DEM Parti İmralı heyeti üyesi Pervin Buldan’ın Medya TV yayınındaki sözleri tartışılıyor:
“Bu süreç tüm Türkiye’yi ilgilendiren bir süre. Sadece bir kesimi ilgilendirmiyor. Türkiye’nin tamamını ilgilendiren bir süreç olduğu için iktidarın görevi bu kesimleri ikna etmesi ve sürecin içine katması gerek.
Ancak bu yönlü bir çaba görmüyoruz. Bizim yaptığımız, söylemlerimiz ile birçok kesimi sürecin içine kattık ancak hala katılmayan karşı olan kesimler var. Sayın Öcalan son görüşmede medyanın dilinden rahatsız olduğu üzerinde de durdu.
Medyanın diline dönük ciddi eleştirileri var. Hala birçok kanalın ve yorumcunun geçmişteki düşmanca dili sürdürdüğünü özellikle belirti. Bu kesimlerin derdinin barış ve kardeşlik olmadığını, hamaset ve düşmanlık olduğunu açık bir şekilde ifade etti.
Medyada bazı kanalların sürecin aleyhine ifadeler kurması bizim çözeceğimiz bir sorun değil. Buda iktidarın meselesi. Bugün medya da yargıda AKP’nin elindedir. Bütün bunları iyileştirmek iktidarın görevi ancak burada da bir ilerleme kaydedilmediğini ifade etmek isterim.”
Buldan’ın iktidardan medyaya müdahale etmesini ve bunu elindeki yargıyla yapmasını istemesi olarak eleştiriliyor bu sözler.
Evet, o anlama gelen bir tarafı var.
Ama Buldan, konuşmanın tamamında iktidardan kendilerinin ikna edemeyeceği toplum kesimlerini ikna etmesini ve sürece katmasını istiyor.
İktidarın elindeki medyadan da bahsediyor sadece muhalif medyadan değil.
İstediği müdahale biçimi de “iyileştirmek.”
Son bir yıl da dahil olmak üzere Türkiye’de yargının en fazla mağduru olmuş ve medyanın önemli bir kısmında hala ambargolu olan bir siyasi partinin yöneticisi bir cümle için sansür istemekle suçlamak fazla ileri bir yorum.
Ama süreçteki iktidar-DEM diyaloğundan rahatsız olup bunu çözüme karşıymış gibi görünmemek için dillendiremeyenler için bu cümle biriktirilen cerahati boşaltma vesilesi oldu.
100 bine yakın insanın öldüğü ya da yaralandığı düşünülen 50 yıllık bir çatışmanın bitmesi için yürütülen bir süreçte medyanın elinde karşılıklı kini ve nefreti körükleyecek çok malzeme var.
Her iki taraf da bu acıları hatırlatarak, bu işlerin failleriyle müzakere etmeyi, anlaşmayı ya da onların affedilmesini toplumun gözünde şeytanlaştırabilir.
Yapanlar var zaten. Bunu gazeteciliğin içinde kalarak bile yapmak mümkün.
Peki, bunu yapmak ne işe yarar?
Çatışmanın, intikamın, kinin 50 yıl daha yeni acılar ve çatışmalar üretmesine.
50 yıl boyunca yaşanmış olanların bir 50 yıl daha yaşanmasına yetecek kadar malzeme var.
Bu 50 yılda devlet PKK’yı bitirmek için her türlü rutin ve rutin dışı yol denedi. Ama PKK bitmedi. PKK’nın siyasi kanadı olan parti 6,5 milyon oy alıyor hala.
PKK da şehirlerin ortasında bomba yüklü araç patlatmaktan, karakol basmaya kadar herşeyi yaptı. Ama kuruluşundaki amaçların hiçbirini gerçekleştiremedi. Türkiye’den bir karış toprak alamadı.
50 yıl sonra ilk defa başka bir yolla bu iş bitirilmeye çalışılıyor.
Ve elde iki değerli şey var; Birincisi örgütün silahı ve şiddeti ideolojik olarak reddedip, kendini tasfiye etmeye gönüllü olarak karar vermesi.
İkincisi; devletin ve hep en radikal siyasi çözüm karşıtı olmuş MHP’nin bu işi müzakereyle bitirmek için bir kapı açması.
Zaten bir çatışmanın bitmesi için iki demokrasi ya da hukukun üstünlüğüne değil, temelde iki şeye ihtiyaç vardır:
Çatışmanın iki tarafının bitirme isteğine.
Bu istek orada olduğu sürece bu iş sürdü ve sürecek.
Öcalan’ın silaha karşı tavrı taktiksel ya da yoruma açık değil.
Silahlı mücadele defterini geriye dönüşsüz olarak kapattı.
İmralı’da kendisiyle görüşenlere kamuoyuna açıkladığından daha net ve tevil edilemeyecek cümlelerle silahın bittiğini, bunun stratejik bir karar olduğunu anlatıyor.
Peki, 50 yıllık bir silahlı örgütün liderinin bu kararlığına verilen karşı tepkiler çok tuhaf değil mi?
