Geçen pazar “Photoshop’tan iktidarın ‘fotoğraf dükkânı’na…” yazımın yayınlandığı gün gündeme, ekranlara yukarıdaki fotoğraf yerleşti. Farklı kesimlerde farklı etkiler yaratan böyle karelerle fotoğrafın belge niteliği de derinlik kazanıyor.
“Belge”nin sözlüklerdeki karşılığı da derin, gezgin zaten. Kökeni “Eski Türkçe”den: “Alâmet, işaret, nişan…” Bir belge olarak fotoğraf da birçok şeyin sûreti. Öyle ki bazı kareler bir belirti, işaret olmasının ötesinde bir “nişan”.
Farsça’dan gelen “nişan” da mânâsı zengin kelimelerden… “Bir şeyi göstermek için dikilen şey, taş”tan “hedef”e, “evlilik sürecindeki bir sözleşme ve tören”den “bir insana ya da şeye özelliğini veren hususu, ayırıcı vasfı, markayı, damgayı” iki kelimede özetleyen “alamet-i farika”ya, “bir yaranın kalan izi”nden, “padişahın imzasına, tuğrası”na kadar birçok anlamı var.
Her anlamıyla “nişan”
Yazımın ana fotoğrafının bana etkisinin de “belge”nin, “nişan”ın bütün bu anlamlarını karşılayacak güçte olduğunu söyleyebilirim. Gündemdeki mânâlı manzarası, bugünün memleket albümündeki yeri de etkisini çoğaltıyor elbette.
Fotoğraf Gelecek Partisi’nden istifa ettikten hemen sonra geçen pazar AK Parti saflarına katılan Serap Yazıcı Özbudun’un transfer töreninden… O törenle ilgili kareler, görüntüler “fotoğraf okuması” kavramını -mesleki terminolojideki anlamını- genişleterek yazımının başlığına almamın da nedeni. Fotoğraf albümü okumaları da denilebilir. “Roman gibi fotoğraf, çevir çevir oku” da…
Sahnedeki çilingir masası
Evvelâ Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti’nin 8. Olağan Kongresi’nde o törenden önce yaptığı konuşmadaki bir cümleye değineceğim. Zira geçen haftaki yazımda iktidarın, çevresinin “muhalefetle mücadele stratejisi”ne dair verdiğim “suyu çıkmış” örneği fena hâlde güncelliyor.
O yazımda sakız gibi çiğnenip patlatılan “kampanya balonu” vurgusuyla “harcıâlem” bir örnek olarak yer verdiğim “rakı masası” geçen pazar yine sahneye taşındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İktidarın 22 yıllık eşsiz başarıları”nı anlatırken muhalefete yine oralardan taarruzuyla: “Bu eşsiz başarıya öyle çilingir sofralarında kadeh tokuşturarak, kaynağı belirsiz balya balya paralardan kuleler yaparak ulaşmadık.”
Kulağıma geldiği kadarıyla çilingir sofralarında, hatta birçok evde artık “sofra” olarak tanımlanamayacak masalarda konuşulan “balya balya paralar”ın, dikilen yahut savrulan “para kuleleri”nin mimarları farklı anılsa da demek hâlâ “iş”e yarayan, dişe dokunan bir cümle.
“Adında AK”, ışığı amblemden
O cümleyi yerine bırakıp, “okuma”ma yukarıdaki fotoğrafın öncesindeki kareyle başlamak istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan Yazıcı’ya rozetini takıyor… MKYK listesine girmiş zaten. Rozeti de takıldıktan sonra Erdoğan Yazıcı’nın elini tutup havaya kaldırıyor. Fonda “ADINDA AK /IŞIĞINDA İSTİKBAL” yazısı… Töreni sunan görevlinin başının arkasında partinin amblemi ampul parlıyor.
Olağan Kongre’nin teması dört kelimelik o slogan. İlhamı -doğrudan- partinin adı ve ampul ambleminden geldiği için o da olağan gibi. Partinin adı -resmen- AK… Ama o tema slogan olarak atıldığında yıllardır gündeme gelen “vukuat”larla, ağır iddialarla bazı kulaklara “aksak” ritimle, “tablo”lara farklı renkle yansıması da olağan. Her an ağırlaşan hayatın, gidişatın “ışığında” o yolda istikbal de aydınlık görünmüyor.
