“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtan bir hal alır.” Bu da Atatürk. Kendisi (ve kadrosu), “tarihi yapan”lar. Öyle görüyor. “Tarihi yazacak” olanlardan, Kemalizm ve yeni ulus-devlet adına sadakat istiyor. İronik olan, bir de bunu “değişmeyen hakikat” uğruna talep etmesi. Dönemin tarihçileri, akademikleri, üniversiteleri büyük ölçüde uyuyor bu talimata. Ve tabii, tarihçinin hakikatı arama özgürlüğü diye bir şey kalmıyor.
Kıtalar hâlâ hareket ediyor. Ve işin kötüsü, Afrika kuzeye doğru ilerliyor. Akdeniz küçülüyor, birgün kapanacak. Afrika güney Avrupa’ya çarptığı gün, Türkiye Himalayalar gibi yüce dağlara dönüşecek. Ne Haymana ovası kalacak, ne Misak-ı Millî sınırları! Ne kanla sulanmış topraklar kalacak, ne vatan, millet, Sakarya!
Hablemitoğlu iddianamesinde iki olası cinayet gerekçesinden söz ediliyor ve bunlar akla şu soruyu getiriyor: Devlet ve TSK için hangisi ehven-i şerdir? “Bir eşinin daha olmadığı kahraman bir TSK mensubu”nun dört başka ‘kahraman’la örgüt kurup para için cinayet işlemesi mi, yoksa aynı kahramanın bir devlet postu için rakibini öldürmeyi göze alması mı?
Hükümet tarıma çok destek verdiğini söyler ve neredeyse her hafta müjdeli haberler verirken üretici maliyetlerin, tüketiciler ise fiyatların yüksekliğinden şikâyet ediyor. Üstelik bu şikâyetler son zamanlarda hepten artmış durumda. Şikâyet ve problemlerin sağlam temelleri var mı? Bu yazıda tarımın çok sayıdaki meselelerinden biri olan üreticilere doğrudan tarım desteklerinin son 20 yıldaki seyrini ele alacağım.
İran'ın içinde isyan, 'sanki durgunlaştı' dediğimiz her an yeni bir eylem dalgasıyla daha güçlü bir biçimde geri dönüyor. İran’daki isyanın bu kez toplumsal gruplara, etnik topluluklara yayıldığı görülüyor. Kürt kentlerindeki eylemler her zamankinden daha yoğun ve daha kararlı. Beluciler her cuma namazı sonrası eylem yapıyor.