Berat Özipek
TEOG olmadığında…
“Büyük mutfakta iyi yemek pişmez” demişti Nietzsche, kamusal eğitimden söz ederken. Pişmedi de. “Tevhidi Tedrisat” cenderesi içinde kalarak bu ülkenin eğitim sorununu gereği gibi çözmek hiçbir hükümet için mümkün değildi ve bugüne kadar bunu başaran olmadı. Dahası, nüfus arttıkça, milyonlarca çocuğun sorunlarını aynı hantal yapının içinde çözmeye çalışmak daha da zor hale geldi.
Hükümet bilgilendirme sorumluluğunun farkında mı?
Çözüm Süreci'nde de aynısı olmuştu. Hükümet en haklı olduğu konularda bile açıklama yapmadığı, toplumu bilgilendirmediği için meydan süreci bozmaya çalışanlara kalmıştı. Gündem tartışmasız biçimde onlar tarafından belirlenmişti ve onlar da her gün, her an, süreci aşındırmak için ellerinden geleni yapmışlardı.
Travmaya teslim olmamak
Adalet ilkesi bakımından herkesin makul ve kabul edilebilir gerekçelerle suçlanması hukukun gereği. Ama tutuklama için bu da yetmez, yargılama sürecinde onun neden tutuklu yargılanması gerektiği de aynı şekilde hukuki bakımdan kabul edilebilir bir temelde ortaya koyulur.
Referandum kararının siyasi ve stratejik boyutu
Tarihi bir dönemecin başındayız ve bu kritik dönemde Türkiye’nin Irak Kürtlerinin yanında durması, sadece geçmişin günahından kurtulmanın tarihi bir fırsatı olmakla kalmaz; kalıcı bir güven duygusunu tesis etmenin de zeminini teşkil eder.
Geçmişin hayaletlerinden kurtulmanın zamanı
Sınırlarının hemen dışındaki Kürt varlığını artık bir tehdit olarak görmekten vazgeçmiş, dahası onları küresel ve bölgesel güçler karşısında yalnız bırakmayan özgüvenli bir Türkiye, bölgesel anlamda doğru bir politikayı izlemekle kalmaz, kendi içindeki Kürtlerde de aidiyet duygusunu pekiştirir.
Kırmızı bir çizginin kerametini sorgulamak
Uzunca süren yanlış politikaların terk edilmesiyle, “sahi biz bunları yaşamak zorunda mıydık?” dediğimiz birçok ayak bağından kurtulduk. Bağımsız bir Kürt devletine karşı çıkmak da bunlardan biri aslında. Sorgulanmaksızın geçerli kabul edilen, kerameti kendinden menkul, eski bir politika.
Sığınmacıyı caninin önüne atmak
Sığınmacıyı sanki suçluymuş gibi gösteren dil, ne yazık ki sadece marjinal birkaç kişiye özgü değil. Üstelik bazı çevreler tarafından utanıp sıkılma belirtisi gösterilmeksizin, fütursuzca dile getirilebiliyor bu ülkede. Ama bu kötülüğe de teslim olmamak zorundayız. Sadece “çıkan arbedede bir Suriyeli hayatını kaybetti” şeklindeki haberlerde bahsedilen “Suriyeli”, evde çocuğu tarafından beklenen bir baba olduğu için değil. Birilerinin hoyratlığı yüzünden bir çocuk bütün hayatını babasız geçireceği için değil. Bu zehirli dile kayıtsız kalmamızdan dolayı bu sonuçta payımız olabileceğinden kaygı duymamız gerektiği için de değil. Bizzat kendimiz için.
Asker Suriye’de Suriyeliler için savaşmıyor
Her şeyden önce Türkiye ordusu orada Suriyeli mülteciler için savaşmıyor. Suriye için de savaşmıyor. Türkiye ordusu orada “Türkiye’nin çıkarları” için, daha doğru bir ifadeyle, Türkiye devletinin Türkiye’nin çıkarları olarak gördüğü şey için savaşıyor.
Neden vatanlarında kalıp da savaşmamışlarmış!
Halep’in görüntülerini hatırlamıyor musunuz? O insanlar, katilleriyle savaşmayı bırakın, göremediler bile. Peki uçaklar ölüm yağdırırken aşağıda durup ölseler miydi? Bu kararı vermek kolay mı? Siz kendiniz için serden geçseniz bile, çocuklarınız için de bu kararı verir miydiniz?
Sınırlar ve sığınmacılar
Antep ile Halep birbirinden bugün sandığımız kadar uzak değildi; araya sınır çekildiği halde Suruç’un sınır boyundaki sakinleri, namaz vakitlerini “öteki tarafta” kalan caminin ezanından öğrenmeye devam ettiler. O gün de öyleydi, bugün de öyle.
