“Ne gelirdi elinden? O yıllar böyleydi. O yıllarda herkes böyleydi. Paradigmatik bağlayıcılık çok güçlüydü. Örgüt aidiyeti çok güçlüydü. Dışına çıkmak imkânsızdı.”
Mevzu mutluluğundan hüzün, hüznünden tavşan, efkârından duman çıkaran insansa, İsmet Özel’in deyişiyle “Mevsimlerin insana yaptığı fenalıklar”ı say say bitmez: “Her sevilen nobran biraz her mevsim severken birer zorba /(…) Farkederiz üstümüzde bir çentik hangi mevsimden acaba”. Ancak mevsimlerin fenalığı bazen fena değil. “Fena halde bahar” dedin mi, vurgunda sadece bir uyarı değil cazip bir davet de var.
Türkiye’nin, bir enerji deryası üzerinde oturan KRG (Kurdistan Regional Government) yönetimiyle iyi ilişkiler geliştirmesi, içerde ve dışarda, Kürt meselesinde vizyoner bir bakış açısıyla hareket etmesine bağlıdır. Türkiye ve İngiltere’nin istekli davrandığı bir durumda, Kürdistan petrol ve doğalgazının dünya pazarlarına ulaşması ve KRG’nin yakın gelecekte enerji arzı konusunda giderek global bir aktöre dönüşmesi mümkündür.
Geçmişe, gençliğime haksızlık mı ediyorum? Son iki yazımın ardından, öyle dedi birkaç okurum. İki argüman kuruyorlar. Biri kaçınılmazlık üzerine. “O dönem öyle bir dönemdi. Kendini fazla suçlama. Kimse o furyanın dışında kalamazdı.” Diğeri daha zor. Değer üzerine. Gençliğin yaşlılığı besleyip şekillendirmesi; yaşanan her şeyin kalıcı değerlere dönüşmesi üzerine.
“Malcolm X’in anısına bugünlerde yapılacak şey deneme yarışmasında ‘sözümüz var’ hamaseti yapmak değil, Kızılay’a gitmek. Ama işte onun için sahiden cesaret lazım” demiş Yıldıray. Yani günümüz Türkçesiyle söylersek, “Boş boş konuşmayın, sıkıyorsa Somalili esnafın tabelalarını ve haklarını savunun, ırkçılığa karşı bir şey yapın” demiş.