Avustralya’nın Çin’le olan ilişkileri diğer orta büyüklükteki ülkelere de ders niteliğinde aslında. On milyar dolarlarla ölçülen ticari ilişkiler, koz gibi kullanılan yüzbinlerce turist ve öğrenci, siyasi partilere, think tanklere bağışlar, medya satın almalar... Avustralya tüm bunların Çin’in elinde ulusal egemenlik ve demokrasi için tehdit olabileceğine sonradan uyandı.
Annem bir insan açsa ona her şeyi yaptırırsın diyor. Aç birini alacaksın kapına hem sevaba girersin hem de işini yaptırırsın. Ben de sevaba girmiştim. İnci’ye de gofret veriyorum ama sevabına değil, seviyorum onu. Hem o çikolatayı alınca önce teşekkür eder. Açmaz bile. Görgüsüz değil hiç.
Tuzu kuru bir söylemle, “İçimde bir sıkıntı var, kötü bir şey olacak” diyenler de enteresan. Olmuş zaten olanlar, tığ işi sıkıntı ciğerine işlemiş. Demeye dilim varmıyor ama… Kimi kendi sıkıntısını unutmak, üstünden atmak için daha beterini -uzaktan- seyretmeyi diliyor sanki. “Çok şükür” demenin, içindeki velede Suriyeli çocukları göstermenin bencil kökenleri…
İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından yıllar sonra önyargılar, aşırı yorumlar, komplo teorilerinden ibaret itirazlarla sözleşmeyi manipüle edenler malum. Onların “eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim” olmadığı da açık. O yüzden devletin “Manipüle ettiler güzelim sözleşmeyi” açıklamasından daha ikna edici bir açıklama bulmasında fayda var.
İstanbul Sözleşmesi’nde dert edilen asıl şey eşcinsellik filan değil erkek tahakkümünün tehlikeye girmesidir. Eşcinselliğin meşrulaşması bahanesi toplum üzerinde kadın hakları meselesine göre daha korkutucu olduğu için Sözleşmeye karşı bu argümanı ürettiler.