Lâkin Yazıcı’nın AK Parti’de gördüğü istikbal(i) farklı olmalı. Cumhurbaşkanı ile el ele tutuşup kolunu havaya kaldırıyor. Yanına kendisi gibi başka partiden olup da Meclis’e başka partiden milletvekili seçilerek girdikten sonra AK Parti’ye geçen diğer isimler birikince de aynı ritüel, “Haydi, hep birlikte, bir daha” yineleniyor. Eller havada…
Fotoğraflarda uçuşan semboller
Dev hoparlörlerden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesiyle o nostaljik nağme çınlıyor salonda: “Beraber yürüdük biz bu yollarda…” Bülent Arınç’ın “Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen, hem yolunu kaybedersin, hem dostunu…” sözleri aykırı notasıyla çınlıyor kulağımda.
Semboller uçuşuyor sahnede. Fotoğraflar, görüntüler konuşmaya devam ediyor. Yine başka partiden olup da başka partiden milletvekili seçilip TBMM’ye giren Ünal Karaman transfer töreninde oğluyla birlikte. Oğlu Erdoğan’ın elini öpüyor, rozetler takılıyor, sıra toplu fotoğrafta.
Fotoğraftaki “yardımcı”…

Bir başka fotoğraf… Tüm tören boyunca Erdoğan’ın solunda Genel Başkan Yardımcısı Erkan Kandemir duruyor. Avucunda tuttuğu AK Parti rozetlerini Cumhurbaşkanı, Genel Başkanı Erdoğan’a vererek yardımcı oluyor.
Karamanlara rozetleri takılınca Kandemir de Genel Başkanı’nın elini tutup kareye girmek istiyor ama… Erdoğan Kandemir’i önce eliyle durduruyor, ardından da hafifçe itip, uzaklaştırıyor. Kandemir kadrajın dışında, solundaki Grup Başkanı Abdullah Güler’le el ele kalıyor bir süre. Ardından da sağında, ötelendiği yerde Erdoğan ile el ele gülümseyen Karaman’ın oğlunun sırtını sıvazlıyor.
Herkesin hatırası kendine
Dizi dizi “hatıra fotoğrafları” çekiliyor o törenden… Herkesin o günle ilgili hatırası kendine tabii. Kandemir’in hatırası da öyle, bir ara yüzünden de okunuyor biraz. Serap Yazıcı’nın henüz anı olamayacak kadar taze hatıraları da hayatındaki hızlı değişimin etkisiyle değişti mi bilemiyorum.
Yazımın fotoğrafının bana, birçok insana etkisinde de Yazıcı’yla ilgili “hatıralar”ın payı var kuşkusuz. Birlikte yaşanmamış da olsa o da “hatıra” sayılır bence, belki sonuna bir “artık” da eklenebilir. Oysa dün gibi. Esasında “gibi”si de fazla.
Tam muhalefetin kalemi

Önemli, dolu dolu hayatı fotoğraflarının etkisini de çoğaltıyor. Meclis’e CHP Antalya sıralarından seçilerek giren Yazıcı Anayasa Hukuku Profesörü. Kazandığı bursla İngiltere Bristol Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde “Otoriter sistemlerden demokrasiye geçiş” üzerine eğitimi var.
Akademisyenlik hayatının ardından 2020’de katıldığı Gelecek Partisi’nde de “İnsan Hakları Başkanı”. Meclis’te “Adalet”, “Anayasa” ve “Kadına karşı şiddet” komisyonlarında görev yapıyor. Birikimiyle de tam muhalefetin kalemi esasında.
Uzmanlığı, çalışma alanı nedeniyle bu ülkede başını kaşıyamaz. Son beş yıldır 2020’de Gelecek Partisi’ne geçmeye karar vermesini etkileyen süreçten de beter iktidar manzaraları yaşanıyor. En ağır, vahim göstergeleri, “fotoğraf”ları da Yazıcı’nın uzmanlık, “hak hukuk” alanında. Hayatında bu konudaki bilgisinin yanında titizliğini de ortaya koyan örnekler az değil.
“Yarın”la ilgili “samimi düşünceleri”

İlgili belleklerde hatırlattığı değerler, kavramlar, o birikim, gazeteci, yazar Cansu Çamlıbel’in Yazıcı ile 2023’de yaptığı önemli röportajın (¹) bugün yeniden gündemde olmasının da nedenleri arasında. Anayasa Hukuku Profesörü eşi Ergun Özbudun’un vefatından yaklaşık 40 gün sonra 11 Aralık 2023’de yayınlanan o söyleşi içeriğinin yanında, gazetecilikte “röportaj”ın yeri, “hakkı-hukuku” açısından da bir örnek.
