Alper Görmüş

ANALİZ – AB’nin 20 Temmuz korkusu: Türkiye Kıbrıs’ta bağımsız devlet ilanına mı hazırlanıyor?

20 Temmuz yaklaştıkça Türkiye ve Avrupa Birliği’nden gelen mesajlar ilginç bir hal almaya başladı. Türkiye tarafı bu 20 Temmuz’daki kutlamaların öncekilerle kıyaslanmayacak kadar görkemli olacağını, Erdoğan’ın o gün Kıbrıs’ta yapacağı konuşmanın önemli olduğunu duyururken, AB bunu “iki devletli Kıbrıs” ilanının peşrevleri olarak algılıyor ve ‘asla kabul etmeyiz’ diyor.

Benim 50 haneli Esenyurt’um: 1950’lerin sonu 1960’ların başı

Olayların beldesi, bir milyonu aşkın nüfusuyla İstanbul’un en büyük ilçesi Esenyurt, Sedat Peker’in son tweetlerinin konusunu oluşturunca her zamankinden daha popüler bir hale geldi. Ben bu satırları yazarken (8 Temmuz, gece), Sedat Peker de 15 Temmuz’dan birkaç hafta sonra Süleyman Soylu’ya ait olduğunu iddia ettiği Kalaşnikofların Esenyurt-Balat arasındaki yolculuğunu anlatıyordu. Bu kavgacı ve huzursuz ilçe bir zamanlar durgun bir göl kadar sakin ve huzurluydu. Çocukluğumun 5-9 yaş arası orada geçti. Nedense şimdi -ilk defa- anlatma ihtiyacı duyuyorum.

ANALİZ – Orhan İnandı olayı öncekilere benzemiyor: Türkiye bir yabancı ülke vatandaşını kaçırmış oldu

1990’ların ortasından beri Kırgızistan’da yaşayan, 2001’den itibaren bu ülkedeki Gülencilerin kurduğu okulların başında bulunan Orhan İnandı’nın MİT tarafından kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi, öncekilere benzemeyen sorunlu bir durum yarattı. Çünkü İnandı, 2012’den beri Kırgız vatandaşı. O kadar da değil: Türkiye’nin Kırgızistan Büyükelçiliğinden bir yetkili BBC’ye İnandı’nın Türk vatandaşlığından çıktığını söylemişti.

ANALİZ – Gerçek Erdoğan’a söylenmiyor mu söylenemiyor mu?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aşının Avrupa’da paralı olduğunu söyledikten birkaç gün sonra bu ‘bilgi’yi tekrar dile getirmesini nasıl açıklamalı? Akla gelen iki ihtimal var. Aslında bir ihtimal daha var ama…

20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler – ikiyüzlüler

Batı’nın geçmiş ırkçılık-ulusçuluk günahlarını “İşte Batı bu” diye manşetlere çekenler, orada olup da burada olmayana, yani onların kendi günahlarıyla yüzleşme cesaretine bir sütunu bile çok görüyor. Bu ikiyüzlülüğün yeni vesilesi, Kanada’da, 1890-1970 arasında ‘medenileştirilmek’ üzere ailelerinden kopartılıp Kilise okullarında eğitilen yerli çocukların cesetlerinin fışkırmaya başladığı kilise bahçeleri.

ANALİZ – Türkiye’nin Libya’dan çıkmama gerekçesi İncirlik’te kendi kalesine gol olur

Türkiye, Libya hükümetinin bütün yabancı güçlerin Libya’dan çekilmesi talebini “ben hariç” diyerek onaylıyor. Gerekçesi, “zamanında Libya’nın meşru hükümeti tarafından davet edilmiş olması…” Bu öyle bir gerekçe ki, geçerliyse, gelecekte mesela Türkiye ABD’nin İncirlik’ten çekilmesini talep edemez. Bu komik gerekçeye, gayri milli ilan edilme korkusuyla paralize olmuş muhalefetin trajik görüntüsü eşlik ediyor.

Balyoz davasının ‘başladığı yere dönmesi’ ne anlama geliyor?

