Tuncer Köseoğlu
İnsan afeti!
Karadenizliyim, çocukluğum derelerin içinde geçti. Erdoğan’ın ailesinin yaşadığı köye geceleri vadileri aşarak balık tutmaya gitmişliğim bile vardır. Yaşadıklarımdan ve atalarımdan öğrendiğim bir şey var; bir dereyi asla zapt edemezsiniz. Rahmetli dedemin sık sık söylediği o söz hâlâ kulaklarımda: Uşağım dereyle şaka olmaz, canı nerden isterse oradan akar.
Yanacak yer kalmayınca…
Günler süren orman yangınları geride ağır bir tahribat bırakarak kısmen de olsa kontrol altına alındı. Üç yıldır yaşadığım bu coğrafyada hava sıcaklıkları düşmeye, nem oranları yükselmeye başladı. Size yangınları ‘içeriden’ anlatacağım… Bu yangınlar boyunca insanın aklıyla alay eden komplo teorilerine de şahit olduk. Nedense, komplo teorilerinin ‘hazzı’na kapılanların, bu güzel ormanların, barındırdığı hayvanlarla birlikte yanmasının acısını içlerinde yeterince hissedemediklerini düşünüyorum.
Yangında ilk kurtarılacak kelime: ‘Sabotaj!’
Yaşadığımız yangınların bu sıcaklık ve nem koşullarında ‘normal’ olduğunu söyleyen uzmanlar anında linç yiyor sosyal medyada. “Bilim de neymiş, yarattığımız suçluyu elimizden alamazsınız” der gibiler. “Yakmadılarsa da yaktılar” gibi bir ruh hali… Oysa yalnız Akdeniz, Ege, Ortadoğu değil, dünya yanıyor.
Memleketten bir kovid hikâyesi: Sıradan bir köy düğününden sonra olanlar
Damat kızı taa Erzurum’dan kaçırıp Milas’a getirmiş… Akrabalara, uzak akrabalara haber salınmış, meydanda köy düğünü hazırlıkları bitmiş… Şimdi gelin akşamında kınanın yakılacağı gün, damat da düğün sabahı koronavirüs pozitif çıktı diye bütün o hazırlıklar bir kalemde silinip düğün iptal edilir mi? Edilmez tabii… Ve…
‘Enflasyon canavarı’ çizimlerinin izinden bir Türkiye hikâyesi…
Çocukluğumun enflasyon canavarı bazı gazetelerde hayli sevimli bir görüntü verirken, bazılarında önüne çıkan her şeyi yutabilecek bir ürkütücülükte çiziliyordu. Yıllar sonra gazetecilik okurken anlamıştım bunun nedenini. İktidara yakın gazeteler, enflasyona kayıtsız kalmamakla birlikte ‘canavarı’ mümkün olduğunca sevimli çiziyorlardı.
İsviçre – Fransa maçının düşündürdükleri
İsviçre Milli Takımının iskeletini 90’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Balkanlarda yaşanan savaşlardan kaçıp İsviçre’ye yerleşen, sayıları yarım milyonu bulan ailelerin çocukları oluşturuyor. Bunlara Afrika kökenli oyuncuları da ekleyebiliriz. Böyle çok değişik kültür ve aidiyetlerden gelen insanların bir araya gelerek oluşturdukları takımın başarıdan başarıya koşması futbol başarısından daha fazlasını anlatmıyor mu?
ANALİZ – Liman’daki sahipsiz kokain paketleri
BM’nin 2019’da hazırladığı uyuşturucu raporuna göre Türkiye, yakalanan eroin miktarı açısından 20 tonla dünyada başı çekiyor. Türkiye’yi İran ve Pakistan izliyor. Ne var ki yakalanandan çok daha fazlası piyasaya sürülüyor. Narkotik uzmanlarına göre bir ülkede dağıtılan uyuşturucu miktarını bulmak için yakalanan miktarı en az 10’la çarpmak gerekir.
Eve dönüş bileti erken kesildi…
Milli takım, Avrupa Futbol Şampiyonası’nın en kötü maçı olmaya aday bir maçta Galler’e 2-0 yenilerek turnuvaya erken veda etti. ‘Bizim Çocukların’ İtalya ve Galler önünde aldığı kötü skorların yanında oynadığı futbol hayal kırıklığı yarattı.
