Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.
Cumhurbaşkanımızın son televizyon programı ile ilgili kaleme aldığı yazı üniversitelerde okutulacak cinsten. Programa davet alınca önce ‘nasıl haber çıkarırız’ diye düşünmüş. Aferin! Sorular belli, cevaplar belli olan gelişmiş medeni sohbetlerde haber üretmek zor. Abdülkadir bu çaba içindeyken günün hangi saatinde olduğunu da söylüyor. Zekice! Güneş ışığının odaya gece girmiş olduğu böylece somut delille ispatlanıyor.
Karadenizliyim, çocukluğum derelerin içinde geçti. Erdoğan’ın ailesinin yaşadığı köye geceleri vadileri aşarak balık tutmaya gitmişliğim bile vardır. Yaşadıklarımdan ve atalarımdan öğrendiğim bir şey var; bir dereyi asla zapt edemezsiniz. Rahmetli dedemin sık sık söylediği o söz hâlâ kulaklarımda: Uşağım dereyle şaka olmaz, canı nerden isterse oradan akar.
Önümüzdeki iki mesele: Suriyeli sığınmacılar kendi ülkelerine nasıl dönebilir? Gelen Afganlar nasıl durdurulabilir? Bunlar orta ve uzun vadeli meseleler. Asıl acil sorunsa, Suriyelilerin ve Afganların toplumda oluşan gerilimin hedefi haline gelmeleri. Hepimiz aklımızı başımıza almalıyız. Sığınmacılar konusu nazik ve oynamaya gelmeyecek kadar hassas bir mesele.
Efendim, Cumhurbaşkanımızın karşısında iki tane prompter varmış da, cevaplar oradan okunuyormuş da, hangi soruların sorulacağını bilmeden bu cevaplar prompter’a nasıl yazılmış olabilirmiş de… Sevgili okuyucular, biraz felsefi kaçabilir ama cevapların sabitleşmesi medeniyet seviyesinin yüksekliğinin nişanesidir! Cevap sabitleştiğinde soruların da aynı yöne evrilmesi kaçınılmaz.