DW Türkçe, Yargıtay’ın Balyoz davasıyla ilgili geçtiğimiz günlerde verdiği kararı “Balyoz davası başladığı yere döndü” başlığıyla duyurdu. Biraz abartılı ama esasen doğru. Çünkü Yargıtay bu kararıyla sadece yedi askere verilen beraat kararını bozmadı, derece mahkemesinin "güvenilir bulmadığı” dijital delillerin yeniden incelenmesini de istedi. Kararı, iktidarın bu davayı birilerinin başının üstünde demoklesin kılıcı gibi tutma isteğinin uzantısı olarak görmek yanlış olmaz.

TC Büyükelçisinin Yalçın Ayaslı’yı ziyareti şimdi anlam kazandı: Mesele Ekim Alptekin’miş

Ben, TC Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ın, iktidar medyasının “FETÖ’cüsün” suçlamalarıyla dünyayı dar ettiği Yalçın Ayaslı’yı ziyaret sebebinin özür dilemek olduğunu düşünmüştüm. Geçtiğimiz günlerde kamuoyu bilgisi haline gelen bir gelişme oldu da o sayede bende de jeton düştü: Yalçın Ayaslı, Sezgin Baran Korkmaz’ın da dahil edildiği ABD’deki kara para aklama davasına sunduğu dilekçedeki suçlamalardan Ekim Alptekin’le ilgili olanını geri çekmişti.

ANALİZ – HDP iddianamesinin iktidarı huzursuz edecek delilleri

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, HDP’nin kapatılması istemiyle yeniden açılan davada iddianamenin oy birliğiyle kabulüne karar verdi. 844 sayfalık iddianamede suç delili olarak gösterilen bazı fotoğraflar, tutanaklar, notlar iktidar partisinin onayı ve teşvikiyle yaşanan olaylarla ilgili. Bunlar suçsa, iktidar da zan altında demektir.

Artık “yerli ve millî” yetmiyor; “daha yerli daha millî…”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Haziran (2015) seçimlerinden sonra ilan ettiği “yerli ve millî” virajının üzerinden 6 yıl geçti. Bu altı yılda “Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz darbesinin de yardımıyla iktidar ulaşmak istediği yere ulaştı. Fakat ekonomik zorluklar, eşitsizlikler ve siyasi skandallar nedeniyle artık “yerli ve millî” yetmiyor, “daha yerli, daha millî” bir toplumsal ruh haline ihtiyaç duyuluyor. İktidarın ihtiyacı: Göstereceği ölümle sıtmaya razı bir toplum yaratmak.

ANALİZ – Çok şey söyleyen bir hukuk kronolojisi

Kimi olaylar birbirinden kopuk gibi görünür, fakat kronolojik bir sırayla peşpeşe dizildiklerinde, ortaya muhtelif yorumlara açık bir dizi senaryo çıkar. Bize anlamlı gelen bu senaryolar, senaryodaki aktörlerin şu ya da bu nedenle “susmaları” durumunda gözümüze daha “gerçekçi” görünür; Sezgin Baran Korkmaz’ın iki aya sığan a) başının hukukla belaya girmesi, b) sonra hukukun ‘yok bi şey’ demesi, c) ardından ‘pardon suçluymuşsun, gel bakalım’da karar kılması kronolojisinde olduğu gibi…

ANALİZ – Hürriyet ve ‘iktidarın tevilcibaşılığı’ misyonu

Son iki günün favori sosyal medya konusu “hamdolsun görüşmede 24 Nisan gündeme gelmedi” hakkında Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi’nin bugünkü (16 Haziran) yazısında yer alan satırlar, ‘tevil’ için güzel bir örnek teşkil ediyor. Fakat başka örnekler de var; kamuoyunda “Hürriyet, iktidarın sıkıştığı noktalarda tevil için gönüllü oluyor” algısının oluşması gayet normal.

