Halil Berktay

Kırk yıl önce

Cunta özellikle bıraktı, uzattı, seyretti – ve sonra, küçük yerel kavgaların çok üzerindeki asıl hegemonyanın kimde olduğunu gösterdi. Hamur yoğurur gibi yoğurdu bütün toplumu. Başka bir şekil verdi.

(10) Son birkaç söz

“Zorluk yeni fikirlerde değil, zihnimizin her köşesine nüfuz etmiş bulunan eski fikirlerden kurtulmakta yatıyor.”

(9) “Kategorik temiz solcu”nun karasevdası: boykot

Boykot nasıl protestocu olmayabilir? Geniş kitleler açısından bu olanaksız. Boykot dendi mi, protestoyu anlarlar. Basit aklı selim bunu zorunlu kılar. Madalyonun diğer yüzünde, ancak sizin kendi kafanızda, içsel sübjektivitenizde “protestocu olmayan” ve “boykot” sözcükleri yanyana gelebilir. O da bir tek koşulla: neyi protesto ettiğinizi bilmiyorsanız. Yani protesto edecek ciddî bir şeyiniz yoksa.

(8) Gelmeyen devrimin diğer ikameleri: Krizcilik, devirmecilik, darbecilik, boykotçuluk, ayaklanmacılık

Hepsi geçişimli bir yumak. Bu tipik sol duruş karmaşasının kalbinde, merkezinde, demokrasiyi, seçimleri, çoğulculuğu, genel oy hakkını sindirememişlik yatıyor. Devrimci bir kültürden gelen solcu, reel anlamda devrimci olamıyor (devrimci bir pratiğin içinde yer almıyor) ama devrimseverliği sürüyorsa, devirmeci oluyor. Bütün diğer nevrozlar, bu köklü patolojiden, anti-demokratik devirmecilik patolojisinden kaynaklanıyor.

(7) Bugün “en büyük tehlike”: Avrasyacı-ulusalcı faşizm

Bir de bunların eteklerine yapışmaya çalışan çok daha bilinçli, çok daha habis borazancılar var. Adını koyalım: bu yeni bir faşist akım. Atatürkçülükten türemiş Avrasyacı-ulusalcı faşizm. Günümüzün en büyük tehlikesini oluşturuyor.

(6) Gelmeyen devrimin beklemeyeni: “Düşünen bir kamış” kalmak

Önce Maoist, sonra Stalinist, sonra Leninist, giderek asıl Marksist teoriyle hesaplaşmak, beni teorik kibirden de vazgeçmeye zorladı. Solculuğu bir paye, bir kimlik, bir üstünlük, bir madalya gibi taşımayı bıraktım. Gelmeyen (ve galiba gelmeyecek) devrimi beklemekten vazgeçtim. İkamelerini, “ersatz” versiyonlarını aramıyorum. Ama başkaları arıyor sanırım.

(5) Gelmeyen devrimin teorisi: Kibir ve yanılsama

Sosyalizm çökmüş mü? Devrim çökmüş mü? Yok canım. Ne münasebet! Olmadı böyle bir şey. Olabilemez ki. Muhkem teorisi var. Benim teorim senin teorini döver. Hem aslında senin bir teorin bile yok.

(4) Devrimciliğin ayrılığı, özelliği, kutsallığı: Lenin’den Guevara’ya

Yeter ki fikirlerimiz nesilden nesile geçsin, demiyordu Guevara. Yeter ki partimiz nesilden nesile geçsin de demiyordu. Yeter ki mitralyözlerimiz elden ele geçsin diyordu. Lenin bu kadar silâh-indirgemeciliğe, siyasetin bu kadar militarize olmasına ve “yeni tip parti”sinin bir adım ötede gerilla foco’suna dönüştürülmesine itiraz edebilirdi kuşkusuz. Ama tohumlarını kendisi atmıştı. Yaşasaydı, ektiğini biçmekte olduğunu farkeder miydi?

(3) “Düzen dışı” fetişizmi; “düzen içi” suçlaması

Mesele Ruşen Çakır değil tabii. Kendilerine ne derlerse desinler, R.Ç.’nin şahsından çok daha geniş bir alanda “kategorik temiz solcu”luğun, maksimalizmin, “tek yol devrim”ciliğin, (güya) prensipli uzlaşmazcılığın, boykotçuluğun, bitmek bilmez kriz avcılığı ve ayaklanmacılığın, “al birini vur diğerine”ciliğin… hangi kaynak ve katmanlardan türediğini (bir kere daha) anlatmaya çalışıyorum. Ortalıkta bölük pörçük bazı fikir kırıntıları var. Bulanık bir tortu, paslı bir hurda yığını. Oluşmasında Marksizmin ciddi sorumluluğu olduğu kanısındayım.

Ruşen Çakır vesilesiyle (2) Marksizmin baştan sakat siyaset anlayışı

Siyasetin sırrını hep siyaset dışında, ekonomide aramak. Demokrasiyi “burjuva demokrasisi” diye horlamak. Bütün umudu devrime bağlamak. Bu üç önerme, Marksizmin normal demokratik siyaset anlayışı ve olanağına ilelebet vurduğu birer pranga gibidir.

