Alper Görmüş
Artık “yerli ve millî” yetmiyor; “daha yerli daha millî…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Haziran (2015) seçimlerinden sonra ilan ettiği “yerli ve millî” virajının üzerinden 6 yıl geçti. Bu altı yılda “Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz darbesinin de yardımıyla iktidar ulaşmak istediği yere ulaştı. Fakat ekonomik zorluklar, eşitsizlikler ve siyasi skandallar nedeniyle artık “yerli ve millî” yetmiyor, “daha yerli, daha millî” bir toplumsal ruh haline ihtiyaç duyuluyor. İktidarın ihtiyacı: Göstereceği ölümle sıtmaya razı bir toplum yaratmak.
ANALİZ – Çok şey söyleyen bir hukuk kronolojisi
Kimi olaylar birbirinden kopuk gibi görünür, fakat kronolojik bir sırayla peşpeşe dizildiklerinde, ortaya muhtelif yorumlara açık bir dizi senaryo çıkar. Bize anlamlı gelen bu senaryolar, senaryodaki aktörlerin şu ya da bu nedenle “susmaları” durumunda gözümüze daha “gerçekçi” görünür; Sezgin Baran Korkmaz’ın iki aya sığan a) başının hukukla belaya girmesi, b) sonra hukukun ‘yok bi şey’ demesi, c) ardından ‘pardon suçluymuşsun, gel bakalım’da karar kılması kronolojisinde olduğu gibi…
ANALİZ – Hürriyet ve ‘iktidarın tevilcibaşılığı’ misyonu
Son iki günün favori sosyal medya konusu “hamdolsun görüşmede 24 Nisan gündeme gelmedi” hakkında Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi’nin bugünkü (16 Haziran) yazısında yer alan satırlar, ‘tevil’ için güzel bir örnek teşkil ediyor. Fakat başka örnekler de var; kamuoyunda “Hürriyet, iktidarın sıkıştığı noktalarda tevil için gönüllü oluyor” algısının oluşması gayet normal.
2015’teki ‘yerli ve millî’nin anlamını neden ıskaladık: Kişisel muhasebe
Dizinin bu üçüncü bölümünde 2015’teki “yerli ve millî” çağrısının anlamını ve hedefini ıskalama faslında kendi muhasebemi yapmak istiyorum… Çağrıdan (Eylül, 2015) dört ay kadar sonra (Ocak, 2016), bunun anlamını ve hedefini doğru bir biçimde analiz ettiğimi düşündüğüm peş peşe üç yazı kaleme almıştım. Bugün o yazılara baktığımda gördüğüm şey şu: Yaptığım temel tespit yanlış değil fakat yazılar o kadar büyük, o kadar önemli bir şeyi ıskalıyor ki içerdiği ‘doğru’nun fazla bir önemi kalmıyor.
‘Yerli ve millî’ ilanının peşrevleri: Gezi ve 17-25 Aralık
Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonraki sertleşme dönemleri siyasi alanın daraltılması hedefini imâ ediyordu; mevcut koşullar daha fazlasına izin vermiyordu. 2015’te iki seçim arasındaki kanlı geçiş döneminde ilan edilen “yerli ve millî” ise muhalif siyaseti şeytanlaştırma hedefinin ilanıydı; içinde bulunduğumuz rejime geçişin karar ânıydı. Fakat bu hedefin kuvveden fiile geçirilebilmesi için ‘15 Temmuz’ gerekiyordu.
10 yıl önce Şenol Güneş’e neler etmiştik?
Bakmayın şimdi her yerde karşınıza çıkan Şenol Güneş güzellemelerine… Şöyle bir 10 yıl öncesine gittiğinizde, Güneş’in toplumun geniş bir kesiminin gözünde neredeyse bir ‘nefret objesi’ olduğunu görürsünüz. Bu size inanılmaz gelebilir, inanmayan Google’a baş vursun. Aşağıdaki Şenol Güneş portresi o günleri anlatıyor, bundan 12 yıl öncesini… Türkiye’deki “Şenol Güneş nefreti”ni “taşra nefreti”nin futbol alanındaki tezahürü olarak tanımladığım “’Taşra nefreti’nin paratoneri” başlıklı portreyi hatırlamanın ve utanmanın zamanıdır. (Aktüel, 23 Mayıs 2009).
