GÜNÜN YAZILARI

PKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin”

12 Mart döneminin THKO’suna, THKP-C’sine, TİİKP’sine, TİKKO’suna kıyasla hem çok daha ciddî ve sabırlı, hem çok daha zalim, katı ve hunhar davrandı Apocular, silâhlı mücadele konusunda. Öyle gidip hemen dağa çıkmadılar. Uzun bir kuruluş ve örgütlenme sürecinden geçtiler. Çevrelerini bütün olası rakiplerinden, her türlü “yabancı” unsurdan öldürerek ve kaçırtarak temizlediler. Böyle ün saldılar o aşamada: acımasızlıklarıyla. Türk solcularınca sevilmediler, beğenilmediler; nefret edildiler daha çok. Ama kendilerine yer açtılar. Görece güvenilir üs bölgeleri edindiler. 12 Eylül geldi. Diyarbakır Cezaevi cehennemi yaşandı. Devletin dehşeti, PKK’nın tek çare diye görülen karşı-şiddetine kayışı hızlandırdı. Gerek güneydoğu sınırına bitişik Arap Sosyalizmi diktatörlükleriyle, gerek bazı Filistin örgütleriyle anlaştılar. Finansman ve donanım olanakları buldular. Kamplar kurdular. Ancak ondan sonra, 1984’teki Eruh ve Şemdinli saldırılarıyla gerçekten gerilla savaşına başladılar.

Selahaddin Demirtaş’ı eleştirmenin dayanılmaz konforu

Demirtaş’ın “Korkma! Barış” yazısına iki temel eleştiri geliyor: “Ne değişti veya ne kazandık da barış” ve ‘Neden bağımsızlık veya farklı statülerde ısrar yok.” İlk eleştiri barış olmadığı için kaybedilenleri görmüyor. İkinci eleştiri ise o statü ve bağımsızlık için zaten her şeyin yapıldığını... Çok daha iyi şartlarda olan Irak Kürdistanı ve Katalanlara bile dünyanın vermediğini Rojavalı Kürtlere verileceği mi düşünülüyor? Yani o eleştirdiniz her şey denendi ama sahici bir barış denenmedi. İşte Demirtaş da o yüzden “Korkma, Barış” diyor.

Dostoyevski deli miydi?

Dostoyevski. Belki de dışarıdan bakıldığında sıradan ve normal olan ne varsa hepsini yerle bir ettiği için hiçbir zaman bitmeyecek bir içsel mücadelenin yazarıdır o. Kendisini toplumun ve toplumsal yaşantının parçası olarak göremeyen elitlere kafa tutmuş, küçük insanın küçük dünyasının görünmeyen yüzündeki büyük sarsıntıları olabilecek en insani biçimde açığa çıkarmıştır.

En kapsamlı nefret suçu

“Hıyânet-i vataniyye” barışa karşı da kullanışlı, tarihi bir enstrüman. Ama vatan haini yaftalamasının 21. Yüzyıl’da da popüler olması, “sınır tanımayan” bir çılgınlığa, pervasızlığa ulaşması her ülkeye “nasip” olmamış. Dile öyle kolay pelesenk edilmiş ki sahadan sahaya bulaşıyor. Artık, şimdi onun da adı konulmalı. Adlı adınca: Vatan hainliği yaftalaması bir “hakaret suçu” filan değil en kapsamlı, bulaşıcı nefret suçudur. Tepeden tırnağa meşrulaştırılan bir nefret suçu…
- Advertisement -

Bir barış mesafesinde

Geçmişin sorunlarının çözümü zaman alacak, barışın ardından da muhatap olacağımız muhtemel problemleri göz önüne almalıyız fakat ‘barış ihtimalinin ıskalanmaması’ kaydını aklımızda tutarak. Çünkü öncelikle ihtiyaç duyduğumuz bir başka şey var: Barış süreci başarıyla sonuçlanmalı. Hakikati hakkıyla konuşmak bize bir barış mesafesinde.

En Son Çıkanlar