Söz rahatsızlıktan açılmışken
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok aslında. Bugüne kadar darbe yaşamamış veya gerekli dersleri alarak bir reform gerçekleştirmiş ülkeleri örnek alarak, evrensel tecrübenin ışığında kapsamlı bir ordu reformunu yapacak mıyız, yapmayacak mıyız?
Kurumsal alınganlık ve demokratik reform ihtiyacı
Daha kısa bir süre önce bir darbe girişiminin yaşandığı, milyonlarca insanın dehşet içinde bırakıldığı, sonuçta halkın kendi göbeğini kendisinin kestiği, kendi kendisini kurtardığı bir ülkede, kurumsal olarak hissedilmesi gereken bambaşka bir rahatsızlık olmalı değil midir?
Bu işin adaletle halledilmesi lazım
Devletin içinde bir temizlik elbette gerekli; ama bunu mümkün olduğunca kırıp dökmeden, insanları acz içinde bırakmadan, aileleri ve hayatları tarumar etmeden yapmak gerek. Aksi halde bu tasfiye amacına ulaşmaz, her şey daha karmaşık hale gelir ve boynunuzda çoluğun çocuğun vebali kalır.Ölçü bellidir aslında: Suç ve cezada şahsilik ilkesini uygulamak ve bunu yaparken de başka insanları, onların aile fertlerini mağdur edecek aşırı önlemler almamak. “Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü taşımaz” der Kuran.
OHAL böyle yürütülmemeli
Cumhuriyet tarihi boyunca ilk defa Ak Parti döneminde üniversitelerde YÖK’ten farklı düşünen öğretim üyeleri seslerini çıkarabilmişlerdi; Kürt Sorunuyla, Ermeni Sorunuyla ilgili en aykırı görülen fikirlerin bile ifade edilebileceği bir atmosfer ortaya çıkmıştı. OHAL sürecindeki bu toplu ihraçlarla şimdi bu başarı da eritiliyor.
“Kanımız kuruyuncaya kadar”
Çünkü ister birileri bizi birbirimize kırdırmak istiyor olsun, isterse olmasın, mezhep savaşını önlemek için yapmamız gerekenler aynıdır. ABD veya Rusya’nın niyeti ne olursa olsun, mezhep kavgasını önlemek için almamız gereken doğru tutum birdir. Mezhepçilik yapmamak ve bu ateşi söndürmek zorundayız.
Mezhepçilik yapmayan kazanacak
Bütün eksikliklerine rağmen bölgede mezhepçi olmayan veya adil ilkelere dayalı tek dış politika izleyen ülke Türkiye. Coğrafyanın selameti açısından, ne pahasına olursa olsun bu tutumunu devam ettirmeli.
İran’ın elindeki yasak meyve
Şimdi İranlı vekil, elindeki “hazineye” bakıp seviniyor. Kazandıklarına inanamıyor ve kerametin kendilerinden menkul olduğunu sanıyor. Devletine açılmış hakimiyet alanın tadını çıkarıyor. Bunun ülkesine ve ülkesinin de içinde bulunduğu bütün bir İslam coğrafyasına maliyetinin farkında değil. Kazandığını sandığı Suriye de muhtemeldir ki onun değil, ABD ile Rusya’nın pazarlığına göre şekillenecek.
Türkiye’ye, İran’a ve yaşadığımız günlere dair
Öncelikle yanlış bir yerden başlamamalı: Karda kışta, ateş altında can havliyle şehri terk etmeye çalışan 45 bin insanın iç yaralayan görüntülerine baka baka “Halep IŞİD’den temizleniyor” diyen birinin sorunu Şii olmak değildir. Çünkü “Sünnilik” böyle bir zalimliği ne kadar onaylarsa “Şiilik” de o kadar onaylar.
Gelecek ay darbe olur mu?
Hiçbir darbe senaryosunu “absürt” diye peşinen dışlamamamız gerektiğini 15 Temmuz gecesi gördük. Burası Bizans’ın devamı aynı zamanda ve herkes gerçek yüzüyle sahne almıyor. Bu yüzden de temkinli olmayı elden bırakmamalıyız. Ama aynı temkinlilik, cemaziyelevvellerini bildiğimiz darbeci unsurlara karşı da temkinli olmayı ve onları evliya mertebesine yükseltmemeyi öğütlüyor.
Güven
Bugün, darbe girişimi birinci ayını doldururken, Türkiye toplumu “biz” kelimesine eskisinden daha farklı bir anlam atfediyor. Laik beyaz Kemalist mahallenin, sağ, muhafazakar, İslami alt ve orta sınıfların, Kürtlerin, Alevilerin ve diğerlerinin yüzde kaçı bu kırılmayı yaşadı, en büyük deprem hangisinde oldu tartışılır. Ama bir deprem oldu.