Son Ruşen Çakır örneği (1) Tanrılar ve kullar

Doğrusu ben nefret etmiyorum Ruşen Çakır’dan. Tersine, hemen ve kolayca affediyorum. Son tahlilde, hümaniter bir yardım projesi olarak hâlâ kurtarılabilir görüyorum. Biraz zor da olsa, belki düşünmeyi öğrenebilir. Şu birkaç yazıyı, onun gibi daha nice vülger solcunun gecikmiş öğrenimlerine gene bir katkıda bulunurum zannıyla yazıyorum.

Erkekler ve kadınlar (4) Kuzey Avrupa’nın tuhaflığı

Her nasılsa, Duby’nin Feodal Devrimi ve ona eşlik eden Derin Hıristiyanlaşma sürecinde dahi, kuzey Avrupa toplumlarında kadınlar kamusal alandan tümüyle dışlanmadı. Dinî kurallar yoluyla eve kapatılmadı ve örtünmeye zorlanmadı. Devlette, siyasette, toplumda, aşk hayatı ve sanatında varoldu.

Erkekler ve kadınlar (3) Georges Duby

Peki, 11. yüzyılın bu yeni evlilik ve aile modeli, sonraki kapitalizm yüzyıllarından da geçip tekrar Balkanlara ve Ortadoğu’ya ulaşıp, İslâmî geleneğin evlilik ve aile anlayışıyla karşılaştığında ne oldu? Ne oluyor? İşte hem İstanbul Sözleşmesi imzalanıyor; hem çıkalım, feshedelim isteniyor; hem de “bize özgü” ara bir formül hayali zuhur ediyor. Modernitenin ve Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin çelişkilerinden birini daha el’an yaşıyoruz.

Erkekler ve kadınlar (2)

İlkel komünizm veya mutlak bir matriyarki kadar aşırı formülasyonlara gitmesek de, insan bilincinin şafağında kadınları çok güçlü bir esrar hâlesinin çevrelediği oldukça açık. Kendinizi 130,000 yıl geriye götürüp, ister bir Neandertal, ister yeniyetme bir Homo sapiens gibi düşünürseniz, hakikaten acayip yaratıklar bunlar. Onbinlerce yıllık bir evrimi özetleyip geçiyorum: bu doğaüstü esrarın bir şekilde kontrol altına alınması, erkeklerin ve erkekliğin önemli bir meselesi haline geliyor.

Erkekler ve kadınlar (1)

Bir, kadına karşı şiddet; daha somut olarak baba, koca, kardeş veya ağabey dayağı. Neden bu kadar asimetrik? Niçin, kimse erkeğe karşı şiddetten söz etmiyor acaba? İki, cinayet. Neden kadın cinayetleri diyoruz da paralelinde erkek cinayetleri diye bir karşılığı yok? Üç, namus. Niye namus sırf kadınlar üzerinden konuşuluyor da erkekleri içine alan bir norm, bir kriter, bir alan ve kavram olamıyor?

Kötü alışkanlıklar

Siz hiç şu küçümsediğiniz KADEM’in son aylarda karşılaştığı kadar yoğun, uzun ve şiddetli bir psikolojik terörle karşılaştınız mı kendi hayatınızda? Özellikle kendi mahallenizden - ya da mahalleniz sandığınız yerden? Ve sonra bir bariyeri, tek bir bariyer de olsa, bir silkinişle, sırf medenî cesaretinizle aşabildiniz mi?

Müslüman kadınlar buyruk, taltif veya tekdir istemiyor

İlginç zamanlarda yaşıyor, ilginç gelişmelere tanık oluyoruz.

Salgın istatistiklerinde yeni devekuşu politikası

Bilmeyiverin. Neden bilecekmişsiniz? “Bizim” [yetkililerin] bilmemiz yetmez mi? İllâ her şeyi bilmek zorunda mısınız? Bilmek sizin neyinize? Siz de gömün kafanızı kuma. Görmediğinize göre görülmediğinizi farzedin. Gerçeğin size ne faydası var?

Kadının adı yok… Serbestiyet’te de mi yok?

KADEM’in açıklamasının biricik değeri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın küçük kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın, bu derneğin başkan yardımcısı olması mı? Yani mesele, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma hazırlığındaki iktidara gıcık vermekten mi ibaret? İster KADEM’in kendisi, ister açıklama metni, ister olayın bütünü, bunun ötesinde bir anlam ve önem taşımıyor mu?

Ve Temmuz işte böyle sona erdi

Sırbistan toplam 25,552 vakayla halen dünyada 59. sırada. Fakat gidişat orada da hiç iyi değil. Belgrad Fuarı alanının 1. Salonuna, Sırp ordusu portatif yataklar yerleştirmiş. Yeni dalgalarda hafif semptomlar gösterecek hastaları bekliyorlar.

