Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİsrail- Hamas, Rusya- Ukrayna savaşları. Benzerlikler, farklar

İsrail- Hamas, Rusya- Ukrayna savaşları. Benzerlikler, farklar

Batının ve genelde dış dünyanın ümidi savaşın yayılmasını önlemektir. Öyle anlaşılıyor ki bölge ülkeleri de aynı amacı benimsemiş gözüküyor. Bu satırları yazdığımda İran henüz Haniye cinayetinin intikamını almamıştı. Tersine yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, İngiltere’de okumuş, tecrübeli diplomat ve nükleer müzakereleri zamanında yürüten Abbas Araghchi’yi Dışişleri Bakanlığına getirmek suretiyle tırmandırma taraftarı olmadığını göstermiştir. Muhafazakarlardan oluşan Meclis bu atamayı onaylarsa tırmandırma arzusunun orada da olmadığı anlaşılacaktır. Batı ise ateşkes müzakereleri devam ettiği sürece İran’ın İsrail’e karşı şiddetli bir askeri saldırıda bulunmayacağını hesap etmekte, bu amaçla dolaylı bir şekilde yürütülen görüşmeleri mümkün mertebe sürdürmeye çalışmaktadır.

2024 yazında belki en fazla dikkat çeken olaylar, Hamas ile İsrail, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşlar olmuştur.  Kuzey yarım kürenin yaz aylarının, özellikle Ağustos ayının sakin geçmesi beklenir, herkes tatile gider, Avrupa Birliği kurumları ve uluslararası kuruluşlar dükkanı kapatır, nöbetçiler kalır sadece.  Ama bazen de Ağustos ayında rehavet atmosferini bozan olayların meydana geldiğine   de şahit oluruz.  Örneğin Saddam Hüseyin Irak’ta bugün de devam eden istikrarsızlığı tetikleyen Kuveyt’i işgalini Ağustos 1990’da yapmış, Sovyetler Birliğine son ölümcül darbeyi indiren başarısız darbe girişimi de Ağustos 1991’de meydana gelmişti.

Bu seneki Ağustos ayının da pek sakin geçtiği söylenemez.  Bitmeyen Hamas-İsrail savaşı, bitmeyen Rusya-Ukrayna savaşı bu dönemde tatile gitmeye alışık siyasetçi ve diplomatların tatil programlarını birçok ülkede bozmuştur.  Bangladeş’teki halk devrimi ve Venezuela’da yine Maduro tarafından çalınan seçim de bu senenin yaz aylarına rastlayan önemli iki olayı oldu.  Belki başka bir yazıda bu iki ülkedeki olaylara bakmaya çalışırım.

Her iki savaş da dünya kamuoyunu bir hayli meşgul ediyor diyebiliriz.  Rusya’nın Ukrayna’ya tahrik olmaksızın Şubat 2022’de saldırması üzerine gelişmiş ülkelerde kamuoylarında ve karar alma mercilerinde değişen ölçülerde de olsa Ukrayna sempatizanlığı önde gelmiş, Rusya’ya karşı bir hayli ağır yaptırımlar yürürlüğe sokulmuştur. Batı dışındaki ülkelerde ise durum daha karışık. Genelde ya tarafsız kalmaya ya da durumdan pay çıkararak yaptırımları delmeye çalışan ülkelere sıklıkla rastlıyoruz. Savaşın ilk günlerinde beklenenin aksine Ukrayna kendini savunabilmiş, Rusya saldırılarına teslim olmamış, iki hafta önce Rus ordusunu zor duruma sokan ve mukavemet etmekte zorlandığı bir karşı taarruz düzenleyerek, savaş başladığından bu yana ilk defa Rus topraklarına girebilmiştir. Sık sık hatırlatıldığı şekilde Ukrayna’nın karşı taarruzu neticesinde İkinci Dünya Savaşından beri ilk defa Rus topraklarına yabancı askerlerinin girdiğini görmüş olduk. Üstelik yabancı basın haberlerine bakılırsa bunu büyük kolaylıkla yapmış.  Bu satırları yazdığım sırada Rus ordusu topraklarını henüz kurtaramadığı gibi bunu yapmaya dahi teşebbüs etmemişti. Bu durumun prestij açısından hem ordu hem Putin için ciddi bir sınama teşkil ettiğine şüphe yok.  O arada ölen masum insanların, hatta çocukların sayısı her gün biraz daha kabarıyor.

