İhsan Bilgin
Şiddet ve baskı
H.Berktay’ın “Olmadı, İmzalamadım” yazısında, barış ile demokrasi arasında kopmaz nedensellik bağı olmadığı söylense de, Carl Schmit’ten beri, elinde gereğinde toplumuna karşı da kullanmak üzere yegâne meşru silah bulundurma yetkisiyle toplumlar üzerindeki kıyası olmayan bir tehdit potansiyeli olarak devletin şiddet ve baskyla bağı malumumuzdu.
Chris Stephenson
Barış bildirisine imza atıp tutuklanan meslektaşlarına destek verirken üstünde meclisin 4 büyük partisinden HDP’nin newroz toplantı daveti bulundu diye sorgulanıp sınır dışı edildi. Bizler kadar Türkçe konuşur. Kökeninden kopup habitus’unu burada kurmuş, evlenmiş, kızına Alev adı koymuş; beceri, yetenek ve değerlerini nereye gitse yanında götürür; onun kaybı olmaz; kaybeden biz oluruz.
Keith Emerson artık yok
Devirler kendilerini taşıyıp hatırlatan kültleriyle birlikte tarih oluyor, 60-70 dönemeci de efsane rock piyanisti Keith Emerson’la bir kere daha karıştı tarihe.
Adalet mi, mantık mı?
Anlatayım siz karar verin, tümüyle gerçek; neresinden tutacağınıza, neresine gülüp eleştireceğine, öfkeleneceğine herkes kendi karar versin. Tüm kişileri ve kurumlarıyla gerçek bir zamanda ve mekanda olup-bitiyor anlatacaklarım. İstanbul’da ve son yıl içinde; yani hayal mahsulü, kurmaca, değil.
Olur mu?
Önce şurada anlaşalım “Sur İlçesi” yanıltıcı bir adlandırma; bilmeyenler için kentin dışında ondan ayrı bir yerleşimi çağrıştırabilir. Oysa nasıl ki Fatih veya Eminönü ilçeleri aslında İstanbul’un kendisinden başka şey değilse; “Sur” da Diyarbakır’dı.
Ses
Manşete çıkardığım görselin çağrıştıracağı gibi İstanbul’lu okurların en azından aşina olacağı bu radyo kanalına güzelleme düzmeyecek, hatta takıldığım çok özgül bir açıdan eleştireceğim.
Kimin ve neyin özgürlüğü?
Hadi Uluengin’in sözettiği konu malum ama benim itirazım, vurgusuna: barış gibi insani bir talep, “akademik” sıfatıyla adlandırılamaz. Akademisyenler söz konusu olduğunda öyle anılsa da, bunun; mesela aynı barışı şoförler talep ettiğinde, araç kullanma veya seyir özgürlüğü olarak veya manavlar söz konusu olduğunda, sebze meyve ticareti özgürlüğü diye adlandırılamayacağı gibi…
Savaşma yarat
Fatih Akın ve John Lennon, aynı mesajı veriyorlardı: Yaratıcılık, özgürleşme mücadelelerinin tercihe bağlı bir tarafı ve destekçisi değil; bizatıhi kendisi olarak keskin bir biçimidir. Biri müzik diğeri sinema endüstrisi çarkları içinden seslenen bu iki adam böyle başa çıkmışlar sosyal yaşamın bunaltıcı baskılarıyla, böyle özgürleşmişler; yaratıcılıkla kazandıklarını özgürlük için kullanmamış, yaratıcı olurken özgürleşmişler. ”Geleceği düşünmek” konulu 3. Uuslararası Antalya Mimarlık Bienali de alenen yaratıcılığa çağrı mesajı taşıyordu.
Ters Köşe
Kulağa hoş gelmeleri uğruna mecbur muyuz o “demokratik”, “özgür”, bağımsız”, “özerk”, “sivil” vs. sözcükleri yerli-yersiz defalarca işitmeye. Devalüe de olup, etkisizleşiyorlar hem de... Yaratıcılık muhalefette de şart! ... 3 cümlelik itiraz dilekçesinin hasmı çaresizleştirmiş son zekâ hamlesi de en çatık kaşlı resmiyeti bile gayrı-resmiyete davet edebilen sizli-bizli öznel üslubu…
Hadi konuşalım…
“Zizek hakkında konuşmamız lazım” başlığıyla yazmış Y. Oğur; Kısacık yazının başlığı kadar içeriği de kinayeli hatta kinayeden ibaret. Zizek’in “Türkiye Hakkında konuşmamız lazım” yazısına meydan okuyor. Okuyor da tıpkı Zizek’in de yapmadığı gibi, önerdiğini yapıp konuşmayı başlatmıyor. Zizek’in derdi Türkiye olmadığı gibi onunki de Zizek değil. Zizek’in problemi Türkiye değil, Işid örgütü.
Kimden ve neden bahsediyoruz?
Tahir Elçi’yi hakkında açılan ve hedef gösterilmesine yol açan dava aracılığıyla herkesle birlikte tanıdım. Tutarlı ve istikrarlı bir Kürt aydını ve hukukçu olduğu aşikar. “Nasıl öldürüldüğümüz değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.” demiş; yeni duydum, dört meshebin birliğini sembolize eden dört ayaklı minareyi de yeni farkettim. Teselli niyetine paylaşılan Ahmet Kaya’nın Diyarbakır Türküsü’ne de vesile oldu…Etkilendim…
Madde öldü mü?
