Yazarlar

İfade özgürlüğüne giriş: Posta beygiri, öküz ve ahır

Son iki hafta içerisinde AYM, Ahmet Davutoğlu’na yönelik kullanılan ‘Posta beygiri’ kelimesini ifade özgürlüğü olduğuna, AİHM ise cumhurbaşkanına hakaret suçunun ifade özgürlüğüne aykırı olduğuna karar verdi. Bu esnada, üniversite öğrencisi Y. Emre Deniz’e paylaştığı film kesiti sebebiyle cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla kamu davası açılırken, bir başka üniversite öğrencisi Alp Emeç ise paylaştığı bir atasözü sebebiyle tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne gönderildi. John Stuart Mill’den, Voltaire’den, Harbert Spencer’dan örnekler vererek ifade özgürlüğünü açıklayacağımız, tartışacağımız ortamın çok ama çok gerisindeyiz. Çünkü yukarıdaki somut örneklerde de görüldüğü üzere, ortada gerçek anlamda bir hakaret dahi yok. Ortada olan şey hukuk garabetlerinden, siyasallaşmış yargının rezaletlerinden başka bir şey değil.

Demokratik dönüşümün öznesi olarak muhafazakarlar

Erdoğan sonrası dönemin başat aktörü rolüne soyunan bazı gruplar ve kamusal aydınlar, konu muhafazakarlar olduğu zaman dışlayıcı bir retoriği dolaşıma sokma hususunda oldukça istekliler. Aktörlerin birbirlerine aynı göz hizasından baktığı bir çoğulcu zemin olmadan gerçekten de uzun vadeli bir demokratik restorasyon sürecine kapı aralayabilecek miyiz? Ahlaki bir üstencilikle muhafazakar kesimlerden her defasında günah çıkarmalarının beklendiği bir retoriği teşvik etmek, gerçekten de ortaklıklara dayalı bir kamusallığın inşası için samimi bir atmosfer yaratabilecek mi? Hiç sanmıyorum…

İstanbul Sinema Festivali nostaljisi…

Bir Bergman filmi izledikten sonra geceyarısı İstiklâl Caddesine çıktığınızı, yürüdüğünüzü düşünün. Nisan ayında bir gece yarısı. Hava biraz serin olsun. Yanınızda çok sevdiğiniz bir arkadaşınız var mesela. Pek fazla konuşmadan, sadece caddede değil, film ile gerçek hayat arasında bir yerlerde yürüyorsunuz. Sinema hakikaten büyülü bir şeydir, böyle zamanlarda daha da anlaşılır.

Zekâsıyla döven çıtı pıtı dedektifler

Gerçek hayatta öncü polisiye romanlara layık “fiyakalı” cinayetlere, katillere sık rastlanmıyor maalesef! Özel, “şık”, marka bir katile, o “karakter”e sıradan insanî kötülükler ekleyerek, yamayarak ulaşamıyorsun. Asıl maharet, katilden, yani o insandan onu “insan” yapan özelliklerini çıkarmak, eksiltmek. Hannibal Lecter o nedenle göz kamaştıran bir katil. Onu Hannibal yapan “kötü insan” özelliklerinin varlığı değil, insanî özelliklerinin yokluğu.
- Advertisement -

Hiç!

Hep yalvarmıştı. Ne çok yalvarmıştı! O kapı üzerine kilitlendiği andan itibaren… Kilidi açması, kendisini bırakması için yalvarmıştı. Patron sırıtarak anahtarı masanın üzerine bırakıvermişti. Anahtarı masadan kapıp, kapıya koşabilirdi. Hiç değilse bunu yapabilirdi. Yakalanıp tutulacak, engellenecek olsa bile… ama utanmıştı. Çocukluğundan beri itaatsizlik etmekten, isyankar davranmaktan hep utanmıştı.

En Son Çıkanlar