Bugünlere gelişin karar ânı: ‘Yerli ve millî’ ilanı
Artık seçim istemenin (bile) komploculukla eş tutulduğu bir vasattayız. İktidar ve yandaşları bir süredir siyasi parti siyasetinin meşruiyetini dahi tartışma konusu yapabiliyor. Çok sevdikleri kelimeyle söylersek, “algı yaratmaya” sokakta her türlü ifade açıklamasının fenalıklarını anlatarak başlamışlardı, şimdi buraya geldik. Kanımca bu sürecin bir karar ânı var ve o an ne Gezi, ne 17-25 Aralık ne de 15 Temmuz. Karar ânı ilk ikisinden sonraya, üçüncüden önceye tekabül ediyor: ‘Yerli ve millî’ ilanı…
ANALİZ – Sızdırma habercilik: Hem yararlı hem tehlikeli
Sedat Peker’in videolarının tetiklediği yeni süreçte gazetecilere pek çok haberin ‘fısıldanacağını’ anlıyoruz. Devlet içindeki güç mücadelesinden bilgi sızıyor, sızdırılıyor. “Sızdırma” haber, kamuoyunda yaygınlaştırılan pejoratif anlamına rağmen gazetecilerin burun kıvıracağı bir imkân değil, utanılacak bir şey hiç değil. Fakat gazeteci, güç odağı içinde çatışan güçlerden birinin cephe yoldaşı haline gelirse, iş değişir.
HABER ANALİZ – Şentop’un Soylu’ya “10 bin dolar alan siyasetçiyi açıkla” çağrısının anlamı
Eski başbakan Ahmet Davutoğlu, birkaç gün önce Habertürk’teki söyleşide, başbakanlığı döneminde Mustafa Şentop’un kendisine Süleyman Soylu’yu şikâyet ettiğini, onun partiyi bambaşka bir yere götürdüğünü söylediğini anlatmıştı. Şentop’un Soylu’dan “Sedat Peker’den her ay 10 bin dolar alan siyasetçiyi açıklayın” talebi bu arka plan bilgisiyle okunduğunda daha da önemli hale geliyor.
Devlette yeni ast-üst ilişkisi: ‘Beni görevden alman o kadar kolay değil’
Cumhurbaşkanı İçişleri Bakanını, İçişleri Bakanı da Emniyet Genel Müdür Yardımcısını görevden almak istiyor fakat alamıyor. Çünkü herkesin elinde zor zamanda kullanılmak üzere hazırlanmış kozlar var. Bu kozlar bazı nevzuhur tekniklerle üst makamlara iletiliyor ve amaç hâsıl oluyor, koltuklar korunuyor: Bu nevzuhur tekniklerden bazısı: Yanlışlıkla ağzından kaçırmışçılık, biliyorum ama söylemiyorumculuk, yayımlanacağını bilmiyordum bilseydim söylemezdimcilik…
ANALİZ – Korkut Eken kısa bir söyleşide devletin uzun tarihini özetleyiverdi
Sedat Peker tarafından Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’yı öldürmek ya da öldürtmekle suçlanan emekli yarbay Korkut Eken bir gazeteciye verdiği söyleşide Türkiye’de devletin yasadışı örgüt ve kişilerle iş tuttuğunu, “pis işleri” için onları kullandığını ve sonra da onların esiri haline geldiğini ifşa ve itiraf etmiş oluyor. Eken,“Devlet katili biliyor, açıklasın, beni de töhmet altında kalmaktan kurtarsın" demeye getirerek aba altından bir de sopa gösteriyor.
