Ne Fransızcıyım, ne Napolyoncu, ne Atatürkçü, hattâ ne de Türk milliyetçisi. Sade bir vatandaş ve vatandaş-tarihçiyim. Sırf bu sıfatla sormak istiyorum: Bir, geçmişe bu tür göndermeler, mevcut sorunları çözmeye mi, keskinleştirmeye mi yarar? İki, başkalarının tarihini küçümseyip aşağılamanın sonu nedir? Kendi tarihinin Batı-merkezcilik çerçevesinde küçümsendiği ve aşağılandığından şikâyet eden Türkiye, dengeyi bu yolla mı kurmaya çalışmalı?
Tarih defterlerini sürekli açık tutunca, güncel krizleri tarihi hesaplaşmaların bir parçası gibi gösterince, o kadar büyük laftan sonra diplomasiye şans vermek için sismik araştırma gemisini Akdeniz’den Antalya limanına çekmek gibi yerinde hamleler de bu büyük tarih anlatısı içinde geri adım ya da zayıflık gibi görünür.
Dizi mevzusunu bitirmeyi düşünüyorum. Haftaya yine bir dizi üzerine yazabilirim, onu demiyorum, yani bu yazının asıl mevzusuna geçiyorum; şahane ve saçma sapan bir filmden bahsedeceğim. Eskiden mahalledeki sinemaya gelecek filmi bekler gibi şimdi de Netflix'e gelecek bazı filmleri bekler olduk ve bu da o filmlerden biri.
Bir de Çeltik Kilisesi vardı. Kilise ise çeltik ne alaka, çeltik ise kilise nereden çıktı, hiçbir fikrimiz yoktu. Tabii çok sonradan öğrendik o güzelim yapının hikayesini: Katolik Ermenilere ait bir kilise olduğunu, kitabesi olmadığından ne zaman inşa edildiğinin kesin olarak bilinmediğini, mimari özelliklerine bakılarak 16. yüzyılda yapıldığının tahmin edildiğini, 1914’ten sonra bir dönem çeltik fabrikası olarak kullanıldığını ve sonradan yıkılmaya terk edildiğini.