Geçen hafta, çoğu Batılı olan dünyanın en büyük markaları, Uygurlara karşı yürütülen baskı politikalarına karşı 2 milyar tüketicili bir pazarı kaybetme pahasına Çin’e karşı kararlar aldı. O esnada Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, ziyaret ettiği, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu altı Müslüman ülkenin başkentinde bağırlara basılıyordu.
“Bimer’e ve Cimer’e şikayet”… Üniversite gibi bir kurumda bile, en tahmin edilmeyecek küçük konuları dahi şikayet ederek, hem de devletin üst kurumlarına kadar bu “şikayet”i (!) taşıyarak çözmeye çalışmak…
Milli takım Şenol Güneş’le birlikte çok önemli bir şey öğrendi: “Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de yerinmemeyi.” Bu durum, duygusal dengesizliği bastırdı ve akılcılıktan kolaylıkla sapma eğilimlerimizi sürekli olarak kontrol altında tutabildi. Yeni bir his ortaya çıktı: rakibin yenilgisinden çok kendi zaferinden zevk alma hissi. Galibiyetleri ötekinin aczine değil kendi oyununa bağlama zevki.
Meseleyi ısrarla siyasal İslam-dindarlık olarak gören çevreler, gittikçe koyulaşan otoriterleşmeyi Erdoğan’ın İslamcılığına bağlıyorlar. Oysa Erdoğan “devletleştirildi…” Bunu göremeyenler muhalif cepheyi daraltan, bozan bir işlev görüyorlar. Muharrem İnce gibi oportünist siyasetçiler de kendilerine kariyer ararken bu yanlış bakış açısının istismarından medet umuyor.
İngiliz istihbarat yüzbaşısı Edward Williams Charles Noel’in 1919’da Türkiye’deki faaliyetleri çerçevesinde, “İngiltere’nin destekleyeceği bağımsız veya otonom bir Kürdistan’ın kurulması” özetlenebilecek “Noel siyaseti”, hiçbir zaman uygulanmaz. Buna mukabil Noel’in bu girişimlerine haddinden fazla bir anlam yüklenir. Daha sonraki dönemlerdeki Kürt hareketleri de, Noel’e işaretle, “İngiliz oyunu” olarak nitelenir.