ANALİZ- ‘Kanınızda banyo yapacağız’ tehdidi kime yaradı?
Sedat Peker’in açıklamaları doğal olarak en vurucu, en sert, en çarpıcı yönleriyle öne çıktı, buna karşılık önemli bazı ayrıntılar, yeteri kadar çarpıcı olmadığı için silikleşti ve ‘görülmedi.’ Bunlardan en önemlisi, Soylu’yla Peker arasındaki ‘kan banyosu tehdidi kime yaradı’ polemiğiydi. Peker’in milliyetçiliğin manipülatif kullanımına dair uyarısı da çok önemliydi.
Mumcu’nun katili hâlâ mı ‘Ortaçağ karanlığı?’
Sedat Peker’in anlattıklarının çoğu akla yakınmış, iddiaları ciddiye alınmalıymış, “ama bazıları doğru değil(miş). Örneğin; Uğur Mumcu suikastını İran istihbaratı ve siyasal islamcılar yap(mış)”, kesin bilgiymiş, burada tartışılacak bir şey yokmuş. Ortada bu kadar kuşku varken, üstüne Peker’in açıklamaları gelmişken, bu kesin inanç biraz fazla olmuyor mu?
ANALİZ – Soylu ve istifa tartışmasının etrafındaki ‘sanki’ler
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, başlangıçtaki “bir çapulcunun zırvalarına mı cevap vereceğim” pozisyonundan “savcılar beni soruştursun” pozisyonuna sıçrayarak kendi kendisini çok büyük bir çelişki içine soktu. Demek ki iddialar ciddiydi ve yargı önünde açıklığa kavuşturulması gerekiyordu. Fakat soruşturacaklar, soruşturulacakın emrindeyken bu nasıl olacak? Ortada büyük bir mantık açığı ver ve bu açık ancak Soylu’nun istifasıyla izale edilebilir.
ANALİZ – Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü turizm görüşmeleri için İngiltere’ye gider miydi?
Rus turistlerin Türkiye’ye gitmesine izin vermesi için Moskova’ya uçan ikna heyetinin başında yer alan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’ye en fazla turist gönderen üç ülkeden öbür ikisi için (Almanya ve İngiltere) oluşturulacak heyetin başında Münih’e, Londra’ya gider miydi? Hiç şüpheniz olmasın, böyle bir heyet oralarda çok yadırganacağı için gitmezdi. Fakat işte Ruslar yadırgamıyor, Çinliler de yadırgamazdı.
Sedat Peker’e karşı ‘ama o da…’ itirazı
Sedat Peker’in iddialarının doğru olup olmadığını bilmeyen fakat gerçeğin ne olduğunu öğrenmek isteyenler onun anlattıklarına odaklanırken, gerçeği perdelemek isteyenler Peker’e, özneye, öznenin ‘kirine, pasına’ odaklanıyor. İşin ironisi şurada ki, son yerel seçimde siyasi çıkar için ‘teröristbaşı’nın kirini pasını mesele etmeyenler de yine bunlardı.
ANALİZ – Soylu’nun daveti, Ağar’ın davete icabeti ya da ‘sürç-i lisan’daki gizli hakikat
Mehmet Ağar’ın “Biz olmasa idik oraya mafya çökecekti” cümlesi, bilinçdışının kendisine oynadığı apaçık bir itiraftır. Kendinizden pay biçin: Bir araziyi satın almışsınız (sıradan bir vatandaşsınız), fakat bir yandan da o araziye mafyanın “çökme” planları yaptığından eminsiniz. “Ben burayı satın aldım, benden başkası alsaydı buraya mafya çökerdi” gibi bir cümle aklınızın ucundan geçer miydi?