2015’teki ‘yerli ve millî’nin anlamını neden ıskaladık: Kişisel muhasebe

Dizinin bu üçüncü bölümünde 2015’teki “yerli ve millî” çağrısının anlamını ve hedefini ıskalama faslında kendi muhasebemi yapmak istiyorum… Çağrıdan (Eylül, 2015) dört ay kadar sonra (Ocak, 2016), bunun anlamını ve hedefini doğru bir biçimde analiz ettiğimi düşündüğüm peş peşe üç yazı kaleme almıştım. Bugün o yazılara baktığımda gördüğüm şey şu: Yaptığım temel tespit yanlış değil fakat yazılar o kadar büyük, o kadar önemli bir şeyi ıskalıyor ki içerdiği ‘doğru’nun fazla bir önemi kalmıyor.

‘Yerli ve millî’ ilanının peşrevleri: Gezi ve 17-25 Aralık

Gezi ve 17-25 Aralık’tan sonraki sertleşme dönemleri siyasi alanın daraltılması hedefini imâ ediyordu; mevcut koşullar daha fazlasına izin vermiyordu. 2015’te iki seçim arasındaki kanlı geçiş döneminde ilan edilen “yerli ve millî” ise muhalif siyaseti şeytanlaştırma hedefinin ilanıydı; içinde bulunduğumuz rejime geçişin karar ânıydı. Fakat bu hedefin kuvveden fiile geçirilebilmesi için ‘15 Temmuz’ gerekiyordu.

10 yıl önce Şenol Güneş’e neler etmiştik?

Bakmayın şimdi her yerde karşınıza çıkan Şenol Güneş güzellemelerine… Şöyle bir 10 yıl öncesine gittiğinizde, Güneş’in toplumun geniş bir kesiminin gözünde neredeyse bir ‘nefret objesi’ olduğunu görürsünüz. Bu size inanılmaz gelebilir, inanmayan Google’a baş vursun. Aşağıdaki Şenol Güneş portresi o günleri anlatıyor, bundan 12 yıl öncesini… Türkiye’deki “Şenol Güneş nefreti”ni “taşra nefreti”nin futbol alanındaki tezahürü olarak tanımladığım “’Taşra nefreti’nin paratoneri” başlıklı portreyi hatırlamanın ve utanmanın zamanıdır. (Aktüel, 23 Mayıs 2009).

Bugünlere gelişin karar ânı: ‘Yerli ve millî’ ilanı

Artık seçim istemenin (bile) komploculukla eş tutulduğu bir vasattayız. İktidar ve yandaşları bir süredir siyasi parti siyasetinin meşruiyetini dahi tartışma konusu yapabiliyor. Çok sevdikleri kelimeyle söylersek, “algı yaratmaya” sokakta her türlü ifade açıklamasının fenalıklarını anlatarak başlamışlardı, şimdi buraya geldik. Kanımca bu sürecin bir karar ânı var ve o an ne Gezi, ne 17-25 Aralık ne de 15 Temmuz. Karar ânı ilk ikisinden sonraya, üçüncüden önceye tekabül ediyor: ‘Yerli ve millî’ ilanı…

ANALİZ – Sızdırma habercilik: Hem yararlı hem tehlikeli

Sedat Peker’in videolarının tetiklediği yeni süreçte gazetecilere pek çok haberin ‘fısıldanacağını’ anlıyoruz. Devlet içindeki güç mücadelesinden bilgi sızıyor, sızdırılıyor. “Sızdırma” haber, kamuoyunda yaygınlaştırılan pejoratif anlamına rağmen gazetecilerin burun kıvıracağı bir imkân değil, utanılacak bir şey hiç değil. Fakat gazeteci, güç odağı içinde çatışan güçlerden birinin cephe yoldaşı haline gelirse, iş değişir.

HABER ANALİZ – Şentop’un Soylu’ya “10 bin dolar alan siyasetçiyi açıkla” çağrısının anlamı

Eski başbakan Ahmet Davutoğlu, birkaç gün önce Habertürk’teki söyleşide, başbakanlığı döneminde Mustafa Şentop’un kendisine Süleyman Soylu’yu şikâyet ettiğini, onun partiyi bambaşka bir yere götürdüğünü söylediğini anlatmıştı. Şentop’un Soylu’dan “Sedat Peker’den her ay 10 bin dolar alan siyasetçiyi açıklayın” talebi bu arka plan bilgisiyle okunduğunda daha da önemli hale geliyor.

