Tayyip Bey, belki bugün siyasetin gözleri körelten keskin rekabet ortamında farkedemiyor olabilir ama bu toz-duman dağıldığında, kendi mâzisiyle İmamoğlu’nun bugünü arasındaki benzerlikleri mutlaka görecektir.
Her çıkışımız bir ritüele dönüştü. Her mehtap öncesinde birbirimizden haber bekler olduk. Bence adanın en güzel plajı Nizam Kayıkhanesi hepimiz için bir buluşma noktası oldu. Yüzmede, kahvaltıda, sohbette... Her sabah birbirimizin eksikliğini sayar, birbirimizi arar olduk. Böyle bir çevreyi hayal bile etmemiştik.”
Günümüz tarihçileri de tarihten ders çıkartır kuşkusuz. Ama siyasete yardımcı olmak için yapmaz bunu. Sırf kendileri için yapar. Tarih/çilik devletin vesayetinden ve politikanın ataerkilliğinden giderek sıyrıldıkça, artan özgürlüğü ve gerçekçiliği içinde çıkardığı dersler, hele bir kısım politikacı için giderek tatsızlaşır. Okşayıcılık ve rahatlatıcılıktan uzaklaşır. Büsbütün kabul edilmez hale gelir.
Maalesef Türkiye, demokrasinin 69. yaş gününe bu olgunluğun gösterilemediği 31 Mart İstanbul seçimlerinin gölgesinde giriyor. Muhtemelen bugün ortaya ikna edici bir delil bile koymaya gerek duymadan “Çünkü çaldılar” deyip gülüp eğlenenler de yıllar sonra İnönü’nün 46 seçimleri için yaptığına benzer özeleştiriler yapacaklar.
Biri siyah ve yoksul, biri beyaz ve zengin iki baba. Birinin oğlu, diğerinin oğlunu öldürmüş. Aralarındaki dostluk, yeni bir toplumsal barışın ilk umudu gibi yükseliyor. Ama olamıyor. 1948-1994 arasında, 46 yıllık bir ırkçı rejim giriyor araya. Bizim de ilk umutlarımız gerçekleşemedi bir türlü. Birleşik bir Türkiye’nin kurulması, kültürünün kök salıp yeşermesi için, daha kaç yıl beklememiz lâzım?