Hamas-İsrail savaşında da sular durulmuyor. Her gün yeni katliam haberleri ile uyanıyoruz.  Bu savaşın da bitmesi bir hayli zor gözüküyor. Burada da Batı ülkeleriyle diğerleri arasındaki görüş farklılıklarına şahit oluyoruz.  Batıda savaşın Hamas tarafından 7 Ekim 2023 saldırısıyla başlatıldığı, İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğu, bu arada soykırım iddialarına yol açan ciddi katliamlar meydana gelmişse de İsrail’e karşı duyulan sempatiyi çok fazla azaltmadığı görülmektedir. İsrail için dünyada sadece iki ülke önemlidir: ABD ve Almanya.  Bunların desteklerinde, özellikle ABD’de ciddi bir azalma görülmemektedir. Tersine ABD silah satışlarını sürdürüyor, Musevi lobisi de ABD iç siyaseti üzerindeki etkinliğini koruyor.

Batı dışındaki ülkelerde ise Rusya-Ukrayna savaşında görüldüğü gibi bir ayrışmaya şahit oluyoruz. Filistin sempatisi onlarda daha hâkim.  Ancak tabii istisnalar da var.  İspanya geleneksel Arap politikası çerçevesinde Uluslararası Adalet Divanında İsrail aleyhine açılan davaya taraf olan tek Batı ülkesi. Ama Azerbaycan da İsrail’in tükettiği petrolün %20’sini, üstelik Türkiye üzerinden satmaya devam ediyor.

Bu iki savaşın belki en önemli diğer benzerliğinin kolay kolay bitmeyecekleri olduğu söylenebilir. İsrail Hamas’ı tamamen devre dışı bırakmadıkça kolay kolay pes etmeyecektir.  Hamas da Haniye’nin öldürülmesinden sonra yerine lider olarak Yahya Sinvar’ı getirmek suretiyle ateşkese sıcak bakmadığını ilan etmiştir. Zira İsrail ne yapıp yapıp 7 Ekim saldırısının mimarı olarak gördüğü Sinvar’ı öldürmeden durmayacaktır. Nitekim Hamas ateşkes teşebbüslerini reddettiğini açıklamaktan da çekinmemiştir.  Buna da şaşırmamak gerekir zira bilindiği kadar bu görüşmelerde başta Sinvar olmak üzere Hamas ileri gelenlerine İsrail’in suikast düzenlemeyeceğine ilişkin bir taahhüt yer almıyor.  Bu bile ateşkes müzakerelerini ABD ile yürütmekte olan Mısır ile Katar’ın Hamas’ı ve Sinvar’ı gözden çıkardıklarının işareti sayılmalıdır sanırım.  Netanyahu ise ABD seçimlerine kadar işleri sürüncemede tutup Trump yeniden seçilirse onun desteğiyle  işine gelen çözümü dayatmayı ümit etmektedir.

Batının ve genelde dış dünyanın ümidi savaşın yayılmasını önlemektir. Öyle anlaşılıyor ki bölge ülkeleri de aynı amacı benimsemiş gözüküyor.  Bu satırları yazdığımda İran henüz Haniye cinayetinin intikamını almamıştı.  Tersine yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, İngiltere’de okumuş, tecrübeli diplomat ve nükleer müzakereleri zamanında yürüten Abbas Araghchi’yi Dışişleri Bakanlığına getirmek suretiyle tırmandırma taraftarı olmadığını göstermiştir.  Muhafazakarlardan oluşan Meclis bu atamayı onaylarsa tırmandırma arzusunun orada da olmadığı anlaşılacaktır. Batı ise ateşkes müzakereleri devam ettiği sürece İran’ın İsrail’e karşı şiddetli bir askeri saldırıda bulunmayacağını hesap etmekte, bu amaçla dolaylı bir şekilde yürütülen görüşmeleri mümkün mertebe sürdürmeye çalışmaktadır.

