Tanık olduğumuz olayların tarihi kökenleri 1861-65 Amerikan İç Savaşı’na dayanıyor. Dört yıl süren ve köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanan kanlı savaşı kaybedenler, beyazların ve siyahların eşit olmadığını söyleyen; siyahların, yerli ve milli unsur Avrupa kökenli Amerikalıların üstünlüğünü kabulü etmesi gerektiğine dayanan bir ideolojiye sahipti. Bu ideolojinin tabanının ve sembollerinin Trump liderliğinde tekrar dirildiği bir döneme tanıklık ediyoruz.
ABD tarihinin ilk siyah başkanının seçildiği 2009 yılından itibaren ivme kazanan alternatif sağ (alt-right) hareket, sosyal medyada trollük ve taciz yöntemleriyle; ırkçı, yabancı düşmanı ve kadın hareketi karşıtı içeriklerle destekçi toplamaya başladı. 2007’de kurulan Breitbart News haber sitesinde, aşırı sağcı haber yorumcuları ve akademikler, beyazların üstünlüğü ideolojisini alternatif sağ olarak pazarladı. Komplo teorisi ve yanıltıcı haber yaymada özellikle başarılı oldular. 2016 seçimlerinde Trump’a destek verdiler. Trump’ın 2016 seçimleri kampanyasında bu haber sitesinin başında olan Steve Bannon, Breitbart News’ü Trump kampanyasının platformu olarak kullandı.
Trump seçildikten sonra, alternatif sağ platformu ile bağlarını koparmış gibi görünse de, Ağustos 2017’de Charlottesville, Virginia’da meydana gelen şiddet olaylarında rengini belli etti. Charlottesville Belediyesi, Konfederasyon ordularının başkomutanı General Robert E. Lee’nin heykelinin kaldırılmasına karar verince, alternatif sağ gruplar “Sağı Birleştir” sloganıyla bir protesto gösterisi düzenledi. Beyazların üstünlüğünü savunan çeşitli aşırı sağcı ve neo-nazi gruplara karşı, Antifa sol gruplar da Charlottesville’e geldi. Aralarında çatışmalar çıktı. Antifa gruptan genç bir kadın hayatını kaybetti. Trump, bu şiddet olayları hakkındaki tepkisi sorulduğunda, aşırı sağ grupları kınaması beklenirken, her iki tarafta da “iyi insanlar” olduğunu söyleyerek infial yarattı. Bu aslında, 6 Ocak’ta Kongre binasına yapılan baskının ipucunu veren ilk olaydı.
Trump’ın 2016 seçim kampanyası sırasında benimsediği kutuplaştırıcı söylemlerini Beyaz Saray’a yerleşince terk edeceğini, herkesin başkanı olarak birleştirici olacağını bekleyen; her konuşmasını aşırı iyimserlikle ve geleneksel bir başkan beklentisiyle yorumlayanlar, hayal kırıklığına uğradı. Trump, 2020 yılına kadar bu kutuplaştırıcı tavrından vazgeçmedi. Medyayı her fırsatta “fake news” olarak niteleyip itibarsızlaştırmaya çalıştı. Seçimlere bir yıl kala, rakibinin Biden olacağını anlayınca, Ukrayna’dan, ABD yardımı karşılığında Biden’ın oğlu hakkındaki yolsuzluk soruşturmasına devam etmesini istedi. “Quid pro quo” (kısasa kısas) adıyla anılan bu skandal, 2019 sonunda hakkında görevini kötüye kullanmak suçlamasıyla azil süreci başlatılmasına neden oldu. Temsilciler Meclisi iddianameyi kabul etti; ancak Senato’da çoğunlukta olan Cumhuriyetçiler Trump’ı yargılamayı reddedince, azil süreci tamamlanamadı. Trump görevine devam etti.
2020 yılına Demokratların sancılı aday belirleme ve pandemi gündemiyle girildi. Trump, en başından pandeminin önemini idrak edemedi. Gerekli önlemleri almayınca, ABD ekonomisi düşüşe geçti. Trump, pandemi yüzünden seçimi kaybetme ihtimali ile karşı karşıya kaldığında, imdadına “Black Lives Matter” gösterileri yetişti. Pandeminin yol açtığı ekonomik koşulların yoksul kesimleri zora soktuğu bir dönemde, George Floyd adında bir siyah Amerikalı, sahte 20 dolarla sigara almaya çalışırken polis tarafından şiddet kullanılarak gözaltına alındığı sırada öldü. Floyd’un polis şiddetiyle hayatını kaybettiği anları gösteren videonun sosyal medyada paylaşılmasıyla patlak veren “Black Lives Matter” gösterileri, tüm ülkeye yayıldı. Trump, gösteriler sırasında meydana gelen yağmalama ve şiddet olaylarını fırsat bilerek güvenlikçi söylemleriyle siyah ve beyazlar arasındaki kutuplaşmayı daha da köpürttü.