Fransız Felsefeci Jean Francois Lyotard 1985’te Paris Pompidou Kültür Merkezi’nde immateriaux [maddesiz] sergisini açtığında kavramsal bazı inceliklerin yanı sıra dijital dünyanın gerçeği yerinden edecek kimi imkanlarına da dikkatleri çekiyordu.
Bir sergi: liman kenti konuşmaları: İstanbul – Anwers
Kıta Avrupasının Ortaçağ Hanse Birliği limanlarından Anwers kentinin en gözde binası Mas Müzesi, Europalia Sanat Festivali kapsamında, Venedik Mimarlık Bienali küratörlerinden İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım master programı öğretim görevlilerinden mimar Murat Tabanlıoğlu’nun Kültür-Turizm Bakanlığı destekli yeni bir sergisini ağırlıyor. 24 Ocak’a kadar açık kalacak sergi, Anwers’in ve İstanbul’un suyla ilişkisini ve sanatsal algısını karşılaştırmalı perspektifle ele alıyor. Victoria Holbrook çevirisiyle İngilizce basılmış sergi kataloğu yazım “Hatıra ve Gerçeklik Olarak Liman”ın Türkçesini burada yayınlıyorum.
Enseleri seküler kanat mı kararttı?
Çetin Altan, epeyce laf kaldıracak bir karakter. Yıldıray Oğur yazısında keskin zekâsının Altan’ı korumaya yetmediği laisist-Kemalist-Batıcı kanada özgü sakarlıklara kapılışını örneklemiş. Ne zamandır bizim sitede tartışmak istediğim konulara koyulmak için de iyi bir zemin olmuş yazısı...
Sembol mü sanat mı? şaka yetmez, yaratıcılık şart!
Bizim siteden güncel bir haber: PKK’li Mahsum Korkmaz heykeli üzerine ardarda iki yazı yazmıştım; ihmal etmeyip, iki satırla geçeyim…
Açık eksiltme
Her 90’lar kıyaslamasında zihnimde film şeridi gibi dizilen onyılları ve muhtemelen ileride 3.MC (Milliyetçi Cephe) siyasal deneyimimizin dönüm noktası diye anılacak 10 Ekim katliamının acısı tazeyken paylaşmak istedim.
Dikkat dağınıklığı, kafa karışıklığı
Dil de olduğu yerde durmuyor, o da hayatlarımız gibi değişiyor...
Oyunları ve oyuncuları karıştırınca
Fener, Robben ve İbrahimoviç’i alacakmış, Etyen Mahçupyan da “Tekerrür ve Muamma” yazıma laf çarpmış. Demek bu kez, konularım; takımım ve köşe-komşum.
Tekerrür ve muamma
İngiliz’lerin 80’lerdeki santrforu Gary Lineker’in kinayeli bir futbol oyunu tanımı vardı: “Futbol, 90 dakika oynanan ve sonunda Almanlar’ın kazandığı bir oyundur!” Haziran’15’e kadar Türkiye’de seçimler de neredeyse şu hale gelmişti: “Türkiye’de seçim, dört yılda bir yapılıp AKP’nin kazancıyla biten demokratik bir siyasi araçtır.” Yaklaşık iki ay önce hazırlığı ve propagandasıyla altı ayımızı almış bir seçim oldu. Sonucu üzerinde herkes hemfikirdi.
Elektrik ve medeniyet
Her elektrik kesilişinde, yıllar önce evimde misafir kalan genç bir Alman konuğun, elektrikler kesilince hayretle “Ne demek? Elektrik kesilecek bir şey değildir ki zaten vardır!” tepkisini hatırlarım ister istemez. Su, hatta oksijen gibi bir doğaverisi olarak algılıyordu elektriği de. Buradan kestirmeden “eller aya biz yaya!” sonucuna varmak an meselesi ama benim tercihim başka perspektiflerin de olabileceğini hatırlatmak olacak.
Müstesna kentler Venedik ve New York
Sözcüğün zaman içinde kazandığı içeriğiyle hamasi bir güzelleme değil niyetim; orijinal anlamıyla istisnai olduklarını kastediyorum, nedenini nasılını da anlatmaya çalışacağım. Sadece istisnai oluşları bakımından değil, özgüllüklerinin kaynağı bakımından da tarihsel paralellikleri var.
Devlet ve kent
Michel Foucault, Türkiye’de de okunup ilgi görmüş çağdaş bir Fransız düşünürü. College de France bünyesinde 60’ların ortasında verdiği seminerleri toprak odaklı devletten nüfus odaklı modern devlete geçiş sürecine yoğunlaştırmış…
Havanın suyun da tarihi 1580-1870
Önce 1 Nisan’dan beri neredeydim? Eski yazılarım niye gözükmüyordu? Basit ve teknik aksaklıktı sadece. Artık eski yazılar resimleriyle de açılıp okunurken, yenileri de benzeri uzunluk ve görsel donanımlarıyla 8-10 gün veya haftada bir burada olacak.
Postmodern yüksek-teknik ve konforun erken adresleri
Postmodern yüksek-teknik ve konforun erken adresleri