“Hiçbir şey olmamış gibi elini kolunu sallaya dolaşmak”… Bir deyimden bestelenen bu cümle nicedir dolaşıyor “her şey”le boğuşan asabi zihnimde. Güncellendi zira. Ekranlarda ne görsem bu cümle kalıbı sallantıdaki sükûnetime omuz atmak için pusuda. Yanında arkadaşlarını da getiriyor: Cezasızlık, pişkinlik, utanmazlık, kibir, küstahlık, vicdansızlık, onlarcası… Toplu paket; birini aldın mı üçü beşi bedava.
Peki ne oldu da şimdi Akşener, İmamoğlu’nu partisinin içişlerine karışmak, operasyon çekmekle suçladı ve bunu savaş ilanı olarak gördüğünü açıkladı? İmamoğlu’nun yüzündeki “Rabbi Yessir” mi kayboldu? Mesele kişisel değil, yapısal görünüyor. O yapısal sorun da bu iki parti arasında birbirine operasyonu, içişlerine karışmayı mümkün kılan yakınlaşma ve mesafesizlik. İYİ Parti neredeyse CHP içinde bir hizbe dönmüştü. Şimdi CHP’den uzaklaşmaya çalışıyorlar ama parti artık daha fazla seküler milliyetçi yani daha fazla CHP’li. Bir de meselenin konuşulmayan İmamoğlu tarafı var. Kıyametin gelişini hızlandırmaya çalışan Evanjelikler misali, kariyerini hızlandırma çabaları İmamoğlu’nu yüzünde “Rabbi Yessir” görünenden, savaş ilan edilene çevirdi.
ABD vatandaşı Rus Yahudi yazar Masha Gessen, The New Yorker’da yazdığı bir haftasonu yazısında Gazze’yi “Nazi işgali altındaki bir Doğu Avrupa Yahudi gettosuna” benzetti, İsrail’i sert bir şekilde eleştirdi. Alman Yeşillerin siyasi düşünce kuruluşu Heinrich Böll Vakfı da bunun üzerine Masha Gessen’e verilecek olan Hannah Arendt Ödül Töreni’nden çekildi. Geçmişte İsrail’i eleştirdiği için susturulmaya çalışılan Amerikalı Yahudi filozof Hannah Arendt bugün yaşasa Masha Gessen’i ayakta alkışlar, The New Yorker’daki bir yazısını kendisini asla anlamamış olan Alman Yeşillerine ayırırdı.
Nasıl ki 28 Mayıs’tan sonra Kılıçdaroğlu’nun siyasette ve partisinin başında kalma şansı yok idiyse, 31 Mart’ta tevil edilemeyecek kadar ağır bir yenilgi tattığı takdirde Akşener’in de siyasi kariyerini sürdürme şansı olmayacak. Bitiş çizgisine adım adım ilerliyor Akşener; 1 Nisan, onun siyasi raf ömrünün dolduğu gün olarak tarihe geçebilir.
Şimdilerde Kürtleri yalnızlaştırıp ötekileştirmeye ihtiyaç var ve bu ihtiyacın gerekleri, organize bir görev bölümü içinde yerine getiriliyor. Amed (Diyarbakır) - Bursa gerginliğinin özü, bu ihtiyacın sahnelenmesinden ibarettir. Bilerek isteyerek kamusal alanda görünür olmasını sağlamaktır. Türk tarafının iknası için bir hikâyeye ihtiyaç vardı ve o hikâye de en keskin uçlarıyla 2010 yılında kurgulandı. 2010 yılının sezon sonunda Bursaspor şampiyon oldu. Aynı yıl aynı sezonda Diyarbakırspor küme düştü. Deyim uygunsa hem şampiyonu belirleyen hem de küme düşmeyi kesinleyen vaka, Diyarbakırspor ile Bursaspor arasında oynanan iki maçtı.