Osmanlının modernliği (15) Köylü toplumu ve barut imparatorluğu

15. ve 16. yüzyıl Osmanlı ekonomisi görece az parasallaşmış bir tarım sektörü ile görece çok parasallaşmış bir kent, zanaat ve ticaret sektörünü kapsıyordu. Ekonominin bu iki ana sektörüne, devlet ve ordu teşkilâtının iki ana sektörü karşılık geliyordu. Köylü tarımı timarlı sipahi ordusunu, uluslararası ticaretin vergilendirilmesi maaşlı hassa ordusunu besliyordu. Osmanlı bu sayede kısmen fiyefe, kısmen paraya dayalı bir devletti. Dahası, yeniçerileri ve topçularıyla maaşlı hassa ordusu, sultana bütün diğer beyler ve kapıhalkları karşısında ezici bir avantaj sağlıyor; üstelik bu maddî üstünlük zamanla ideolojiye dönüşüyordu.

Osmanlının modernliği (14) Birey ve toplum, Rabelais ve II. Mehmed

Klasik şekliyle tarihsel materyalizm, ekonomik temeli üstyapılar açısından mutlak belirleyici; ekonomik temeli ve üstyapılarıyla herhangi bir çağı bireyler, insanlar açısından mutlak belirleyici kabul ederdi. Kimse çağının ve/ya toplumunun üstünde ve ilerisinde olamazdı. Bugün, şu 2020 yılında (ve son otuz yıldır) bu yaklaşım bana çok dar geliyor. Özellikle yeni ve öncü fikirlerin zuhur edişini açıklayamıyor.

Covid’in büyüyen korku ve sefaleti

Hiçbir hayale kapılmayın. Bu salgının dibini görmekten çok ama çok uzağız. Henüz tünelin ucunda hiçbir ışık yok. Eşi görülmedik bir ekonomik çöküntü ihtimaline hiç girmeyelim. Sırf hastalık olarak, sırf tıbbî bir fenomen olarak pandeminin artış ve yayılma hızı sürekli tırmanışta.

(13) Balinalar, yunuslar, fiyefe dayalı devletler

Çözüm, “tür”lere (species) dokunmaksızın “cins” (genus) tanımını değiştirmek ve genişletmekten geçiyor.

(12) FÜT de AÜT de olmuyorsa, geriye ne kalıyor?

Dünkü son kişisel notumdan sonra, şimdi tekrar dönelim Osmanlıya.

Osmanlı ne kadar moderndi (11) FÜT ve AÜT’ün Prokrustes yatağı

Mitoloji ve biyolojiyle birlikte matematiğe de başvuracağım. Çok basit biraz matematik, daha doğrusu hafif matematik kokan görseller kullanacağım. Kümeler teorisinin (set theory) Venn...

Osmanlı ne kadar moderndi (10) Eski teori ve yeni hayat

Tutun ki biyolojiden söz ediyoruz. İki büyük tasnif katmanı var: cins (genus) ve tür (species). Geçmişte garip bir kuş bulmuş; hem bir cins hem bir tür olduğuna (yani o cinsin içinde başka bir tür olmadığına) karar vermiştik. Cinsine Feodalizm, türüne de Feodalizm feodalizm demiştik. Fakat şimdi az çok benzer başka kuşlar da çıktı karşımıza. Bunları da aynı türün içine mi sokacağız? Yoksa o cins içinde başka türler mi icat edeceğiz? Cinsin adı gene aynı mı kalacak? Klasifikasyon şemamızı nasıl değiştireceğiz?

Osmanlının modernliği (9) Marx ne biliyor, ne bilmiyordu?

AÜT şablonculuğunun alıp yürüdüğü bir dönemde, pek kimsenin yapmadığı bir şey yaptı Hobsbawm: Marx ne biliyordu, kimleri okuyordu, fikirlerini hangi kaynaklardan hareketle oluşturuyordu sorusunu sordu. Bundan 56 yıl önce, Marx’ı ve Marx’ın bilgi dağarcığını tarihselleştirdi.

(8) “Ya feodalizm, ya Asya Üretim Tarzı” kıskacı: Oryantalistlerden Ortaçağ tarihçilerine

Aşağıda, günümüzün gerçekten evrenselci bir dünya tarihi vizyonuna sahip üç bilim insanını görüyorsunuz: (soldan sağa) Jared Diamond, Michael Cook, Clive Ponting. Ortak noktalarından biri, Avrupa’nın dünyanın diğer modernite-öncesi kültür ve uygarlık daireleri karşısında hiçbir özsel üstünlüğünün bulunmadığı. Tam tersine; Avrupa’nın yükselişinin ne kadar geç ve tesadüfî olduğunu vurguluyorlar.

(7) Feodalizm ve Asya Üretim Tarzı: Geneli ve özeliyle köylü toplumları

Her geleneksel tarım devleti, tabandaki bağımlı köylü ekonomisini de, onların artı-ürününü paylaşmak için kurduğu fiyef sistemini de, kendi hukuku, kültürü, töresi ve törenleriyle kuşatıyor. Onlara rengârenk elbiseler giydiriyor. İlk bakışta bu farklar göz alıyor. Ama o yerel kıyafetleri adım adım soyup çıkardığımızda, bu toplumlar giderek aynı grilikte birbirine yaklaşıyor. Derinlerdeki tarihsel sosyolojilerinin ortak çizgileri vuzuha kavuşuyor.