Atatürkçülerin çocuk kalması, siyasi ergenliği aşamaması, hatta bunu gurur vesilesi yaparak bayramlarda ilkokul çocukları gibi önlük giyip ortalıkta dolanmaları birçoğumuza utanç verici gelebilir. Ama belli ki onlar için değil… Çünkü onlar zamanı durduran hiç bitmeyecek bir çocukluğun özlemi ile yaşıyor, benliklerini liderlerinin zamanı aşan (ilelebet geçerli olacak) olgunluğunda ‘doyuruyorlar’.
Dış güçlerle Taksim Meydanı'na bakan bir otelin lobisinde bir araya geldik. Bir İngiliz, bir Amerikan ve bir Fransız gelmişti. "Ben de Temel oluyorum herhalde" diyerek ortamı ısıtmak istedim. Oldukça iyi bir şakaydı ama gülmediler. Garson gelip ne alacağımızı sordu. İngiliz dış güç, garsona Alevi mi Sünni mi olduğunu sorunca müdahale ettim. "Hocam iki dakika durun rica ediyorum," dedim, "daha çay söylemedik, hemen nifak tohumları ekmeye çalışıyorsunuz."
Devleti yöneten siyasi irade. Bu açıdan, Kılıçdaroğlu’nun hamlesi, bir 'uzun tarihin ele alınıp değerlendirilmesi' olarak okunabilir. Kılıçdaroğlu, helalleşmeyi siyasi bir özür olarak kabul ediyor. Olayın hukuki tarafının ise yargının, adaletin işi olduğunu söylüyor. 2005’te, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan Diyarbakır’da, bölge halkından geçmişte yaşananlar adına, Dersim adına özür dilemişti.
2017’de İsviçre’nin Crans Montana kasabasında gerçekleştirilen Kıbrıs zirvesinin tutanakları sızdırıldı. Kıbrıs’taki Rum ve Türk basınında yer alan tutanaklarda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu eşit yönetim koşuluyla “Türkiye, Garanti ve İttifak Anlaşmalarının feshedilmesini kabul edebilir. Tek yanlı müdahale hakkından da vazgeçebilir” diyor. Rum basını, bu taahhüdün yazılı versiyonunu isteyen, alamadığı için de görüşmeleri sonlandıran Anastasiadis’i sert biçimde eleştiriyor.
Hiçbir papanın yapamadığını yaptı, Katolik Kilisesi’ni yumuşattı daha sevimli bir hale getirdi. Küresel bir hayranlık kazandı. Vatikan Sarayı yerine iki odalı basit bir apartman dairesinde yaşamayı seçti. Geceleri korumasız olarak yoksul mahallelere giderek insanlarla ekmeklerini paylaştı.