Rusya-Ukrayna savaşında da başlıca hedef yayılmasının önlenmesidir.  Burada tabii en büyük sorumluluk Putin’in kendisine aittir.  Savaşı kısa zamanda kazanamayacağı anlaşıldıktan sonra işi zamana yayıp, Batı’nın Ukrayna’ya verdiği destekten sıkılıp onu Rusya’nın şartlarını kabul etmeye mecbur edeceğini ümit etmeye başladı.  Tabii en büyük beklentisi Kasım ayında yapılacak ABD seçimlerini Donald Trump’un kazanmasıdır. Zira Trump son zamanlarda tekrar etmese de göreve tekrar geldiği takdirde savaşı 24 saatte bitireceğini söyler dururdu.  Bunun anlamı Ukrayna’ya ABD’nin verdiği askeri desteğin olası yeni döneminde kesileceği ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı Zelensky’nin masaya oturmaya mecbur kalacağıdır.  Ukrayna ordusu Rus topraklarına girdikten sonra dahi Putin barış masasına oturmaya hazır olmadığını ilan etti.  Belli ki cephede beklenmeyen bir gelişme olmadığı takdirde Kasım seçimlerinden önce barışın gelme ihtimali bir hayli zayıftır.  Diğer taraftan barış görüşmeleri için sahadaki durumun kabulü ön koşulunu öne süren Putin’in  Ukrayna’nın 1000 km kareden fazla Rus toprağını işgal etmesinden sonra eli bir hayli zayıflamıştır.  Sahadaki durumun kabulü Ukrayna’nın ele geçirdiği Rus toprağını muhafazasını gerektiriyorsa  tabii ki Putin’in bunu kendi halkına kabul ettirmesi bir hayli zor olur.

Ülkemizde her iki savaşa bakış açılarında büyük farklar müşahede ediyorum.  Gazze halkının uğradığı korkunç katliamlara karşı çok haklı bir tepki olduğu açık. Haklılığı tartışılamaz.  Ancak Batı medyasından farklı olarak 7 Ekim 2023 saldırısı ülkemizde geçiştirildiği veya unutturulduğu için İsrail’in bu katliamları tahriksiz yapmadığı gerçeği kamuoyuna yansımamaktadır.  Üstelik biraz kaşıyınca maalesef insanlarımızda pek derinde olmayan Musevi düşmanlığı ortaya çıkıveriyor. Her siyasi ihtilaf gibi bunun da iki yönü olduğu, 7 Ekim saldırısı olmasaydı 2005 yılında İsrailli göçmenlerin yerleşim yerlerini de boşaltarak tahliye ettiği Gazze’yi tekrar işgal etmekte hevesli olmadığı da açık.  Ancak alternatifin de ne olduğu pek belli değil. Belki Katar hariç çoğu Arap ülkesinin kendi rejimleri için tehlike olarak gördükleri Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) örgütünün bir uzantısı olan Hamas’a Gazze’de yer vermek istemeyenler çok.  Ancak Batı Şeria’yı İsrail denetimi altında yöneten El-Fetih’in de Gazze’yi idare etmesi, hem güvenliği sağlayacak çok uluslu bir gücün kurulmasını hem de Hamas’ın sahada tamamen yenilmesini gerektirecektir. Hamas tamamen devre dışı kalmadıkça Arap ülkelerinin askerlerini tehlikeye atacak suretiyle Gazze’de kurulacak çok uluslu güce katkıda bulunmaya hevesli oldukları söylenemez.