Prof. Yazıcı da memnun; ağır, çok sert eleştirilerini içeren söyleşiyi yayınlandıktan sonra “X” hesabından fotoğrafıyla paylaşıyor. Altındaki mesajı şöyle: “Sayın Cansu Çamlıbel’le yaptığımız röportajda Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınıyla ilgili samimi düşüncelerimi paylaştım. Sayın Çamlıbel’e ve T24’e teşekkür ederim.”
“Gelecek için kazanacağız”!
Birçok başlığı güncel “fotoğraf okumamı” da etkiliyor tabii. Esasında o röportajda Yazıcı’nın “dün, bugün ve yarın”la ilgili net “tahlil, teşhis”leri, ayrıntılı, karanlık gelecek projeksiyonları, bugünün manzarasını da o günden ortaya koyuyor.
Yazıcı’nın tasavvuru da öyle. Seçimlerde afişlerindeki slogan bile: “Gelecek için kazanacağız”. Ama kazandığı o “gelecek” çok çabuk değişiyor, gelecekle ilgili umutları da çizdiği tablodaki ters yönlü raya giriyor. O söyleşiden aldığım birkaç cümlesini “fotoğraf altı” babından sıralamak istiyorum:
“Otoriterizmi kurumlaştırmak”: “(Başkanlık sistemi için) yaptıkları anayasa değişikliğini biçimsel olarak incelediğiniz zaman (…) aslında otoriterizmi kurumsallaştırmak için yapılmış bir anayasa değişikliği olduğunu görürsünüz. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ de tam bu modele, bu tanıma uygun bir anayasa değişikliği ile gerçekleşti”.
“Ciddi gayrimeşruluk gölgesi”: “Cumhurbaşkanı hükümet sistemi, darbe koşullarından daha ağır koşullarda oylandı. (…) 2017 referandum oylamasının üzerinde ciddi bir ‘gayrimeşruluk’ gölgesi vardır”.
“12 Eylül’den farkı yok”: “Kayyum yetkisi de 12 Eylül anayasasının ürünüdür, demokratik bir anayasa İçişleri Bakanı’na böyle bir yetki vermez”. “Bugünkü ortamın 12 Eylül askeri rejiminin yarattığı ortamdan ben hiçbir farkını görmüyorum. O yüzden kendimizi kandırmayalım. Bir ülkede yönetilenlerin adalet olduğuna, hukuka sadık kalındığına dair inancının yerleşmesi çok önemli”.
“Mücadelene devam et” vasiyeti
Aynı röportajda önceki ay kaybettiği eşini bu vesileyle de anıyor: “Sayın Ergun Hocam hiçbir zaman o dönemde (2007) Türkiye’nin demokratikleşme sürecine verdiği destekten pişman olmadı. Ama tabii Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin sonradan hukuk devletinden, demokrasi değerlerinden, insan haklarından sapmakta oluşunu Ergun Hocam çok büyük üzüntüyle izledi. Ömrünün son yıllarını gerçekten de bu üzüntüyle geçirdi.
Hatta vefatından önce, 28 Mayıs seçiminden sonra bana şunu söyledi: ‘Serap artık benim Türkiye’de yeniden demokrasiye dönüşü, hukuk devletine dönüşü, insan haklarına dönüşü görmeye ömrüm vefa etmeyecek. Seninki eder mi bilmiyorum, tereddütteyim. Ama sen mücadeleci bir insansın. Bu yöndeki mücadelene devam et’ dedi.”
“Türkiye uçurumdan yuvarlanıyor”
Yazıcı’nın son yıllarda muhalif bir hukukçu olarak “tahlil ve teşhis”lerinden, sert açıklamalarından ikisini daha hatırlatmak istiyorum. Twitter’dan 1 Eylül 2022’da paylaştığı mesajı da bugün gündemde: “1 Eylül 2022 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bu otoriter yolsuzluk düzenini kurmak için icat edildi!”
Meclis’te 24 Aralık 2023 Bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşma da bugün ve yakın gelecekle ilgili fikir veriyor: “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye’yi bir felakete sürüklemiştir, artık Türkiye bu uçurumdan yuvarlanmaktadır.”
İlgili herkesin “hakkı hukuku”
Yazıcı’nın kararının transfer olan diğer isimlerden daha derin yankılanmasında bütün bunların payından, bir bakıma ilgili herkese de değen “hakkı hukuku”ndan söz edilebilir. “Bu hak-hukuk” eleştiri özgürlüğünü de genişletiyor, dozajını da etkiliyor.
Serbestiyet’e yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmeden “çok etkilendiğini” vurgulayarak “Bana çok güven verdi” sözlerinin istifhama, koyu soru işaretlerine neden olması da böyle bir tabloda normal.