Devlette yeni ast-üst ilişkisi: ‘Beni görevden alman o kadar kolay değil’

Cumhurbaşkanı İçişleri Bakanını, İçişleri Bakanı da Emniyet Genel Müdür Yardımcısını görevden almak istiyor fakat alamıyor. Çünkü herkesin elinde zor zamanda kullanılmak üzere hazırlanmış kozlar var. Bu kozlar bazı nevzuhur tekniklerle üst makamlara iletiliyor ve amaç hâsıl oluyor, koltuklar korunuyor: Bu nevzuhur tekniklerden bazısı: Yanlışlıkla ağzından kaçırmışçılık, biliyorum ama söylemiyorumculuk, yayımlanacağını bilmiyordum bilseydim söylemezdimcilik…

ANALİZ – Korkut Eken kısa bir söyleşide devletin uzun tarihini özetleyiverdi

Sedat Peker tarafından Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı’yı öldürmek ya da öldürtmekle suçlanan emekli yarbay Korkut Eken bir gazeteciye verdiği söyleşide Türkiye’de devletin yasadışı örgüt ve kişilerle iş tuttuğunu, “pis işleri” için onları kullandığını ve sonra da onların esiri haline geldiğini ifşa ve itiraf etmiş oluyor. Eken,“Devlet katili biliyor, açıklasın, beni de töhmet altında kalmaktan kurtarsın" demeye getirerek aba altından bir de sopa gösteriyor.

ANALİZ- ‘Kanınızda banyo yapacağız’ tehdidi kime yaradı?

Sedat Peker’in açıklamaları doğal olarak en vurucu, en sert, en çarpıcı yönleriyle öne çıktı, buna karşılık önemli bazı ayrıntılar, yeteri kadar çarpıcı olmadığı için silikleşti ve ‘görülmedi.’ Bunlardan en önemlisi, Soylu’yla Peker arasındaki ‘kan banyosu tehdidi kime yaradı’ polemiğiydi. Peker’in milliyetçiliğin manipülatif kullanımına dair uyarısı da çok önemliydi.

Mumcu’nun katili hâlâ mı ‘Ortaçağ karanlığı?’

Sedat Peker’in anlattıklarının çoğu akla yakınmış, iddiaları ciddiye alınmalıymış, “ama bazıları doğru değil(miş). Örneğin; Uğur Mumcu suikastını İran istihbaratı ve siyasal islamcılar yap(mış)”, kesin bilgiymiş, burada tartışılacak bir şey yokmuş. Ortada bu kadar kuşku varken, üstüne Peker’in açıklamaları gelmişken, bu kesin inanç biraz fazla olmuyor mu?

ANALİZ – Soylu ve istifa tartışmasının etrafındaki ‘sanki’ler

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, başlangıçtaki “bir çapulcunun zırvalarına mı cevap vereceğim” pozisyonundan “savcılar beni soruştursun” pozisyonuna sıçrayarak kendi kendisini çok büyük bir çelişki içine soktu. Demek ki iddialar ciddiydi ve yargı önünde açıklığa kavuşturulması gerekiyordu. Fakat soruşturacaklar, soruşturulacakın emrindeyken bu nasıl olacak? Ortada büyük bir mantık açığı ver ve bu açık ancak Soylu’nun istifasıyla izale edilebilir.

ANALİZ – Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü turizm görüşmeleri için İngiltere’ye gider miydi?

Rus turistlerin Türkiye’ye gitmesine izin vermesi için Moskova’ya uçan ikna heyetinin başında yer alan Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’ye en fazla turist gönderen üç ülkeden öbür ikisi için (Almanya ve İngiltere) oluşturulacak heyetin başında Münih’e, Londra’ya gider miydi? Hiç şüpheniz olmasın, böyle bir heyet oralarda çok yadırganacağı için gitmezdi. Fakat işte Ruslar yadırgamıyor, Çinliler de yadırgamazdı.