Bir silahlı örgüt kendisi silah bırakacağını söylüyor. Ona bırakma mı denmeliydi?
Ya da” ister bırak ister bırakma ben senle 50 yıl daha savaşırım mı?
Anlaşılan Öcalan da bunun şaşkınlığını yaşıyor.
Ankara’daki kaynaklardan öğrendiğime göre Öcalan bir süredir Sözcü TV ve TELE 1 tv de izlemeye başlamış.
Televizyonunda diğer bazı iktidar yanlısı ve muhalif kanalları zaten izliyordu.
Ama son izlediği iki kanalda çözüm sürecine karşı hararetli itirazları izlemiş ve bunun şaşkınlığını yaşamış.
Çünkü Öcalan aldığı karara tepki beklediği yer burası değildi.
Esas bu karara tepki gösterecek, 50 yıl bir davanın arkasından götürdüğü kendi örgütü ve Kürt kamuoyu olabilirdi.
Onların adına bu kararı aldı ve sık sık bunun tarihsel riskini yükleniyorum diyor.
Nihayetinde örgütü silah bırakıyor. Devlet zaten bunun için 50 yıldır uğraşıyordu.
“Peki, bunun nesine karşı çıkıyor bunlar, neden örgüt ve devlet bu sürece evet demişken buna itiraz ediyorlar” şaşkınlığı ve kızgınlığını kendisiyle görüşenlere bildirmiş.
Öcalan’ın Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın geldiği aşamadan habersiz olduğu anlaşılıyor.
Burada mesele çözüm bile değil. Gazze’den Trump gezisine her konu büyük siyasi kutuplaşmanın bir parçası olduğu gibi çözüm de öyle.
Aslında Öcalan’ın o tvlerde izlediği hararetin sebebi çözüm karşıtlığı değil, iktidar karşıtlığı.
Ayrıca süreç tepelerdeki anlaşma ve müzakerelerle ilerlediği için toplum ve medya daha geriden geliyor.
İktidar ve muhalefet medyasının bu meselede nasıl devletin ve siyasetin gerisine düştüğüne dair çok ilginç veriler var.
Hafta sonu İzmir’de Bayetav ve Kürt Çalışmaları Merkezi’nin birlikte yaptığı “Yeni Sürecin Birinci Yılı. İç Dinamikler ve Bölgesel Etkiler Çalıştayı”ında çeşitli eğilimlerden siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler ve sivil toplum önderleri biraraya geldi.
Bundan bir yıl önce süreç henüz Bahçeli’nin Öcalan’a çağrı yapma aşamasındayken benzer insanlarla Van’da buluşup konuşmuştuk.
Süreci desteklemesi beklenen insanlarda yoğun bir güvensizlik ve şüphe vardı.
Ama arada 19 Mart operasyonu, kayyumlar gibi pek çok heves kaçırıcı hadise olmasına rağmen bir yıl sonra aynı hazirun sürecin kendi dinamikleriyle yürümekte olduğuna artık ikna olmuştu. Barış mı demokrasi mi önce gelir türü bitmek bitmez tartışmalar yapılmadı.
Çünkü demokrasi pek yokken barış için adım atılmıştı, daha da azalırken süreç devam edebilmişti.
En hararetli tartışmalar ise Suriye merkezli olarak yapıldı. Toplantı sürerken oradaki müzakerelerden de ilerleme haberleri geldi.
Toplantının açılışında Kürt Çalışmaları Merkezi direktörü Reha Ruhavioğlu, medyanın sürece bakışı ile ilgili bir araştırmayla ilgili çok ilginç veriler açıkladı.
Beklenileceği gibi süreçle ilgili iktidar medyası muhalif medyadan daha pozitif. Talihin bir cilvesi en pozitif yayınları yapan iktidara yakın medya organı Hürriyet.
Ama aynı verilere göre Bahçeli ve Erdoğan’ın sürece karşı kullandığı pozitif dil iktidar medyasının önünde.
Bahçeli ise hepsinin önünde.
Erdoğan’a yaklaşabilen sadece Hürriyet var.
Muhalif medyada ise durum daha facia. Özgür Özel, sürece karşı kullandığı dilin pozitifliğiyle muhalif medyanın çok önünde duruyor. En yakınına gelebilen Halk TV. Neredeyse yalnız biçimde süreci savunuyor Özel.
Yani hem Ekim 2024 öncesi dilini ve elindeki terör kartını terk etmekte zorlanan iktidar medyası hem de ulusalcı reflekslerini ve iktidara karşı olan pozisyonunu süreç üzerinden sürdürülen muhalif medya siyasetin ama daha çok sürecin gerisinde kalmış durumda.
İşte Öcalan da televizyonuna yeni eklenen iki kanalla bununla karşılaşmış oldu.
Bunu düzeltmenin yolu tabii ki iktidarın sopasını kullanmak değil.
Ama medya “devlet ve örgüt anlaşmışken ben ne yapıyorum böyle, en azından bu meselede muhaliflik yapmaya değer mi, bu nefreti kaşımanın bedeli çok ağır olmaz mı” diye kendini sorgulayabilir…