Öte yandan, seçimlerde pandeminin etkisini avantaja çevirmek için bir strateji belirledi. Pandeminin ekonomik etkilerini Demokrat valilere yıkmak için, kısıtlayıcı önlemler alan Demokratlara karşı kışkırtıcı bir dil kullanmaya başladı. Pandemi yüzünden meydana gelen ölümlerden kendisinin sorumlu olmadığını ısrarla tekrarladı. Sorumluluğu “Çin virüsü”ne ve Demokrat valilere yükledi.
Nisan 2020’de bin kadar araç, Trump bayraklarıyla Michigan Valiliği etrafında protesto gösterisi yaptı. Yüzlerce Trump taraftarı, Valilik önünde silahlarla gövde gösterisinde bulundu. Trump, bu gösterileri yatıştırmak yerine, “Michigan’ı özgürleştirin” diye tweet attı. Michigan yerel yöneticileri, kısıtlama önlemlerini uzatma kararı alırken, silahlı ve öfkeli Trump taraftarları Valilik binasına girdi. Kadın vali, kaçırma ve ölüm tehditlerine karşı çelik yelekle gezmek zorunda kaldı.
Trump, seçim yolsuzluğu iddialarına temel oluşturacak diğer planını da bu sırada uygulamaya başladı. Seçim bürolarında virüs kapma riskine karşı posta yoluyla oy kullanmayı tercih edecek Demokrat seçmenlerin oylarının geçersiz sayılması için elinden geleni yaptı. Maske takmak dahil hiçbir önlem almadan, aktif bir seçim kampanyası yürüttü. Kendisi ve Beyaz Saray ekibinin çoğunluğu virüs kaptı. Trump, mucizevi bir şekilde çabucak iyileşerek, tarafları gözünde daha da yüceldi. Maske takan, sosyal medya üzerinden kampanya yapan rakibi Biden’ı aşağılayıcı tweetler attı. Biden’la yaptığı ilk televizyon tartışmasının sonunda, seçimi kaybederse barışçı devir teslim sözü vermekten kaçındı. Hattâ ulusal televizyonda aşırı sağcı tabanına, seçim büroları etrafında “stand by and stand back” (geri durun ama hazırda bekleyin) taktiğini verdi. Seçim gecesi ilk sayılan oylar, çoğunlukla seçmen bürolarına bizzat gelen Cumhuriyetçi seçmenlerin oyları olduğu; bu oyların sayımı tamamlanana kadar posta yoluyla gelen oy zarfları açılmadığı için, seçim gecesi önde giden Trump erkenden seçim zaferini ilân etti. Trump taraftarları, seçimin kazanıldığına inanarak uyudular ama ertesi gün uyandıklarında, Biden’ın çekişmeli eyaletlerde az oy farkıyla önde gittiğini gördüler. Trump, gece ile sabah arasındaki bu farkın yarattığı travmayı da iki ay boyunca, usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla seçmenini seçimin çalındığına inandırmada kullandı. Bu arada, avukatları ve eyaletlerdeki Cumhuriyetçi yerel yetkililer aracılığıyla, seçim sonuçlarını kendi lehine çevirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Teamüle aykırı olarak, kesin seçim sonuçları açıklandıktan sonra da Biden’ın zaferini kabul etmedi.
Seçimlerden bir hafta sonra Savunma Bakanı istifa etti. Trump, Savunma Bakanlığının kilit noktalarına kendi sadık adamlarını atadı. Biden ekibine devir teslim brifingleri vermeyi reddetti. Bu gelişmeler Twitter’da darbe hazırlığı söylentileri yayılmasına neden oldu. Genelkurmay Başkanı beklenmedik bir konuşma yaparak, “Ordunun bağlılık yemininin bir kişiye değil Anayasaya olduğunu” açıklamak zorunda kaldı. Dünya liderlerinden Trump’ın seçilmesine yatırım yapanlar, Biden’a tebrik mesajı göndermediler. ABD demokrasisinin gurur kaynağı barışçıl devir teslim geleneğine, Trump’ın bütün kurumları dayanıklılık sınavına tâbi tutan meydan okumasıyla gölge düştü. Bu çalkantılı sürecin en inanılmaz günleri, 2 Ocak’ta Trump’ın Georgia seçim yetkililerine, eyaletteki seçim sonuçlarını kendi lehine çevirecek 11,780 oy bulmaları için baskı yaptığı gizli telefon kaydının basına sızmasıyla başladı. Trump’ın Cumhuriyetçi seçim yetkililerine yaptığı baskı büyük tepkiye yol açtı; ancak Trump her skandalında olduğu gibi daha büyük bir skandala yol açıp, bir önceki skandalı unutturarak yoluna devam etti.
