Doksanda asılı acımız

In the wake of the Ankara tragedy I thought of all this yet again. A pathological political culture had for some time been running below the surface but variously signaling its presence to society at large. The 10th October catastrophe brought it out into the open, exposing all its defining characteristics. This is a tradition of political behavior that we have long been familiar with through the history of the so-called “revolutionary left.” An outlook that lacks responsibility, and is also alien to common sense.

Türk Milli Takımı-İzlanda Milli Futbol takımları arasında oynan maçın başlangıcında Ankara’daki bombalama olayında ölen vatandaşlarımız için saygı duruşunda bulunuyordu takımlar. İzlandalı ve Türkiyeli genç futbolcular kollarında karabantlarla orta yuvarlağı bölüşüp omuz omuza verip başları önde yapabileceklerinin en iyisini yapıp sessiz sedasız bir acıya ortak oluyorlardı. Oysa tribünlerin bir kısmı onlar gibi düşünmüyordu.

 

Sessizliği bozdular ve Ankara’da katliamda ölenler için saygı duruşunu anlamsız bulduklarını gösteren bir tavır içine girdiler. Önce tek tük protest sesler yükseldi ardından tekbir sesleri yükseldi stadyumda. Bugünün siyasi tavrı/tepkisi olarak zikredilen Tekbir’i Hz. Muhammed bayram namazları boyunca söylemiş/tekrarlamış ve nesillere böylece yazı/söz olarak ulaşmış.

 

Cenazeye saygı da saygı duyana saygı da yine İslam’ın erdemleri arasında. Hz. Muhammed’in tanımadığı insanların cenazelerine saygıda kusur etmediği önünden geçen bir cenazeye saygı için ayağa kalktığı gözden kaybolana kadar sessizlik içinde izlediği rivayetten öte bir aktarmadır/doğrudur.

 

Konya’da tribünlerden yükselen sesler bu tür ölümlerin yasının tutulmayacağı yönündeydi. Tartışılır… Ölümde seçme yapılmaz. Nedeni ne olursa olsun… Hac faizesini yerine getirirken kaybettiğimiz yüzlerce insana üzülmek de Ankara’da ölenlere üzülmek de insanlığımızla ilgili tarafgirliğimizle değil. Depremde yitirdiklerimize üzülmek de trafik kazasında kaybettiklerimize de içkiden ölenlere de… Taksiratını Allah’ın yapabileceği bir durum üzerine söz söylemek de inananın harcı değil… Bunca ölen vatandaşımız için yapılan saygı duruşunda susamamak/sessizleşememek inancımızla değil toplumsal melekelerimizi kaybetmemizle ilgili bence. Mahallede ölen olsa –ne kadar sevmezsek sevmeyelim-ayıp olmasın Allah’ın ve komşuların gücüne gitmesin diye radyonun televizyonun sesini kapatıp üzerine örtü örten bir adaptan/terbiyeden geliyoruz… Şık olmadı… En güzelini de Mustafa Denizli söyledi geçen akşam; susacak diliniz de mi yok!!!

 

 Bilinsin/duyulsun istedim… Sahalarımızda görmek istemediğimiz türden hareketler bunlar. Bi Dakka ama şimdi; bi Dakka lütfen…

 

Ve elbette ki Selçuk’un frikik golü. Sol ayağının üzerine %30’luk bir eğimle yatarak ve sağ ayağının iç üstüyle topu hem sağdan sola hem yukardan aşağıya döndürüp/indirerek yaptığı o muhteşem vuruş. Ve o meşin yuvarlaktaki o muhteşem salınış. Acımızı aldı filelere astı tam doksan denilen yerde.

 

Acımız ve hüznümüz üzüntümüz ve kederimiz bir sevince dönüşecekken yarım kalan neşemiz… O doksanda asılı duruyor şimdi… 

Önceki İçerik‘Çözümün’ üç ekseni
Sonraki İçerikBizi kırılgan kılan halimiz