Sedat Peker’e karşı ‘ama o da…’ itirazı

Sedat Peker’in iddialarının doğru olup olmadığını bilmeyen fakat gerçeğin ne olduğunu öğrenmek isteyenler onun anlattıklarına odaklanırken, gerçeği perdelemek isteyenler Peker’e, özneye, öznenin ‘kirine, pasına’ odaklanıyor. İşin ironisi şurada ki, son yerel seçimde siyasi çıkar için ‘teröristbaşı’nın kirini pasını mesele etmeyenler de yine bunlardı.

ANALİZ – Soylu’nun daveti, Ağar’ın davete icabeti ya da ‘sürç-i lisan’daki gizli hakikat

Mehmet Ağar’ın “Biz olmasa idik oraya mafya çökecekti” cümlesi, bilinçdışının kendisine oynadığı apaçık bir itiraftır. Kendinizden pay biçin: Bir araziyi satın almışsınız (sıradan bir vatandaşsınız), fakat bir yandan da o araziye mafyanın “çökme” planları yaptığından eminsiniz. “Ben burayı satın aldım, benden başkası alsaydı buraya mafya çökerdi” gibi bir cümle aklınızın ucundan geçer miydi?

Eski Zaman muhabiri, Cemaat’in darbe davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor (2)

“Kara Kuvvetleri imamı Ali Semerci (Hacı Murat), aşırı yaklaşımlara ve sahteciliklere tepki koyanların başında geliyordu. ‘Bunlara gerek yok. Zaten yeterince delil var. Yaptığınız büyük yanlış,’ anlamına gelecek şeyler söylüyordu. Semerci’ye en fazla karşı çıkanın (Deniz Kuvvetleri imamı) Kokuroğlu olduğu anlatılıyor. ‘Hazır fırsat bulmuşken (…) muhtemel Ergenekoncuları da bu vesile ile elemine etmeliyiz,’ anlayışında olduğu iddia ediliyor. Yani bir çuval açmışlar ve ‘muhtemel’ olarak gördükleri kişileri de o çuvala koyuyorlardı.”

ANALİZ – ‘Hep haklı’ televizyon yorumcularının ‘Mısır’ tornistanı

‘Gerçekçi’ dış politikayı savunanları daha düne kadar yerin dibine geçirenler şimdi ağız birliği etmişçesine ‘İngilizvari’ dış politikanın gerçekçiliğine övgüler düzmede birbirleriyle yarışıyor: “Ülkelerin dostları ya da düşmanları yoktur, menfaatleri vardır.”

Eski Zaman muhabiri, Cemaat’in darbe davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor

Cemaat diyasporası içinde bugünlerde fırtınalar kopuyor. Çünkü eski Zaman gazetesi muhabiri, “Erdoğan’a soru soran gazeteci” Ahmet Dönmez aylar önce başladığı “Cemaat içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi” yazı dizisinin sonlarına yaklaşıyor. Dönmez, dizinin son yazısında ‘mahrem hizmetler’deki “hazır fırsat çıkmışken bütün ‘menfi’leri temizleyelim”ci ekibin Ergenekon ve Balyoz davalarını nasıl murdar ettiğini anlatıyor.

Ruhsar Pekcan skandalı 17-25 yolsuzluk dosyalarından daha yaralayıcı olacak

AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, Ruhsar Pekcan hakkındaki taleplere karşılık “muhalefetin dediğiyle iş yapmıyoruz” derken hiç kuşkusuz kendi seçmenlerinin görünüşteki sessizliğinden, aldırmazlığından güç alarak konuşuyor. Fakat unutmamak lazım: Kaç iktidar böyle çığlık çığlığa susan fakat önüne sandık konulduğunda o iktidara dünyanın kaç bucak olduğunu gösteren kitlelerin “sessizliğine, aldırmazlığına” aldandı ve bunun cezasını ödedi.