Sorular da… Yazıcı’nın bir hukukçu olarak söylemekten, ayrıntılarıyla tasvir etmekten kaçınmadığı o iktidar tablosunda ne değişti, o ağır manzara, iktidara “güven”i(ni) çoktan yok eden o tablo nasıl telafi edildi ki o kararı alabildi?
“Hakikaten gerçek mi bu?”
İktidarın “otoriter”, kendi deyimi, tasviriyle “darbe koşullarından daha ağır”, “12 Eylül’den farksız”, “gayrimeşru” düzeni tek görüşmede nasıl bir düzeltme, yapma, icraat vaadiyle güven verdi? “Artık uçurumdan yuvarlanan Türkiye”de Yazıcı’ya nasıl tutunacak bir dal oldu?
Hem de çok önemsediği yargıya, hukuka güvenin, inancın bugünkü hâlini Çamlıbel’le yaptığı röportajda Can Atalay’a karşı açıkça “Anayasa, hak ihlali” yapıldığını ısrarla, ayrıntılarıyla, uzun uzun vurgulayarak da ortaya koymasına rağmen.
Aynı röportajda o konudaki değerlendirmesini “27 Ekim 2023’de Atalay ile ilgili gerekçeli karar yayınladığı gün bir televizyon kanalına yaptığı açıklamayı” hatırlatarak da pekiştiriyor: “En geç bu gece serbest bırakılacak. Mutlaka serbest bırakılacaktır, dedim.”
Bırakılmaması aklıma ağırbaşlı WhatsApp gruplarımızda iktidarın güncel icraatlarının hâlâ bendini aşan, “Hakikaten gerçek mi bu?”, “Yok canım!” nidalarına neden olan dozajda olmasını hatırlatıyor. Yazıcı’nın duyguları, nidaları da muhtemelen öyleydi.
“Suç işlememelerine rağmen”
2023’de bir televizyon kanalında yaptığı açıklama da belleklerde: “İfade hürriyetinin ihlal edilmesi pek çok kişinin, pek çok muhalif figürün aslında suç işlememiş olmalarına rağmen hürriyetlerin mahrum kalmaları; bunun tipik örneklerinden birisi Osman Kavala, diğeri Selahattin Demirtaş…”
Yazıcı’nın açıklamalarına göre “suç işlememiş olmalarına rağmen” Demirtaş dokuz, Kavala yedi, Atalay üç yıldır hapiste… Gözaltı, tutuklama serileri artarak sürüyor. Yani elini Cumhurbaşkanı ile birlikte havaya kaldırırken, yıllardır ısrarla tepki gösterdiği “açık hak ihlalleri” berdevam. Bu tablo da hukukçu kimliği, birikimiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmesini özetleyen “Bana çok güven verdi” cümlesinin altını pek doldurmuyor olmalı.
“Korkunç, enkaz, her şey tepetaklak”
Yeniçağ TV’de 14 Ekim 2024’de, yani dört ay önce, Orhan Uğurluoğlu ile yaptığı söyleşide özetlediği güncel ülke tablosu da farklı değil. “Tahlil, teşhis, tasvir”leri yine çok ağır, çizdiği tablo çok karanlık. Ne yukarıdaki fotoğrafta -eller havada- önünde durduğu “ADINDA AK /IŞIĞINDA İSTİKBAL”e, ne de arkasındaki ampul sembolünün ışığına kapı aralıyor.
Açıklaması aynen şöyle: “Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu çok korkunç bir süreç. Yani hukuki bakımdan enkaz içindeyiz devlet kurumları aynı şekilde hukuki bir enkaz içinde. Türkiye’de her şey tepe taklak olmuş durumda.”
“Kapalı kapılar ardında olmaz”!
Başka bir açıklaması da bugün yine fikir verici. Halk TV’de 2021’de katıldığı “Haber Masası” programında Demirtaş’ın “İktidar parlamenter sisteme dönüş pazarlığı yapıyor” iddiası hatırlatılınca Yazıcı’nın değerlendirmesi özetle şöyle:
“Gelecek Partisi olarak ‘güçlendirilmiş parlamenter sistem’le ilgili bir proje hazırladık ve tüm partilerden randevu talep ettik. MHP reddetti, AKP cevap bile vermedi. AKP bu sistem içinde iktidarı kaybedeceğini anlamıştır. Oyları eriyor… İktidar bloğu bu şartlar altında bir proje yapıp pazarlıklar içine girmeyi hayal ediyorsa bu beni şaşırtmaz. Ama bizim kapalı kapılar ardında bir pazarlığımız olamaz.
“Menfaat temin etmeyiz”!