Yenilince ‘hamasete’ dönüş yaptık
Avrupa Futbol Şampiyonasının açılış maçında turnuvanın da favorisi olan İtalya ile karşılaşmak bizim açımızdan bakınca hem şans hem de şanssızlıktı. Olası bir beraberlik ya da galibiyet ‘Bizim çocukları’ çok farklı bir yere götürebilirdi. Tersi oldu, o zaman da ülke olarak en iyi bildiğimiz şeyi yapıp ‘hamasete’ sığındık. Bu işi maçı anlatan TRT spikerleri başlattı.
Bizim çocuklar, futbolun ‘olağan şüphelilerine’ karşı ne yapar
Yarın (Cuma) İtalya ile oynayacağımız açılış maçıyla başlayacak Avrupa Futbol Şampiyonasının favorisi olmasa da ne yapacağı futbol dünyası tarafından en merak edilen takımı Türkiye. 24,5 yaş ortalamasıyla turnuvanın en genç takımı; yarattığı sempatiyle kendisine yakıştırılan ‘bizim çocuklar’ deyimini fazlasıyla hak ediyor.
Muz bekçileri
Ülkenin dört yanından bekçi şiddetine dair haberler yağarken, Sabah gazetesi bir “bekçi dünyasında güzel şeyler de oluyor” haberiyle çıkageldi: Bir manavdan çalınan 15 kilo muz bekçilerin “özel dikkati” sayesinde çalınmaktan kurtarılmıştı.
“Ala kametunuzi versun”
Bizim oralarda “Ala kametuni versun” diye bir deyim vardır, rahmetli babaannem Nafiye beddua olarak çok sık kullanırdı. Bana da öfkelendiğinde söylemiştir. Anlamı ‘Allah seni bildiği gibi yapsın’ demek. İkizdere’de yaşananları, bu nobranlığı gördükçe, içimden babaannemden miras kalan bu sözü tekrarlıyorum sık sık, “Ala kametunuzi versun.”
Bekçi Murtazalar ülkesinde kapanma
‘Market tedbirleri’ genelgesiyle ‘temel ihtiyaç maddeleri’ dışındaki ürünlerin satışına yasak getiriliyor. İyi de kime göre, neye göre temel ihtiyaç ürünü! Mesela sigaranın sağlığa zararlı olduğu konusunda içenler de dahil hemen herkes hemfikir. İnsan sağlığına bu kadar zararlı olan bir ürün bu yayımlanan genelgeyle ‘temel ihtiyaç ürünleri’ kapsamı içinde mi olacak, dışında mı?
Memleketin uçuş hikâyesi…
Her ne kadar Başkanlık Sisteminin mottoları ‘Dünya bizi kıskanıyor, Avrupa bizi kıskanıyor, Almanya bizi kıskanıyor’ olsa da, ne hikmetse memleketin ahalisi o ‘bizi kıskanan’ ülkelere kapağı atmaya çalışıyor. Tersine giden yani buraya gelen pek yok.
Bir Türkiye hikâyesi: İki elti aynı adama kaçtı!
Önce gözü yaşlı bir anne çıktı ekrana. Üç çocuk annesi kızının eltisiyle birlikte aynı adama kaçtığını duyurdu. Ordu Fatsa’da yufkacılık yapan Muammer, dükkânı kapatıp iki eltiyle birlikte kayıplara karışmıştı. Gözü yaşlı anne kayıplara karışan kızının evine dönmesini istiyordu. İki eltinin isimleri de aynıydı. Hamide. Bu nedenle evlendikleri kardeşlerin yaşlarına göre büyük Hamide, küçük Hamide diye hitap edildi onlara…
‘Biz tutmirik, tutturirik’
Ramazan ayı boyunca gün içinde kafe ve lokantalar kapalı ama gece teravih namazı kılmak için camilere gitmek serbest! Ramazan ayında dini hassasiyetleri tavan yapan halkımıza devletlünün verdiği bir ulufe bu.
Türkiye’nin ilk ‘erkek güzeli’nin Tayland’da bir hastanenin morgunda biten parıltılı hayatı…
Bazı insanların yaşadıklarını öldüklerinde öğrenirsiniz. Bilginin ışık hızıyla yayıldığı bir dünyada hızla şöhret olanlar aynı hızla unutuluyor da… Fakat Karahan Çantay’ın hikâyesinde bundan daha fazlası var.
Ahmet Efendinin rüyası…
Ahmet Efendi Japonya’nın darda olduğunu Tokyo’da kafe işleten Nagatomo’nun isyanından öğrendi. Japonya’da duyulmayan bu isyan devletin ajansı sayesinde okyanusları aşıp, Ahmet Efendi dahil herkesin duyduğu bir haber haline gelmişti. Atalarının açtığı yoldan ilerleyen ülkesinin bu imdat çığlığına icabet etmesi ne yüce bir davranıştı.
Gençliğin üzerinde gücünü göstermek
Gençleri anlamak, taleplerini dinlemek yerine şiddeti tırmandırarak gücünü gösteren, giderek de nobranlaşan bir ‘ileri demokrasiye’ sahibiz çok şükür. Ülkenin gelecekteki kaliteli kadrolarını oluşturacak gençler devletin şiddet sınavından geçiyor bu günlerde…
Ve devlet gücünü gösterdi…
“Biz devletin gücüyüz, neler yapabileceğimizi orada gösteririz size…” Ankara’da hakkını aramaya gelen işçilerin önünü kesen polislerin amirinin söylediği söz.
Boğaziçili ‘elit’ bir öğrencinin kısa hikâyesi…
Sınavda ilk dört yüze girdi. Koç Üniversitesi tam bursla kayıt teklif etti. Fakat o Koç Üniversitesi yerine ülkenin her tarafından, her sınıfından gelen, kozmopolit bir yapısı olan Boğaziçi Üniversitesi’nde okumaya karar verdi.
Mercimekten patatese…
Şimdilerde patates nasıl iktidarsa Kuzey Kore’de, bir zamanlar mercimek de öyleydi bizim ülkemizde. 12 Eylül’ün generalleri, ete güç yetiremeyen halka “mercimek etten daha değerli” propagandasına girişmişti.
Ön saflardakiler; filyasyondakiler…
Sekiz aydır filyasyon ekibinde çalışan ve hâlâ çalışmaya devam eden diş hekimi arkadaşımın hikâyesi, bize Türkiye’nin salgınla mücadelesinin nasıl sistemsiz yürütüldüğünü gösteriyor.
Bizde böyle şeyler olmaz, hep başka yerlerde olur
Bir hafta önce bir spor yorumcusu, Galatasaraylı Diagne için “Afrika’daki köyünde okuma yazma öğrendi mi bilemem. Orada timsah yiyordu, burada futbolcu oldu” diyebilmiştir. PSG – Başakşehir maçında yaşanan olaydan sonra, “Webo kardeşimdir. Ona yapılan hepimize yapılmıştır” diyen de o.
Uğur’un gözyaşları arasında memlekette şov devam ediyor
Gerçekliğini kaybetmiş bir ülkede, bir genç adamı henüz bir ergenken yazdıkları için arenada aslanların önüne atıp, kendi ahlakımızı kurtardık. Şov kaldığı yerden devam edecekti bir şekilde.
Mucize…
Asıl mucize nedir biliyor musunuz? Vatandaşlarının enkaz altında kalıp can vermediği, sele kapılıp ölmediği bir ülkede yaşamak… Böyle bir ülkede yaşamak şu anda çok uzak bir ihtimal olduğu için Elif bebeğin minik parmağı çok yakın geldi bize.
Bakanın, ‘Dere gün gelir hakkını alır’ diyen bir dedesi olmamış!
Giresun’un Dereli İlçesi de derenin betona hapsedilerek kazanılan alan üzerine inşa edilen bir ilçe. İlçeye giden Bekir Pakdemirli’nin benim gibi “Dere gün gelir hakkını alır” diyen bir dedesi olmamış belli ki. Olsaydı eğer, gördükleri karşısında hayret etmez, “yok böyle bir doğal afet” demezdi.
İki lokantanın Rize’ye ettikleri…
Rize’nin Türkiye çapında ünlü iki lokantası yaz boyunca, özellikle de bayram günlerinde doldu taştı. İddialara göre bu lokantaların garsonlarının birinde saptanan virüs, lokanta kapanmasın diye gizlendi. Fakat sonunda hem lokantalar kapandı hem de virüs alabildiğine yayıldı.
Kadınlar erkeklere neden güvensin?
Kadını kendisine verilen bir ‘hediye’, aynı zamanda ‘emanet’ olarak gören bir anlayışın iyi niyetini sorgulasan ne sorgulamasan ne? Kadınlar böyle erkeklere neden güvensin?
Karanlık…
Dosya savcılık tarafından rafa kaldırılırken baba Şaban Vatan’ın “karar metninde yer alan ifadelerin akla, mantığa, bilime ve hukuka dayanmadığı” şeklindeki feryadı memleketin üzerindeki gökyüzü boşluğunda kayboldu gitti…