Eski Zaman muhabiri, Cemaat’in darbe davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor (2)
“Kara Kuvvetleri imamı Ali Semerci (Hacı Murat), aşırı yaklaşımlara ve sahteciliklere tepki koyanların başında geliyordu. ‘Bunlara gerek yok. Zaten yeterince delil var. Yaptığınız büyük yanlış,’ anlamına gelecek şeyler söylüyordu. Semerci’ye en fazla karşı çıkanın (Deniz Kuvvetleri imamı) Kokuroğlu olduğu anlatılıyor. ‘Hazır fırsat bulmuşken (…) muhtemel Ergenekoncuları da bu vesile ile elemine etmeliyiz,’ anlayışında olduğu iddia ediliyor. Yani bir çuval açmışlar ve ‘muhtemel’ olarak gördükleri kişileri de o çuvala koyuyorlardı.”
ANALİZ – ‘Hep haklı’ televizyon yorumcularının ‘Mısır’ tornistanı
‘Gerçekçi’ dış politikayı savunanları daha düne kadar yerin dibine geçirenler şimdi ağız birliği etmişçesine ‘İngilizvari’ dış politikanın gerçekçiliğine övgüler düzmede birbirleriyle yarışıyor: “Ülkelerin dostları ya da düşmanları yoktur, menfaatleri vardır.”
Eski Zaman muhabiri, Cemaat’in darbe davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor
Cemaat diyasporası içinde bugünlerde fırtınalar kopuyor. Çünkü eski Zaman gazetesi muhabiri, “Erdoğan’a soru soran gazeteci” Ahmet Dönmez aylar önce başladığı “Cemaat içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi” yazı dizisinin sonlarına yaklaşıyor. Dönmez, dizinin son yazısında ‘mahrem hizmetler’deki “hazır fırsat çıkmışken bütün ‘menfi’leri temizleyelim”ci ekibin Ergenekon ve Balyoz davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor.
Ruhsar Pekcan skandalı 17-25 yolsuzluk dosyalarından daha yaralayıcı olacak
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, Ruhsar Pekcan hakkındaki taleplere karşılık “muhalefetin dediğiyle iş yapmıyoruz” derken hiç kuşkusuz kendi seçmenlerinin görünüşteki sessizliğinden, aldırmazlığından güç alarak konuşuyor. Fakat unutmamak lazım: Kaç iktidar böyle çığlık çığlığa susan fakat önüne sandık konulduğunda o iktidara dünyanın kaç bucak olduğunu gösteren kitlelerin “sessizliğine, aldırmazlığına” aldandı ve bunun cezasını ödedi.
ANALİZ – Gazeteciler Cumhurbaşkanına ‘the soru’yu sormadı… Hangi ihtimal daha kötü?
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün (25 Nisan) sağlıkçılarla iftar açtı, ardından gazetecilerle konuştu. “Normal” bir ülkede, “acaba ülkenin bir numaralı gündem maddesi hakkında ne diyecek” diye ağzının içine bakılan kişiye ilk soruyu sormak için orada bulunan gazeteciler birbirleriyle yarışırdı. Fakat tabii ki öyle olmadı.
‘Milli hassasiyet’ simgelerinin nöbetleşe sahipliği: Bayrak, asker cenazeleri, Çanakkale anmaları
Ülkelerin bayraklarına atfedilen “ortak duygu yaratma, milleti birleştirme” misyonunun Türk bayrağı için de geçerli olduğu söylenebilir mi? 23 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan “en uzun direkli ve en büyük” bayrağı göndere çekerken, 28 Şubat’ın ‘bayrak as’ kampanyacıları o günlerde hissettikleri bayrak coşkusunu yaşamışlar mıdır? Aynı soru artık iktidarın tekeline aldığı asker cenazeleri ve Çanakkale anmaları için de geçerli.