Bugün içine sürüklediğimiz bu durumun müsebbibi bu sistemi getirenler, AKP ve MHP aktörleri. Dolayısıyla onlara menfaat temin etmek için hiçbir projemiz olamaz. Açık seçik ben bunu ifade etmiş olayım.”
Bu açıklaması, geçen hafta Cumhurbaşkanı ile yaptığı “kapalı” görüşmeyi, o görüşmede onu çok etkileyen, ona çok güven veren konuşmaları, varsa şartlarını, yani bir bakıma pazarlığı (bir sonuca ulaşmak için yapılan görüşme) da akla getiriyor. İktidarın onun transferiyle elde ettiği menfaati de…
“AKP”den “AK Parti”ye…
Sevimsiz, lüzumsuz bir ayrıntı gibi gözükse de bir “değişim”den daha söz etmeliyim. Yazıcı o dönem açıklamalarında AK Parti’yi hep sözle-yazıyla “AKP” olarak anıyor. Bugün o da değişiyor, açıklamalarında, mesajlarında artık AK Parti var. “X”de 23 Şubat 2025’deki mesajı şöyle: “8. Olağan Kongresinde Adalet ve Kalkınma Partisi’ne katıldım. Davetleri için Sayın Cumhurbaşkanımıza ve Ak Parti’deki arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
“Sarı odalar”daki tablo
Gönül yazımın sonunu, “Umarım dijital dünyada asla kaybolmayacak, her vesileyle gündeme gelecek bu ‘fotoğraf’ı, ‘okuması’nı -biraz olsun- değiştirecek, yumuşatacak bir ‘mucize’ olur” babından bağlamak isterdi ama… Çok zor, gönlüm de hiç oralı, müsait değil. Her şeyi duvarda koskoca, böyle bir tablonun asılı olduğu odalarda konuşuyor, “sarı odalar”da umuyoruz.
AK Parti koltuklarına yeni yahut yeniden oturanlara dair temenniler de yukarıda vurguladığım tahlillere, teşhislere, değerlendirmelere, iddialara vesile olan bir iktidarın koyu gölgesinde. Katılım töreni de, manzarası, seyri de öyle.
Mesela deneyimli, birikimli bir “ekonomist” olarak ayrıldığı iktidar saflarına yeniden dönen, dönüşü “yeni, umutlu bir adım” olarak da değerlendirilen Mehmet Şimşek’in hayatındaki o anı gösteren fotoğraftaki tablo, o çiçekli esintisi de “mevsim”i değiştirmedi. Ondan önce de sallanan o koltuktaki selefi Nureddin Nebati’nin “gözlerine bakıyorduk”, nafile.
Siri araya girdi: “Bir hata oldu”

İktidar tablosunda Şimşek de artık sessiz-sedasız bir teferruat gibi görünüyor. Umut desen… Göstergeler halen ağır, gidişat hâlâ muamma. Yanına yepyeni, taze fotoğraflar da eklenmiş üstelik: Şimşek’in o görevi kabul ederken belki hayalinde bile canlandıramayacağı TÜSİAD Başkanı ve YİK Başkanı’na gözaltı fotoğrafları…
Sanki bakanlık koltuğuna oturduktan sonra 7 Ağustos 2024’de Ahaber’deki canlı yayında “Türkiye’ye yatırım gelir” dediği anda telefonundan İngilizce, bangır bangır, birkaç kez araya giren Siri’nin uyaran “kehanet”i: “Bir hata oldu, lütfen tekrar deneyin!” O da fotoğraflardan bile silinen “Adalet”in, “hukuk devleti”nin yanında “ekonomi”nin toplu fotoğrafı.
Devir teslim ve devridâim
İki yıl önce “Ekonomide iktidardan yeni adım” başlıklarıyla da gündeme gelen o “devir teslim töreni” bugün devridâim tınısıyla çınlıyor kulaklarda. Şimşek’in o günkü açıklaması, vaatleri ise eski bir fotoğraf altı:
“Hükümetimizin temel hedefi toplumsal refahı yükseltmektir. Önümüzdeki dönemde bu hedefe ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır.” Açıkladığı “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi” ise parodi malzemesi… “Fotoğraf okumaları”na gelecek pazar devam etmeye çalışacağım.
(¹) “Prof. Dr. Serap Yazıcı’dan ‘iki ayrı Erdoğan’ vurgusu: Bugünün 12 Eylül rejiminden farkı yok; kadın olarak hedef alındığımdaki tavrı nedeniyle şükranla anıyorum”, Cansu Çamlıbel, 11 Aralık 2023, T24.