Trump, 5 Ocak’ta yapılan Georgia senatörlük seçimlerini de kaybedince, Georgia’daki başkanlık seçimi sonuçlarına yaptığı itirazları çekmeceye koyup, yenilgisinin üzerini örtmek için sorumluluğu Başkan Yardımcısı Mike Pence’in üzerine attı. Her zaman olduğu gibi Trump başarısızlığın sorumluluğunu yine üstlenmemişti.
Mike Pence, 6 Ocak’ta Temsilciler Meclisi ve Senato’nun ortak oturumunda protokol gereği, eyaletlerden gelen sertifikaları açıp Biden’ın seçim zaferini resmîleştirmeye hazırlanırken, Trump Pence’ten, Başkan Yardımcısı olarak bu sonuçları reddetmesini ve seçimi kendi lehine çevirmesini istedi. Anayasal olmayan bu talebi, Pence tarafından bir mektupla reddedildi. Senato Çoğunluk Lideri, Cumhuriyetçi Mitch McConnell ve diğer bazı Cumhuriyetçiler de bu aşamada seçimi Biden’ın kazandığını açıkladı. Ancak bu da Trump’ı durdurmaya yetmedi. 6 Ocak sabahı Kongre binası yakında düzenlediği “Hırsızlığı durdurun” mitinginde Pence’e seçim sonuçlarını kabul etmemesi, taraftarlarına da Kongre binasına giderek “seçim dolandırıcılığı”na engel olmak için “azimle savaşmaları” çağrısında bulundu. Seçimin ve ülkelerinin çalındığına inanan binlerce taraftarı Kongre binasını bastı. Dünyanın gözleri önünde, ABD demokrasisinin beşiği Kongre binası, gerçeküstü bir kalkışmaya sahne oldu. Biri polis memuru, 5 kişinin ölümüyle sonuçlanan kalkışmayı Beyaz Saray’dan izleyen Trump, olayın vehametini idrak eden yardımcılarının ısrarı üzerine, Beyaz Saray bahçesinden taraftarlarına barış içinde evlerine dönmeleri çağrısında bulundu. Buna rağmen, “sizi seviyoruz” dediği taraftarlarına seçimlerin çalındığı mesajını vermeye devam edince, Twitter hesabı ilk uyarıdan sonra kapatıldı.
Trump, Beyaz Saray’da ikamet ederken, “alternatif gerçekler” sayesinde her dediğine inanan sağlam ve sadık bir “alternatif sağ” seçmen kitlesi kazandı. ABD tarihinin ilk post-truth kalkışmasını organize etti. Ancak, önce Beyaz Saray’ı ve Temsilciler Meclisi’ni, sonra da Senato ve sosyal medya hesaplarını kaybetti. Hakkında iki azil iddianamesi kabul edilen ilk ABD başkanı oldu. Trump kaybetti. “Alternatif gerçek”lerle dayanıklılık testine tâbi tuttuğu Anayasa kazandı. Liberal demokrasilerde her yurttaşın özgürce kullanma lüksüne sahip olduğu ifade özgürlüğünü kullanarak, liberal demokrasiye savaş açtı. Liberal demokrasinin ve sosyal medya platformlarının zaaflarını bizlere gösterdi — ama kendisi kaybetti. İfade özgürlüğünün, iktidarda kalmak için yalan söyleme ve bu yalanlarla demokratik kurumlara yönelik şiddet eylemleri kışkırtma özgürlüğü olmadığını; özgür yurttaşların iktidarlar tarafından cezai yaptırıma uğramadan fikirlerini ifade edebilme hakkı olduğunu, olumsuz bir öğretmen olarak bize öğretti. Sosyal medya bize bu özgürlüğü kullanmamız için bir platform sunuyor. Trump, bu platformları kendine inanan kitleleri Anayasal kurumlara saldırtmak ve bağış toplamak için kullandı. Bunu yaparken demokrasiyi itibarsızlaştırma hayali kuranlara emsal teşkil edeceğini umursamadı.
Trump, ABD Başkanı olarak ifade özgürlüğünü, ABD hükümetinin imkânlarıyla kullanabilirdi. Bilinçli bir tercih yaptı. İfade özgürlüğünü sosyal medya platformları üzerinden en başta gerçekleri, nihayetinde de demokrasiyi itibarsızlaştırmak için kullandı. Bir gazeteciye, baş başa konuşurken söylediği şu sözleri unutmayalım: “Medyanın fake news olduğunu söyleyeceğim. Böylece, benim hakkımda dediklerinize kimse inanmayacak.”
Sosyal medya platformlarının Trump’ın hesabını kapatması, ileride suistimallere yol açacak bir emsal teşkil ettiği için problematik bulunabilir. Ancak gözümüzün önündeki en büyük suistimal, “alternatif gerçekler” yaratarak ifade özgürlüğünü, “Biden 81 milyon oy çaldı, Trump ise 74 milyon oyla kazandı” diyerek liberal demokrasiyi itibarsızlaştırmak için kullanmaktır.