1969 yılı. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciyim. Gençlik hareketinin zirveye tırmandığı “sürekli eylem” günlerindeyiz. Samsun-Ankara “Tam Bağımsızlık İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” yeni bitmiş. Okulun “Fikir Kulübü Başkanı”yım. Akrabam olduğunu söyleyen bir grup köylü beni görmek üzere geldi. SBF kantininde buluştuk. Soğuk bir kış günü. Gelenler, uzun yün paltolarıyla haşmetli görünüyorlardı. Kırşehir’in Çadırlı Hacı Yusuf Köyü’nden gelmişlerdi.. Yakup ağabey başlarındaydı. Dedemin amcasının oğlu Sumo (İsmail) amca ailenin en büyüğü olarak bizleri görmek, tanımak istediğini söylemişti.
Bu yaklaşımların kimisi Tanrı’yı yüceltmek için insanın, kimisi de insanı sorumlu kılmak için Tanrı’nın elini kolunu bağlama yoluna gitti. Ortayolu tutturmak isteyen devekuşu misali çözümler de itikadi olarak yeterli olsa bile felsefi olarak tatmin edici olamıyor.
Şöyle bir örnek ile düşünelim: Bir babanın tarım arazisi… Okumayıp köyde çiftçilik yapan kız kardeşin mi hakkıdır, yoksa okuyup Amerika’da genetik mühendisi olan erkek kardeşin mi? Dün net görünen adalet, bugün soruların ortasında bulanıyor. İşte tam burada mesele bir “hüküm” meselesinden çok, zaman ve zeminin yeniden tanımladığı adalet algısı meselesine dönüşüyor. Bir ayetin ilk muhatapları için ilerici olması, her çağda aynı ilericiliği garantiler mi? Dün ilericilik olan bir hüküm, bugün koruyucu vasfını yitirmiş olabilir mi?
Özgür Özel: “Ey Erdoğan sen benim belediye başkanlarıma onlarca cilt cilt iddianameler hazırlatırken biz teslim olmadık. Ama sen kazanamadığın bir belediyeyi almak için hakkında 3 klasör dosya hazırlattığın birisinin yakasına rozet takmaya tenezzül ettin, tamahkarsın, acizsin, zavallısın! CHP siyaseti cesurdur, dürüsttür. AKP'nin bugünkü siyaseti acizidir, zavallıdır.”
“Avustralya’da bir çocuk bakım çalışanının 15 yıl boyunca en az 91 çocuğu istismar ettiği dava, yalnızca bireysel bir suçun değil, bütün bir sistemin çöküşünün simgesi oldu. Çocukların en güvende olmaları gereken kurumların en tehlikeli alanlara dönüşebildiğini gösteren bu skandal, ‘Bir daha asla’ çığlığıyla tüm ülkeyi sarsarken, Türkiye için de açık bir uyarı niteliği taşıyor: Vakitsiz gelen acıların tekrar yaşanmaması için sistemdeki boşluklar daha geç olmadan kapatılmalı.”