM/MoDem adayları lehine kullanılmış olması da aslında seçimlerin iki turlu yapılmasının sonucu. Çünkü iktidar partisinin adayları 516 seçim bölgesinde ikinci tura kalmayı başarmıştı. Bunlardan 350’sinde sandıktan çıkmış bulunuyor.
Ana muhalefet partisi Cumhuriyetçiler (LR/ Les Républicains) Bağımsız Demokratlar Birliği UDİ ile birlikte ancak 296, aşırı Sağcı Ulusal Cephe (FN/Front National) 120, radikal Solcu Asi Fransa, Komünist Parti ile birlikte 79, Sosyalist Parti ve müttefikleri de 60 bölgede ikinci tura katılabilmişti. Kesin olmayan sonuçlara göre, LR/UDİ kayıtlı seçmenin yüzde 25,3 oyu ile 131, Sosyalist Parti ve müttefikleri yüzde 6,1 ile 33, Asi Fransa Komünist Parti ile birlikte yüzde 4,9 oyla 27, FN ise yüzde 8,8 oyla 8 milletvekili çıkarmış bulunuyor. Bu oy oranları ve sandalye sayıları anketlerdeki tahminlerin üzerinde. Tüm muhalefet partilerinin tahminlerden toplam 70-80 sandalye fazla elde etmesi siyasi uzmanlarca doğal olarak olumlu bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Ama bunun seçim sistemindeki çarpıklığı giderdiğini söylemek pek mümkün değil.
Sokak muhalefetine doğru
Yukarıdaki verilerden görüldüğü üzere, mevcut seçim sisteminden en çok zarar gören siyasi parti FN. Sosyalist Parti ve müttefikleri yüzde 6 oyla 33, Asi Fransa hareketi yüzde 5 ile 27 milletvekili çıkarırken Marine Le Pen’in partisi yüzde 9’a yakın oyuna karşın 8 sandalye ile Meclis’te grup kuramayan tek büyük parti oldu. Bu nedenle Marine Le Pen yeniden seçilen Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ortağı “Gaulliste” Nicolas Dupont-Aignan ve bağımsız milletvekilleriyle 15 milletvekiline ulaşarak bir grup kurmayı hedefliyor.
Bayan Le Pen ayrıca öteden beri dile getirdiği tek turlu nisbi temsil talebini Pazar gecesi bir kez daha yineledi. Aslında FN nisbi temsili savunan tek parti değil. Asi Fransa hareketi de bu konuda ısrarcı. Ama Cumhurbaşkanı Macron, geçen yazımda belirttiğim gibi, “bir doz” nisbi temsil ile yetinme taraftarı. Pazar gecesi France 2’ye çıkan İçişleri Bakanı Gérard Collomb hükümetin bu konudaki tutumunu, ayrıntı vermeden “bir doz nisbi temsil” olarak yineledi.
Ne var ki böylesine adaletsiz bir seçim sistemiyle sorunların altından kalkmak kolay değil. Örneğin seçmenin rekor düzeyde sandığa gitmemesini “grev” olarak niteleyen FI kurucu Başkanı Jean Luc Mélenchon, yaptığı açıklamada yeni oluşan Meclis’in “öngörülen sosyal darbeyi gerçekleştirmek için meşruiyeti bulunmadığını”, aksine “tam direnme hakkının meşru olduğunu” vurguladı. Mélenchon’un söz ettiği “sosyal darbe” Macron’un geçen yıl sokak hareketlerine yol açmış olan yeni İş Yasası’nı (Loi Travail) daha da “liberalleştirme” projesi. Macron bu konuda kararname (ordonnance) ile düzenleme yapmayı, hükümetin arkadan, yaz sonuna kadar, bir çerçeve yasayı Meclis’ten geçirmesini öngörüyor. Gerekçesi bu konuda normal yollardan yasa çıkarmaya kalkışıldığında prosedürün iki yılda tamamlanacak, bunun da ciddi bir zaman kaybına yol açacak olması.
Macron programını uygulamak için yeterli Meclis çoğunluğuna sahip kuşkusuz ama anketler İş Yasası konusunda çoğunluğun Mélenchon’un belirttiği gibi karşısında olduğunu gösteriyor. Halkın yüzde 61’inin desteklemediği yeni İş Yasası’nın kısa zaman içinde tamamlanmasının önünde yasal engel olmayabilir elbette ama sokakta ciddi bir direnişle karşılaşma olasılığı son derece yüksek görünüyor.