Yazmak, Knausgaard için tıpkı okumak gibi bir eylemdir; her an her yerde ve her şekilde yapılabilir ya da öyle olduğunda gerçek anlamda yazar olunabilir. Kendiliğinden, istemsizce ve öylece geliveren düşüncelerle ilerleyen bir süreçtir. Tıpkı yaşamın kendisi gibi yani!
Sedat Peker mevzunun nedenlerine, o “kafa karıştırıcı” yanına pek girmeden hap gibi vakaları gündeme yerleştiriyor. Lafı dolandırmadan, milleti baymadan, ulusal düzeyde “etkili konuşma sanatı”… Hem de İcraatın İçinden! O programın yıldızı Turgut Özal bile, devlette “İcraatın İçinden”in bu versiyonunu hayal edemezdi herhalde.
Cumhurbaşkanı İçişleri Bakanını, İçişleri Bakanı da Emniyet Genel Müdür Yardımcısını görevden almak istiyor fakat alamıyor. Çünkü herkesin elinde zor zamanda kullanılmak üzere hazırlanmış kozlar var. Bu kozlar bazı nevzuhur tekniklerle üst makamlara iletiliyor ve amaç hâsıl oluyor, koltuklar korunuyor: Bu nevzuhur tekniklerden bazısı: Yanlışlıkla ağzından kaçırmışçılık, biliyorum ama söylemiyorumculuk, yayımlanacağını bilmiyordum bilseydim söylemezdimcilik…
Günün sonunda Taksim gibi ülkenin kalbi olan bir yere, bir mimari yarışma açarak, ölçerek, biçerek değil, neredeyse hayırsever bir işadamının köyüne cami yaptırmasıyla aynı yöntemle bir inşaat şirketinin hayır ve hasenatı olarak bir cami yapıldı. Meydanı ezen, karşısındaki tarihi kiliseye meydan okuyan, Taksim’in simgesi olan mütevazi anıtın, karşısında kibrit kutusu gibi kaldığı haşmetli bir eser ortaya çıktı.
Suriye’deki seçimlerle ilgili haberlerde sözcüklerin sayısından daha çok yalan var. Öncelikle "Suriye" diye bir ülke yok artık. Suriye halkı ya da Suriye toplumu diye bir şey de kalmadı. 2011’de halk ayaklanması başladığında Suriyelilerin ezici çoğunluğu rejimi değiştirmek istemişti, 2016’ya vardığımızda rejim halkı değiştirmeyi başardı. Esed’in "rakipleri" bile Suriye’den "Suriye el-Esed" (Esed Suriyesi) diye bahsetmekten çekinmiyor.