Geçtiğimiz günlerde vefat eden Mısırlı düşünür Hasan Hanefi’nin rasyonalite ve dini düşünce üzerine konuştuğu bir konferansına iştirak etmiştim. Türkiye’deki gidişatı tahlil etmemi istedi; Avrupa Birliği süreçleri, ekonomik gidişat vesair oldukça pozitif bir tablo çizdim. O zamanlar Arap dünyasında da bahar esintileri baş göstermişti. Demokrasi, özgürlük talepleri ve Türkiye’nin model ülke olması vesair konuşuluyordu. Epeyce dinledikten sonra kararsız bir tebessümle, hala hatırladığımda irkildiğim şu sözü söyledi: “Kendi elleriyle inşa ettiklerini gün gelecek kendi elleriyle yıkacaklar!”
Sanatçı kendi zamanının tanığıdır, ne bir ahlak polisidir ne de ziyaretçilerin örf-adet denetçisi. Bazı ziyaretçilerin bazı davranışları, kimi kesimlerce münasebetsiz görülebilir, bunlardan rahatsızlık duyulabilir. Lakin bu, bir sanat eserinin itibarsızlaştırılmanın gerekçesi yapılmaz. Hele bunun üzerinden bir serginin saldırıya uğraması asla kabul edilemez.
Türkiye, 10 büyükelçiyi sınır dışı edecek mi, etmeyecek mi? Ederse ne olur, etmezse ne olur? Tanıdıklar soruyor: "Dolar yükselmeye devam eder mi?" Küçük tasarruf sahibi, biriktirdiği paranın dolar karşısında eriyip gitmesinden korkuyor. Bazı yorumcular, “Büyükelçiler böyle bir açıklama yapamaz” diyerek açıklamayı eleştiriyor. “Öyle de olsa sınır dışı çok ağır bir yaptırım olur, ağır sonuçları olur” demeyi de ihmal etmiyorlar.
Solcuların, liberallerin, AK Parti iktidarının çözüm çabalarıyla muhafazakar kesimin farkına vardığı bu acı hakikatlere, bu sergi sayesinde bugüne kadar buraya dönüp bakmamış beyaz Türkler de baktı. Bunlar onların da ortak hakikatleri olmaya biraz daha yaklaştı. Hafıza Odası sergisi, ortak bir hafızanın kurulmasına hizmet etmiş oldu. Bu sırada, sanatın, diyaloğun, iyi müziğin ve iyi yemeğin etkisiyle Marx’ın meşhur sözündeki gibi katı olan her şey buharlaştı.
1848’de monarşi ve aristokrasiyi devirmenin, 2000’li yılların başlarındaki karşılığı askerî-bürokratik vesayet rejiminden kurtulmaktı. Liberal burjuvaziyle koalisyon aramanın karşılığı, AK Parti’nin bütün demokratik adımlarını desteklemek. Almanya’nın Birliği tasavvuruna sırt çevirmemenin karşılığı da 2010’deki anayasa değişikliği önerilerini omuzlamak. O zaman, 19. yüzyıl ortalarının Weitling, Herwegh ve Gottschalk’larının zihniyetini, 2010’da ve bugün, hangi kafa temsil ediyor acaba?