Belki iktidarın Müslüman Kardeşlere duyduğu yakınlıktan kaynaklanan ve aleni bir şekilde dile getirilen Hamas sempatisinin etkisiyle Gazze halkı ile Hamas arasında fark bulunduğu bilincinin yaygın olduğu söylenemez. Bununla birlikte nispeten ılımlı ve ateşkes taraftarı Haniye’nin öldürülmesinden sonra radikal Sinvar’ın seçimi ülkemizde geçiştirildi.  Hatta anladığım kadar iktidar onu tebrik etmekten kaçındı.  Belki de Sinvar ile ateşkese ulaşmanın çok daha zor olduğu bilinciyle böyle hareket edilmiştir. Ve tabii saklandığı tünelden çıktığı anda İsrail tarafından öldürüleceğine kesin gözüyle bakılan Sinvar’ın Haniye’den farklı olarak ülkemize davet edilmesi söz konusu olamaz.   

Kamuoyuna aşılanan ve geçen haftaki yazımda izah etmeye çalıştığım şekilde gerçekte pek pratik bir etkisi olmayan Netanyahu düşmanlığının yarattığı bir sonuç, ülkemizin Hamas-İsrail denkleminin tamamen dışında kalması olmuştur. Ateşkes görüşmelerinde Katar, Mısır ve ABD rol alırken ülkemizin adı geçmemektedir. Diğer ülkelerden farklı olarak askerlerini tehlikeye atmaktan çekinmeyen iktidarımız çok uluslu güce gönüllü olmuş ancak olumlu cevap alamamıştır.

Bu bile uluslararası ihtilaflarda rol alabilmek için ülkelerin mümkün olduğu kadar tarafsız kalması gerekirken kamuoyunu da etkileyecek şekilde bir tarafı tutmanın sakıncalarını çok açık bir şekilde göstermektedir.  Bunların bedelini uzun vadede göreceğiz korkarım.

Rusya-Ukrayna savaşında kamuoyunda bir Rusya sempatizanlığının aşılandığını ve burada da sözüm ona parçası olduğumuz Batıdan uzaklaştığımızı görüyoruz. Dikkatimi çeken husus özellikle Batı düşmanı çevrelerde, ki bunlara emekli komutanlar da dahil, Rusya ve Putin taraftarlığının çok yüksek olmasıdır. Oysa demokrasisi özürlü ülkemizde bu durumdan şikayetçi olduğunu farz ettiğim çevrelerin Putin gibi eli kanlı bir diktatöre sempati duyması şaşırtıcı değilse nedir bilmiyorum. Düşmanınım düşmanı dostumdur gibi hastalıklı bir ruh halinin etkisiyle başından beri savaşın Rusya tarafından kazanılacağını heyecanla iddia edenlerin sayısı az değildir.  Bunun neticesinde Rusya’nın Ukrayna’da yol açtığı ve tıpkı Netanyahu gibi Putin’in de savaş suçlusu ilan edilerek Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması tehdidiyle karşılaşmasına yol açan katliamlar ülkemizde ya dikkat çekmemiş ya da küçümsenmiştir.   

İktidarın bu savaştaki politikası da Hamas-İsrail savaşındaki gibi sakat temellere oturtuldu.  Ukrayna’ya göz kırparken Rusya’yı idare etmek, ancak Boğazları Rus savaş gemilerine kapatmak suretiyle Putin’i kızdırmak, Batının uyguladığı yaptırımlara karşılık olarak buradan para kazanmaya çalışmak, hatta Batının yaptırım tehditlerine maruz kalacak şekilde özellikle askeri kullanımı mümkün olan hassas ürünlerin ülkemiz üzerinden ihracatına izin vermek ilerisi için ciddi tehlikelere yol açabilecektir. Bir ihtimal bu ürünlerin ülkemize satışının durdurulması ve bu suretle onları girdi olarak kullanan sanayimize bir darbe indirilmesidir. Umarım o noktaya varılmadan ülkemiz gerekli tedbirleri alır.       

Neticede tüm dengeler bozularak hareket edildiğinde hüsrana uğrandığına maalesef yeniden şahit oluyoruz.  Ancak yanlış politikalardan dönüleceğine ilişkin bir işareti de en azından ben görmüyorum.

- Advertisment -