AB ülkelerinin hükümetlerinin büyük kısmı neden böyle bir haksızlığa destek oluyor? Eğer bu soruyu yanıtlayabilirsek, Türkiye’ye yönelik tavırları ve arka plandaki ideolojiyi ve psikolojiyi daha iyi anlayabiliriz. Batı dünyasında bir çifte standart olduğu, İslam dünyasına soğuk ve üstten bakan bir tavrın egemen olduğu bir gerçek. Bunun birinci nedeni din mi? İslam dünyasının büyük bir kısmının yoksul ve çaresiz oluşu mu? Yoksa Müslümanların ten rengi ve dış görünümü mü bu soğukluğa sebep?
Beğenmeyebiliriz, despotik ve faşizan eğilimli bulabiliriz, ama iktidarın gerçekten de bir Türkiye hayali var. Kendilerince ülkenin iyiliğini istiyor ve o yönde güç birliği yapıyorlar. Geçen hafta Halil Berktay olayları özetlediği yazısına bir Fellini filmine nazire olarak ‘E la nave va’ (Ve gemi gidiyor) başlığını koymuştu… İktidarın gemisi olayların (dalgaların) arasından gitmeye devam ediyor ve görüldüğü kadarıyla da muhalifleri (aynen filmdeki şaşkın ve hayran kasabalılar gibi) geride bırakarak süzülüp gitmeye devam edecek.
Mucha, Crane’in maddi olarak desteklediği bir sanatçıydı. Crane, Halide’den Mucha’ya poz vermesini istemişti. Halide de Mucha’ya keyifle poz verdi. Halide’nin resim macerası da bu dostluktan kaynaklanmış, ünlü ressam, yaptığı portrenin bir trajedi kahramanını andırmasını istediğini anlatmıştı. Halide Edib, Crane’e mektubunda ‘Hem poz verip hem de anılarımı yazamıyorum’ diye şakacıktan yakınıyordu. Halide Edib, Crane’e yolladığı mektupta Mucha’nın karşısına geçerek nasıl poz verdiğinden şöyle söz ediyordu: “Bu süreçten olağanüstü hoşlandım. Mekan büyülü bir sessizlik içinde ve Mucha yakından tanımaya gerçekten değecek bir kişi…
Eskiden “dinci” ifadesi bana tabanı olmayan, Müslümanları karalamaya yönelik çok itici bir ifade olarak geliyordu. Ancak şimdi vardığım noktada, ne yazık ki, “dinci” olarak nitelenebilecek ciddi bir kitlenin varlığını esefle müşahade ediyorum. “Dindar” insan, kendi dini için gerekirse rahatlıkla dünyasını feda eder; “dinci” ise kendi dünyası için dinini feda etmekten çekinmez. Politikacı ise, İslamiyet’i siyasi propagandasının malzemesi yapar, tüccarsa dinini kazancının metaı haline getirir, bürokratsa dinini yükselmenin basamakları haline getirir. Bu gerçeğe rağmen, ülkemizdeki laikçi, Kemalist kesimin bütün inançlı kesimleri, hatta bütün mütedeyyin camiayı “dinci” olarak yaftalaması da ahlâksızlığın başka bir boyutudur. Müslümanlar olarak kaybettiğimiz güveni geri kazanabilir miyiz? Emin değilim. Bir Kızılderili atasözü der ki: “Güven, ruh gibidir; terk ettiği bedene kolay kolay geri dönmez”. Yine de Allah’tan ümit kesilmez. O isterse ölüleri bile diriltir.
Sanıklardan ikisi Denizbank yöneticisi, müştekilerin üçü Fatih Terim’in kızı, damadı ve yeğeni. Peki bütün bunlara rağmen bu davada kim yok dersiniz? Fatih Terim ve Denizbank. Adıyla insanların dolandırıldığı iki isim Fatih Terim ve Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş bu davanın hiçbir yerinde yoklar.Banka Müdürü Seçil Erzan ve şube müdür yardımcısıyla birlikte bankayla ilgisiz dört kişinin içinde olduğu altı sanık arasında da, müşteki olan 16 kişi arasında da yoklar.Hatta daha da ilginci adları kullanılarak yapılan dolandırıcılığın iddianamesinde ifadeleri bile yok! Peki, bu nasıl mümkün olabildi?