Ana SayfaYazarlarYa 'insanlık' ya barbarlık

Ya ‘insanlık’ ya barbarlık

 01Dehşet uyandıran haberleri dinlemekten öte elden bir şey gelmeden izlediğimiz Gazze tırmanışına en net, hassas ve düşünceli tepkileri veren bir ortamda gomme1(serbestiyet.com) yazmaktan fazlasıyla hoşnutum, ama her türlü ihtimal üzerine en ince ve hassasından yorumlar yapılmış olsa da henüz dile geldiğine tanık olmadığım bir felaket endişesi de kalmadı değil. Medeniyetler ne kadar gelişmiş ve incelmiş olsa da “insanlık” diye bir mevhumun oluşup yerleşmesi için en azından diğer adaların, kıtaların ve okyanusların keşfedildiği bir zamanın geride bırakılması gerekmişti. O zamana kadar insanlar kendi içine dönük kültür coğrafyaları içinde yaşayıp gidiyordu. Demokrasilerini ve felsefelerini hala örnek almadan edemediğimiz Antik Yunan sitelerinde bu incelmiş medeniyet, kölelerin varlığı sayesinde mümkün olabildi. Köleler, sitelerin surları dışındaki alanlarda gerekli kol/beden emeğini harcayarak sitenin içindekilerin kol/beden emeği harcamaksızın refah içinde yaşamalarını mümkün kılan tarımsal ürün stokunu üretiyorlardı. Site içindeki hayatla dışındaki o kadar birbirine temas etmeden sürüp gidiyordu ki, en bilgesinden bir filozofun bile site dışında çalışanların içeridekilerle aynı türden varlıklar olduklarını farkedip dile getirmesi ayrıca da site içindeki erkek egemenliğinin kadınları tamamen dışlayan bir gomme2sosyal düzen olduğunun ayırdında olması mümkün olmadı. Bunları bile kaydetmeden geçip-gitmiş bilge filozofun site dışındaki emek deposu arasında bulunan Afrikalı siyahlara aşina  olduğu varsayılsa dahi, dünyanın bir yerlerinde sarı, kırmızı ya da kahverengi derili insanların yaşadığını aklına getirmesi mümkün değildi. Aslında okyanuslar ve kıtalardan ziyade hemcinslerini keşfetmişti insan. Tabii ki bu keşifler keşfedenle edilenin orantısız güçlerini karşı karşıya getirmiş ve vahşeti de eşi görülmemiş biçimde küreye yaymıştı. 0204060503Öte yandan bu çeşitliliğin ille de en kabasından bir vahşet anlamına gelmeyeceği de anlaşılmış ve türünün diğer çeşitleriyle yaşamanın olağanlaşması sayesinde bir de bütün çeşitleriyle ortak yanları olan bir “insanlık” mevhumu doğmuştu. İyiyle kötü arasındaki bu salınmanın bazı eşik noktaları yok değildi. Mesela ne olursa olsun kölelikle ilgili kavrayışta bir eşik olan Amerikan iç savaşı ya da sömürgecilik söylemindeki kırılma sayılması gereken ve hâlâ sürmekte olan  post-kolonyal zamanlar. Diğerlerine gelince; “insanlık” denen kaç yüzyıllık mevhumun en hunharca askıya alındığı zaman herhalde bir ırka/dine mensup olanların üstelik de dünyanın en refah içindeki bölgesinde, kitleler halinde ve göz göre-göre sürek avı misali katledildiği 2. Dünya Savaşı sonu dönemi olsa gerek ve faili de Naziler…  Bütün  bunlar atom bombasıyla da aynı zaman aralığına sıkışmıştı üstelik.091011Siyaset bilimci değilim, jeopolitiğe yatkınlığım yok, savaş sonrası İsrail devletinin kuruluşu hakkında yeterli bilgiye sahip değilim ama kurulduktan sonra yaptıklarına yaşamım boyunca tanık oldum. Bir komplo sanki: Yok yok, Yahudi lobisinin ABD siyasetini esir almasının hikâyesi değil söyleyeceğim, tersine sanki geleceği okuyabilme gücünü kötüye kullanan kahin misali Pax-Amerikana’nın kozmik odalarında planlanmış, Yahudi karşıtı bir komplo gibi çalışmış bu devlet hep… Şöyle bir hedefe kitlenmiş bir komplo sanki bu arızasız işleyen siyasi/tarihsel mekanizma, mesela 21.yüzyılın ikinci yarısı civarlarında bir zaman öyle bir an gelecek ki o kaç yüzyıllık “insanlık”, bu durumda artık bir mevhum olarak değil de küresel ölçekte maddi bir gerçeklik olarak o mevhumun içini dolduran “insanlar” olarak “insanlık” hep beraber Nazilere hak verip o “insanlık” mevhumunun ipini çekerek kendini en azından bir mevhum olarak yok edecek. Evet çocuklarımız değilse de torunlarımızın, Hitler’in çoktan çürümüş leşinin törenle bir devlet mezarlığına defnedilişine şahit olmayacaklarından emin olamamaya başladım artık. Sınırların geçilip eşiklerin aşıldığı hep dile geliyor; ama tehlike bir halkın gördüğü eziyetin ve öbürünün üzerine çektiği öfkenin/nefretin derecelerini ölçmekle ve çetelesini tutmakla baş edilemeyecek sınırlara dayandı. Gerisin-geri tarım devrimi ertesinin Çatalhöyük ve Göbeklitepe gibi günümüz arkeolojisinin nadide örneklerinin günlük hayat tasvirlerindeki hayata ve mevhumlarına savrulmayı bile endişelerimiz arasına katma zamanı geliyor belki de, hatta bir retro-rövanşizmin (geriye dönük intikam eskiden yapılmış bir fenalığın sonradan olacak olan vakanın intikamı yerine geçmesi) akla gelmesi bile yeterli “insanlık” diye bir mevhumun artık olmadığı tespitini yapmak için. Bir halktan/dinden modern insanlığın kabusu bir figürün statüsünü kabustan anıya terfi ettirmeye hazır şekilde bekleyecek kadar nefret ve şüphe edilmesi, o hortlağın gerçekten de canlanması kadar beter bir kabus değil midir? Ve o nokta artık Vitrivius’un sert ve gerçekçi, Laugier’in naif ve idealize ifadeleriyle tasvir olmuş yaşam parçalarından daha istenir  olmayacaktır.07081213Medeniyetin (yerleşik yaşamın) sıfır noktası olan tarıma barbarlık olarak dönmek de tarihin en berbat cilvelerinden olurdu herhalde. Bu endişeyi teselli edilerek taşımanın yolu için de beşyüz yıllık kapitalizmin Hitler’le birlikte en talihsiz marifeti küresel ısınmanın yeryüzündeki tüm canlılığın kökünü kurutma anıyla çakışmamasını ummaktan başka şey gelmiyor aklıma. Aksi halde mefhumuyla birlikte somut gerçeklik olarak insanların da yokoluşu birarada gerçekleşmiş olacak. Şansa, ihtimal hesaplarına bel bağlamaya gelmez, ilk seferinde de atom bombasıyla eşzamanlı bir kabus olarak yaşanmamış mıydı “insanlık” kadar insanların da modern zamanlardaki bu en onursuz çaresizliği? Dipnot:                                                                                                                                            (1)Leonardo Benevelo Die Geschichte der Stadt, Campus Verlag, (1975)2007 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik