Halil Berktay
(3) “Düzen dışı” fetişizmi; “düzen içi” suçlaması
Mesele Ruşen Çakır değil tabii. Kendilerine ne derlerse desinler, R.Ç.’nin şahsından çok daha geniş bir alanda “kategorik temiz solcu”luğun, maksimalizmin, “tek yol devrim”ciliğin, (güya) prensipli uzlaşmazcılığın, boykotçuluğun, bitmek bilmez kriz avcılığı ve ayaklanmacılığın, “al birini vur diğerine”ciliğin… hangi kaynak ve katmanlardan türediğini (bir kere daha) anlatmaya çalışıyorum. Ortalıkta bölük pörçük bazı fikir kırıntıları var. Bulanık bir tortu, paslı bir hurda yığını. Oluşmasında Marksizmin ciddi sorumluluğu olduğu kanısındayım.
Ruşen Çakır vesilesiyle (2) Marksizmin baştan sakat siyaset anlayışı
Siyasetin sırrını hep siyaset dışında, ekonomide aramak. Demokrasiyi “burjuva demokrasisi” diye horlamak. Bütün umudu devrime bağlamak. Bu üç önerme, Marksizmin normal demokratik siyaset anlayışı ve olanağına ilelebet vurduğu birer pranga gibidir.
Son Ruşen Çakır örneği (1) Tanrılar ve kullar
Doğrusu ben nefret etmiyorum Ruşen Çakır’dan. Tersine, hemen ve kolayca affediyorum. Son tahlilde, hümaniter bir yardım projesi olarak hâlâ kurtarılabilir görüyorum. Biraz zor da olsa, belki düşünmeyi öğrenebilir. Şu birkaç yazıyı, onun gibi daha nice vülger solcunun gecikmiş öğrenimlerine gene bir katkıda bulunurum zannıyla yazıyorum.
Erkekler ve kadınlar (4) Kuzey Avrupa’nın tuhaflığı
Her nasılsa, Duby’nin Feodal Devrimi ve ona eşlik eden Derin Hıristiyanlaşma sürecinde dahi, kuzey Avrupa toplumlarında kadınlar kamusal alandan tümüyle dışlanmadı. Dinî kurallar yoluyla eve kapatılmadı ve örtünmeye zorlanmadı. Devlette, siyasette, toplumda, aşk hayatı ve sanatında varoldu.
Erkekler ve kadınlar (3) Georges Duby
Peki, 11. yüzyılın bu yeni evlilik ve aile modeli, sonraki kapitalizm yüzyıllarından da geçip tekrar Balkanlara ve Ortadoğu’ya ulaşıp, İslâmî geleneğin evlilik ve aile anlayışıyla karşılaştığında ne oldu? Ne oluyor? İşte hem İstanbul Sözleşmesi imzalanıyor; hem çıkalım, feshedelim isteniyor; hem de “bize özgü” ara bir formül hayali zuhur ediyor. Modernitenin ve Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin çelişkilerinden birini daha el’an yaşıyoruz.
Erkekler ve kadınlar (2)
İlkel komünizm veya mutlak bir matriyarki kadar aşırı formülasyonlara gitmesek de, insan bilincinin şafağında kadınları çok güçlü bir esrar hâlesinin çevrelediği oldukça açık. Kendinizi 130,000 yıl geriye götürüp, ister bir Neandertal, ister yeniyetme bir Homo sapiens gibi düşünürseniz, hakikaten acayip yaratıklar bunlar. Onbinlerce yıllık bir evrimi özetleyip geçiyorum: bu doğaüstü esrarın bir şekilde kontrol altına alınması, erkeklerin ve erkekliğin önemli bir meselesi haline geliyor.
Erkekler ve kadınlar (1)
Bir, kadına karşı şiddet; daha somut olarak baba, koca, kardeş veya ağabey dayağı. Neden bu kadar asimetrik? Niçin, kimse erkeğe karşı şiddetten söz etmiyor acaba? İki, cinayet. Neden kadın cinayetleri diyoruz da paralelinde erkek cinayetleri diye bir karşılığı yok? Üç, namus. Niye namus sırf kadınlar üzerinden konuşuluyor da erkekleri içine alan bir norm, bir kriter, bir alan ve kavram olamıyor?
Kötü alışkanlıklar
Siz hiç şu küçümsediğiniz KADEM’in son aylarda karşılaştığı kadar yoğun, uzun ve şiddetli bir psikolojik terörle karşılaştınız mı kendi hayatınızda? Özellikle kendi mahallenizden - ya da mahalleniz sandığınız yerden? Ve sonra bir bariyeri, tek bir bariyer de olsa, bir silkinişle, sırf medenî cesaretinizle aşabildiniz mi?
Müslüman kadınlar buyruk, taltif veya tekdir istemiyor
İlginç zamanlarda yaşıyor, ilginç gelişmelere tanık oluyoruz.
Salgın istatistiklerinde yeni devekuşu politikası
Bilmeyiverin. Neden bilecekmişsiniz? “Bizim” [yetkililerin] bilmemiz yetmez mi? İllâ her şeyi bilmek zorunda mısınız? Bilmek sizin neyinize? Siz de gömün kafanızı kuma. Görmediğinize göre görülmediğinizi farzedin. Gerçeğin size ne faydası var?
Kadının adı yok… Serbestiyet’te de mi yok?
KADEM’in açıklamasının biricik değeri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küçük kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın, bu derneğin başkan yardımcısı olması mı? Yani mesele, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma hazırlığındaki iktidara gıcık vermekten mi ibaret? İster KADEM’in kendisi, ister açıklama metni, ister olayın bütünü, bunun ötesinde bir anlam ve önem taşımıyor mu?
Ve Temmuz işte böyle sona erdi
Sırbistan toplam 25,552 vakayla halen dünyada 59. sırada. Fakat gidişat orada da hiç iyi değil. Belgrad Fuarı alanının 1. Salonuna, Sırp ordusu portatif yataklar yerleştirmiş. Yeni dalgalarda hafif semptomlar gösterecek hastaları bekliyorlar.
Osmanlının modernliği (15) Köylü toplumu ve barut imparatorluğu
15. ve 16. yüzyıl Osmanlı ekonomisi görece az parasallaşmış bir tarım sektörü ile görece çok parasallaşmış bir kent, zanaat ve ticaret sektörünü kapsıyordu. Ekonominin bu iki ana sektörüne, devlet ve ordu teşkilâtının iki ana sektörü karşılık geliyordu. Köylü tarımı timarlı sipahi ordusunu, uluslararası ticaretin vergilendirilmesi maaşlı hassa ordusunu besliyordu. Osmanlı bu sayede kısmen fiyefe, kısmen paraya dayalı bir devletti. Dahası, yeniçerileri ve topçularıyla maaşlı hassa ordusu, sultana bütün diğer beyler ve kapıhalkları karşısında ezici bir avantaj sağlıyor; üstelik bu maddî üstünlük zamanla ideolojiye dönüşüyordu.
Osmanlının modernliği (14) Birey ve toplum, Rabelais ve II. Mehmed
Klasik şekliyle tarihsel materyalizm, ekonomik temeli üstyapılar açısından mutlak belirleyici; ekonomik temeli ve üstyapılarıyla herhangi bir çağı bireyler, insanlar açısından mutlak belirleyici kabul ederdi. Kimse çağının ve/ya toplumunun üstünde ve ilerisinde olamazdı. Bugün, şu 2020 yılında (ve son otuz yıldır) bu yaklaşım bana çok dar geliyor. Özellikle yeni ve öncü fikirlerin zuhur edişini açıklayamıyor.
Covid’in büyüyen korku ve sefaleti
Hiçbir hayale kapılmayın. Bu salgının dibini görmekten çok ama çok uzağız. Henüz tünelin ucunda hiçbir ışık yok. Eşi görülmedik bir ekonomik çöküntü ihtimaline hiç girmeyelim. Sırf hastalık olarak, sırf tıbbî bir fenomen olarak pandeminin artış ve yayılma hızı sürekli tırmanışta.
(13) Balinalar, yunuslar, fiyefe dayalı devletler
Çözüm, “tür”lere (species) dokunmaksızın “cins” (genus) tanımını değiştirmek ve genişletmekten geçiyor.
(12) FÜT de AÜT de olmuyorsa, geriye ne kalıyor?
Dünkü son kişisel notumdan sonra, şimdi tekrar dönelim Osmanlıya.
Osmanlı ne kadar moderndi (11) FÜT ve AÜT’ün Prokrustes yatağı
Mitoloji ve biyolojiyle birlikte matematiğe de başvuracağım. Çok basit biraz matematik, daha doğrusu hafif matematik kokan görseller kullanacağım. Kümeler teorisinin (set theory) Venn...
Osmanlı ne kadar moderndi (10) Eski teori ve yeni hayat
Tutun ki biyolojiden söz ediyoruz. İki büyük tasnif katmanı var: cins (genus) ve tür (species). Geçmişte garip bir kuş bulmuş; hem bir cins hem bir tür olduğuna (yani o cinsin içinde başka bir tür olmadığına) karar vermiştik. Cinsine Feodalizm, türüne de Feodalizm feodalizm demiştik. Fakat şimdi az çok benzer başka kuşlar da çıktı karşımıza. Bunları da aynı türün içine mi sokacağız? Yoksa o cins içinde başka türler mi icat edeceğiz? Cinsin adı gene aynı mı kalacak? Klasifikasyon şemamızı nasıl değiştireceğiz?
Osmanlının modernliği (9) Marx ne biliyor, ne bilmiyordu?
AÜT şablonculuğunun alıp yürüdüğü bir dönemde, pek kimsenin yapmadığı bir şey yaptı Hobsbawm: Marx ne biliyordu, kimleri okuyordu, fikirlerini hangi kaynaklardan hareketle oluşturuyordu sorusunu sordu. Bundan 56 yıl önce, Marx’ı ve Marx’ın bilgi dağarcığını tarihselleştirdi.
(8) “Ya feodalizm, ya Asya Üretim Tarzı” kıskacı: Oryantalistlerden Ortaçağ tarihçilerine
Aşağıda, günümüzün gerçekten evrenselci bir dünya tarihi vizyonuna sahip üç bilim insanını görüyorsunuz: (soldan sağa) Jared Diamond, Michael Cook, Clive Ponting. Ortak noktalarından biri, Avrupa’nın dünyanın diğer modernite-öncesi kültür ve uygarlık daireleri karşısında hiçbir özsel üstünlüğünün bulunmadığı. Tam tersine; Avrupa’nın yükselişinin ne kadar geç ve tesadüfî olduğunu vurguluyorlar.
(7) Feodalizm ve Asya Üretim Tarzı: Geneli ve özeliyle köylü toplumları
Her geleneksel tarım devleti, tabandaki bağımlı köylü ekonomisini de, onların artı-ürününü paylaşmak için kurduğu fiyef sistemini de, kendi hukuku, kültürü, töresi ve törenleriyle kuşatıyor. Onlara rengârenk elbiseler giydiriyor. İlk bakışta bu farklar göz alıyor. Ama o yerel kıyafetleri adım adım soyup çıkardığımızda, bu toplumlar giderek aynı grilikte birbirine yaklaşıyor. Derinlerdeki tarihsel sosyolojilerinin ortak çizgileri vuzuha kavuşuyor.
Osmanlı ne kadar moderndi (6) Bıraktığım yerden
Evet, bazı terim-kavramlar az çok Avrupa-merkezci, Avrupa’ya özgü bir içeriğe sahiptir. Çünkü Avrupa’nın modernite ile birlikte diğer geleneksel toplumlar ve kültür daireleri üzerinde yükselişiyle zamandaş ve içiçe olarak, gene öncelikle Avrupa’da gerçekleşen bilgi süreçlerinin ürünüdür. Asıl sorun da budur; sonuçlara/ürünlere gelmeden önce, onları doğuran bilgi süreçlerinin Avrupa-merkezci karakteridir.
Osmanlı ne kadar moderndi (5) Kolay mı sandın, Avrupa-merkezciliği eleştirmeyi?
Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın / Adam öldürmeyi Hasan, oyun mu sandın / Drama mahpusunu Hasan, evin mi sandın / At martini Debreli Hasan, dağlar inlesin / Drama mahpusunda Hasan, dostlar dinlesin.
Osmanlı ne kadar moderndi (4) Avrupa-merkezci “feodalizm” sorunsalı
Fiyef dağıtmayı kaçınılmaz kılan aynı pre-modern koşullar -- yani (a) para ekonomisinin gelişmemişliği ve (b) ulaşım-iletişim teknolojisinin geriliği -- bir kere fiyef dağıtımı başladıktan sonra, merkezin (kralın, hanın, sultanın, imparatorun) fiyef verdiği üst sınıf mensuplarını kontrol altında tutmasını da çok zorlaştırır, neredeyse imkânsız hale getirir.
Osmanlı ne kadar moderndi (3) Farklı dönemler, coğrafyalar ve öğrenme süreçleri
Aşağıdaki resimde gördüğünüz, orijinali avucunuza sığacak büyüklükteki at arabası modeli altından yapılma. Amu Derya nehri kıyılarında bulunan bir hazineden; şimdi British Museum koleksiyonlarında. İÖ 500-300 yıllarına ait. Ayakta bir sürücü; yanında, bir sıra üzerinde oturan yolcusu. Serpuşu ve kaftanından belli ki çok önemli bir kişi; herhalde Pers İmparatorluğu’nun bir satrapı (eyalet valisi); tâyin edildiği göreve, ya da belki taşrayı teftişe gidiyor. Bu maket-mücevherde, geleneksel kara imparatorluklarının olanca mekân ve mesafe sorunsalı düğümlenmekte.
Osmanlı ne kadar moderndi (2) Timara dayalı ve paraya dayalı devlet
Aşağıda sağda, İÖ 700 dolaylarından itibaren Lidya’da kestirilmeye başlayan altın “stater” sikkelerinden birini görüyorsunuz. Solda ise “manor” olarak da bilinen tipik bir Avrupa Ortaçağ köyünün şematik planı yer alıyor. Ekonominin büyük ölçüde parasallaşmadığı çağlarda, asker-sivil devlet görevlileri nakit maaş yerine, bu tür birkaç veya birçok köyü kapsayan fiyef (Osmanlıdaki adıyla timar) tevcihleri yoluyla ödüllendiriliyordu.
Osmanlı ne kadar moderndi (1) Sorunun düşünsel arkaplanı
Oral Çalışlar’ın dile getirdiği görüşler atipik değil. Tersine, yaygın bir tarih kültürü zemininden yükseliyor. Belki üç ayrı tarihsel kültür damarının kesişme noktasında yer alıyor. İçerdikleri önermelerin hepsi, tümüyle yanlış mı? Hayır; daha kötüsü, bilimde belki en tehlikeli sayabileceğimiz (çünkü ayıklanması ve çürütülmesi daha zor olan) yarım-doğruları içeriyor. Karmaşık ve çelişkili bir gerçeklik var. Sadece bir yönünü alıp abartıyorsunuz ve ortaya bambaşka bir şey çıkıyor.
Hangi normalleşme?
Bu kültür bir sivil sorumluluk kültürü değil bir yaptırım kültürü ve toplumu. Neyi yapıp yapmayacağına kendi kafası ve idrakiyle değil, iktidarın koyduğu kurallara bakarak karar veriyor. O kadar ki, legalite ile realite arasında, ya da mevzuat ile hakikat arasından net bir ayırım yok insanların kafasında. Mevzuata bakıp hakikatın ne olduğuna (veya ne olması gerektiğine) karar veriyorlar.
Not (2) Sonra bir gecede nasıl dönüverirler
18 Haziran 1941’de Türk-Alman Dostluk Paktı’nu Dışişleri Bakanı sıfatıyla Türkiye adına imzalayan, yukarıda sağda resmini gördüğünüz Şükrü Saraçoğlu, TBMM’nin 23 Şubat 1945 oturumunda bu sefer Başbakan sıfatıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha ilk tehlike ânından itibaren özüyle, sözüyle ve silâhlı gücüyle “demokratik milletler”in yanında yer aldığını ve daima bu politikayı izlediğini söyler. Almanya’ya savaş ilânını bu ifadelerle gerekçelendirir.