Düzenlerinin bozulmasından, ev içindeki egemenliklerinin, korkutucu üstünlüklerinin sarsılmasından endişe ediyorlar. “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığıyla kadınları susturmaya çalışıyorlar.
Bugün BJP retoriğinde, Taj Mahal’in Hintliliğine ve dolayısıyla Müslümanların Hintliliğine meydan okumak çok önemli bir yer tutuyor. Sangeet Som adında bir BJP politikacısı Taj Mahal’den Hindistan’ın üzerinde “hainler”in inşa ettiği bir “leke” olarak söz etti. “Taj Mahal’in Hint tarihinde bir yeri olmamalı” diye devam etti. Hattâ “Bu insanlar bizim tarihimizin bir parçasıysa, bu çok üzücüdür ve biz bu tarihi değiştiririz” diye bir uyarıda dahi bulundu.
Siyaset, fikirler etrafında oluşan yüksek nitelikli bir insan eylemi olmaktan çıkmış, basit menfaat batağına dönüşmüş. Siyasal etiğin ve ahlaki kaygıların ötesine geçildiği, şu furyadan biz de bir şeyler kapalım havasının oluştuğu görülüyor.
Bir, kadına karşı şiddet; daha somut olarak baba, koca, kardeş veya ağabey dayağı. Neden bu kadar asimetrik? Niçin, kimse erkeğe karşı şiddetten söz etmiyor acaba? İki, cinayet. Neden kadın cinayetleri diyoruz da paralelinde erkek cinayetleri diye bir karşılığı yok? Üç, namus. Niye namus sırf kadınlar üzerinden konuşuluyor da erkekleri içine alan bir norm, bir kriter, bir alan ve kavram olamıyor?
En can alıcı sahnelerden biri çekip giden kocası Cafer için Hatun’un Nesrin’i suçlaması. Kadınların yuvayı dişi kuş yapar fikrini ruhlarına ne kadar kazıdıklarının göstergesi. Onu kabalık etmekle, kocasını elde tutamamakla, yuvaya emek vermemekle suçlar. Kocası iş aramaya yanaşmasa bile onun gururunu, onurunu yüksekte tutmalı ve bu işi de üstlenmelidir.