Krikor Zohrab, Hrant Dink ve 24 Nisan…
Bundan tam 106 yıl önce bu gece (24 Nisan) bir grup Ermeni yazar, sanatçı, avukat, doktor, mebus vb. İstanbul’daki evlerinden alınıp götürüldüler ve çoğu bir daha geri dönemedi. Gerçi Osmanlı Ermeni yazar, hukukçu ve mebus Krikor Zohrab onlardan biri değildi ama aynı yıl içinde, 2 Haziran’da o da aynı akıbete uğrayacaktı.
ANALİZ – Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama sevgili okur!
Her şey, başka hiçbir şekilde anlaşılması mümkün olmayacak şekilde gözümüzün önünde gerçekleşiyorken, sanki bunun tam tersi oluyormuş gibi ‘yorum’ yazanlar, hakikatin değil duymak istediğinin peşinde olan ve dolayısıyla yapılanı kendisine bir saygısızlık olarak görmeyen okurlara güvenerek yapabiliyorlar bunu.
Muhalefetin en güzel ‘hikâye’si: Biraraya gelmek ve birlikte yönetmeye söz vermek
Muhalefet ve muhalefet ittifakı üzerine iki yazı yazmayı tasarlamıştım ve bunu geçtiğimiz günlerde yaptım. Fakat Gülay Göktürk’ün Karar TV’de bu konu üzerine söylediklerini dinleyince, kahir ekseriyeti onun görüşlerinden oluşan bir yazı daha yazmaya karar verdim: Biraraya gelmiş, birlikte çalışan ve birlikte yönetmeye söz vermiş bir muhalefet hayali üzerine…
ANALİZ – İmkânsız bir teori uğruna ya rab ne rezervler batıyor!
Maliye-Merkez arasındaki o protokole 2017’de neden gerek duyulmuştu? Başında Berat Albayrak’ın bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı, MB rezervlerine ‘erişim’e neden ihtiyaç duymuştu? O rezervleri ne amaçla kullanmayı planlıyordu? Bu soruya bilgili, güvenilir ekonomistlerin verdiği cevaplar, bir ülkede iktidarın şahsileşmesinin ürkütücü sonuçlarından birine işaret ediyor.
(CHP+HDP) + (İYİ PARTİ+DEVA+Gelecek)= Genişletilmiş Millet İttifakı
HDP’nin, içinde İYİ Parti’nin olduğu bir ittifakın asli ortağı olarak kabul görmeyeceği açık. Fakat problem şurada ki, Kürt oyları muhalefetle birlikte hareket etmezse seçimi Cumhur İttifakı’nın adayı kazanıyor. HDP oylarının muhalefet blokunda konsolide edilebilmesinin yolu, CHP ile HDP’nin oluşturacağı, fakat İYİ-DEVA-Gelecekle de birlikte hareket eden ‘üçüncü ittifak’tan geçiyor olabilir.
13 yıl öncesinden bir Erkan Oğur portresi: Yalınlığın manifestosu…
Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bestelediği bir türkünün düzenlemesine yardım eden Erkan Oğur birkaç gündür bazı insanlar için bir nefret nesnesi… Her kesimin sevdiği, hakkında tek bir olumsuz söz söylenmeyen bir insan için katlanılması çok zor bir tecrübe... 2008’de, odağında onu çevreleyen sevgi ve saygı hâresini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan bir Erkan Oğur portresi yazmıştım. O portreyi şimdi bir de Serbestiyet okurlarının dikkatine sunmak istedim.
İlahi yeminli Orhan Pamuk düşmanları; vallahi çok komiksiniz
Orhan Pamuk’un, son romanı Veba Geceleri’nde Atatürk’le alay ettiği iddiası dört başı mamur bir zırvalık. Düşünün: Bir romancı, romanının kahramanını saygı duyduğunuz bir tarihsel şahsiyeti akla getirecek özellikleriyle tanıtıyor ve sonra aynı kahramanı roman boyunca yüksek karakterli, cesur, olgun bir vatansever olarak işliyor. Ve siz buradan o tarihsel şahsiyetle alay edildiği sonucunu çıkartıyorsunuz…