Bu moment CHP açısından büyük imkanlar yaratıyor. Özel-İmamoğlu ve arkadaşları tarihsel bir fırsat yakaladılar. Sahne ışıklarının altındalar; toplumun CHP’ye uzak düşmüş kesimlerine yeni bir ses verebilme; inandırıcılık kazanma, önyargıları kırma olanağına sahipler. Tarihin ince bir cilvesi şu ki tasfiye ettikleri Kılıçdaroğlu onlara yumuşatılmış bir toprak bıraktı. Kanımca bunu yapabilmelerinin tek koşulu samimiyet ve cesaret.
Ramallah’ta toplanan Filistinli aktivistler 2005'te 'Boycott, Divestment and Sanctions (BDS)'. Yani “İsrail'e karşı Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar Hareketi”ni başlattı. Somut ve işe yarayan boykotla İsrail’e zarar vermek isteyenler için bakılacak yer Instagram, Facebook, Twitter’daki listeler değil, BDS’nin sayfasındaki güncellenen listeleri.Tabii bu firmaları boykot etmek, köşedeki Starbucks’dan ki BDS boykot listesinde yok, kahve içmeme kampanyası yapıp, içenlerin elinden bardağını almak gibi kolay yerli kültür savaşlarına girmekten daha zor.
II. Abdülhamid, Anayasa'ya muhalif olan grupların eylemleri nedeniyle İstanbul’da cezalandırılmalarını istemiş ve sürgüne gönderilmelerine karşı çıkmıştır. Sadrazam Mithat Paşa, sorunu Vekiller Heyeti’ne getirmiştir. Eylemcilerin yargılanmadan derhal sürgün cezasına çarptırılmalarını Padişah'tan istemiştir. II. Abdülhamid, görünüşte de olsa yargılama yolunu önermiştir.
Yargıtay’ın bir dairesinin Anayasa Mahkemesi’ni topluca ‘gayrı milli’ ilan etmesine ve ‘milli yargı’ kavramının bir bağımsızlık nişanesi olarak kullanılmasına tanık olduk. Söz konusu mantık şöyle işliyor. Yargının millilik vasfıyla tekleşip devlete bağlanması aslında ‘demokratiktir’, çünkü milletin iradesini içerir. Nitekim milli yargı devletle bütünleşmiş olan milletin hak ve çıkarlarını ‘gayrı milli’ unsurlara karşı korumakla mükelleftir… Bu jargonun özü şu: Devletle bütünleşmiş siyaset ‘halkın iradesini temsil’ etmekle kalmaz, ‘milletin iradesini teslim’ alarak tümüyle kendisinde toplar. Apaçık şekilde bir homojenleştirme, pasifleştirme, giderek ideolojik esaret üretme projesi ile karşı karşıyayız. Yeni İttihatçılık ağrı kesici bağımlılığı gibi… Kendini iyi hissetmek için hastalanmayı kabulleniyorsun, hastalık ilerledikçe iradeni başkasına teslim ediyorsun… Önümüzde kısa bir süre var. Bakalım Türkiye toplumu farklı bir milliliğin mümkün olduğunu idrak edebilecek, hastalanmayı reddedecek basirete sahip olduğunu gösterecek mi?
7 Ekim’den bu yana İsrail’in Filistinlilere karşı yürüttüğü insanlık dışı harekatı tel’in etmek gayesiyle yapılan protestoların zaman içindeki değişimi, Türkiye’de her türlü sivilliğin nasıl resmiyet tarafından sindirebildiğine iyi bir örnek teşkil ediyor. Toplumsal ve politik olanın alanından uzaklaştırılan ve bireyselleşmeye mahkum edilen protestolar, şimdi Instagramize edilmiş şekilde ve psikolojik güdülere indirgenmiş görünümleriyle ortaya çıkmaya başladılar: Çilekeş tavırlarla “vah halimize ki bir buçuk milyar Müslüman otuz milyon Yahudi’nin zulmüne engel olamıyoruz”, “ey Filistinliler! Sizin imanınız bizi yerin dibine sokuyor” diye ah vah ederek sosyal medyada günah çıkarılıyor; haneiçi alışverişlerle sınırlı boykotlarla vicdanlar sükunete eriyor. Dünyanın her köşesinde ise İsrail’i kınayan büyük çapta, etkili ve harikulade organize edilmiş protestolar düzenleniyor. Bu protestoların hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunda yarattığı yankı da aynı ölçüde derinlikli oluyor. Oysa Türkiye’de düzenlenen protestolar, kitlesellikten, protest bir duruştan ve özellikle de politikadan azat edilmiş ve bireyselleşmiş bir görünüm arzediyorlar. Peki neden İngiltere’de, Norveç’te ve diğer pek çok ülkede, geniş yankılar uyandıran adına layık protestolar Türkiye’de düzenlenemiyor?