Tarih akarken kıyıdan bakmak
15 Temmuz daha şimdiden Türkiye siyasetinde pek çok taşı yerinden oynattı. Ama etkisi siyasetten çok daha büyük oldu/oluyor. Bunun üzerine çok düşünmek gerek. Bu coğrafyada bir hercümerç var, bir şeyler değişiyor ve birileri hiçbir şey anlamadan bakıyor. Keşke o perdeyi aralayıp, bu muhteşem tarihi anı görmeyi başarsalardı. Çünkü realite onların görüp görmemesinden bağımsız olarak var ve yaşanıyor.
Bu devrimi beraber kutlayalım
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davaları geri çekmesi, MHP ve CHP’nin demokrasi nöbetini sonlandıran mitinge katılacağını açıklamış olması güzel işaretler. Keşke HDP de bu tabloda yerini alsaydı. Ama bu sadece iktidara düşen bir sorumluluk değil; bu partinin de bu yönde çaba göstermesi gerek.
Darbe girişimi laik otoriteryenizmi haklı çıkarmıyor
Bugüne kadar yapılan bütün darbe ve muhtıraların, 1960, 71, 80, 97’nin ve daha sayısını unuttuğumuz müdahalelerin “laiklik” adına yapılmış olması -ya da en önemli gerekçelerinden birinin laiklik olması- teokratik rejimleri ve dini diktatörlükleri haklı çıkarmadığı gibi, -en azından başlangıcı itibariyle- bu yapının da dini bir kaynağa referansı Türkiye tarzı baskıcı/despotik laikliği ve Kemalist otoriteryenizmi haklı çıkarmıyor.
Kendimizi güvende hissedebilir miyiz?
Darbeci bir ekip veya cunta oluşturan bir yapı ve işleyiş varsa, her dönem başka bir gerekçe ve başka bir ekiple -Atatürkçülük, laiklik, ülke bütünlüğü, din, hizmet veya demokrasi adına; “Milli Birlik Komitesi” veya “Yurtta Sulh Komitesi” eliyle- yine denenebilir. Önemli olan, “komiteci ve komitacı” üreten yapıyı değiştirmektir.
Bir dervişin hikayesi
Başarısız bir darbe girişimiydi 15 Temmuz. Ama gayet iyi planlanmıştı. Darbeciler nereleri ele geçireceklerini çok iyi biliyorlardı ve bunun için acımasız da olabiliyorlardı. Planlayamadıkları, kendilerine karşı canları pahasına direnecek onurlu insanlardı. Onların denklemdeki yerini hesaplayamamışlardı. Ahmet’lerin hesapsızlığı, onların bütün hesaplarını bozdu.
Tehlike geçti diyebilir miyiz?
Bütün bu yaşananlar, ordunun demokratik hukuk devletleri model alınarak yeniden yapılandırılması konusunda kaybedecek zamanımız olmadığını göstermiş olmalıdır. Kısa vadede hükümet ve darbe karşıtı güçler dikkatli olmalı, bu süreçte darbecilerle mücadele ediyor görünen veya bugün için belki gerçekten öyle olan unsurlar dahil, kimseye mutlak güven duymamalıdır.
Bu zafer bütün halkın
Açık olan şuydu ki, halk savaşırken hiç değilse ortada ayağına dolaşan kimse yoktu. Ve sonuçta bütün toplum, darbecileri silahlarıyla beraber çırılçıplak ortada bıraktı.
Yanı başımızdaki üniversite öğrencileriyle buluşmayı bekliyor
Tarihin trajik bir kırılma anında ülkelerinden savrulan akademisyenleri öğrencileriyle buluşturmak, Türkiye’nin yükseköğretim kapasitesini geliştirmek ve sıkıntılı bir süreci herkes için avantaja dönüştürmek mümkün.
“Eden bulmaz, diyen bulur”
Bir belge falanca örgütün amaçlarıyla örtüşüyormuş. Gazeteciye ne? O kendi gündemini izlerken, bu başka birinin gündemiyle örtüşüyorsa ne yapsın? Hayatın akışı içinde bazen devlet ile PKK da aynı fikri savunuyor; ne yapmalı bu durumda? İkisininkinin de tersini mi savunmaya çalışmalı?
Soykırım kararı tartışmaları: Neresini düzeltmeli?
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Almanya Parlamentosunun kararını birçok haklı itirazla eleştirmek yerine o milletvekillerine yönelik olarak kullandığı “kanı bozuk” gibi insani ve İslami temelden hiçbir şekilde kabul edilemez bir dille bu yanlışlar zincirinin son halkasını tamamladı.