Kan kaybeden düzenlerin temel ihtiyaçları arasına “kahramanlar”ı yerleştirsek eğreti durmaz herhalde. Tarihi, ulusal kimliği ezelden kahramanlıkla tanımlanan ülkelerde, yanağına yeniden kan gelen düzenlerin yapı taşları, ana -bazen ilave- kolonları arasında da göze çarpıyor. İnşa edilen bir şey nihayetinde…
Bereketli, her dile-gönle çevrilebilir, anlaması-anlatması kolay, hissiyatı güçlü klişeler arasında da yeri sağlam. Kahramanların gerekmediğini, ayakta durmak/kalmak için ille de kahramanlara muhtaç olmadığımızı savunanlar da var bu âlemde. Yapayalnız kahramanlar da… Bence esas kahramanlar onlar. Lâkin el âlem “kötü kahraman” derse, düşman ilan ederse bilemem.
Neşren “sahici” kahramanlar
Biz de çocukluğumuzda tarihten bugüne kahramanlarımızla yetiştik. Hem de bugünkü gibi doğaüstü “Süper Kahramanlar”la filan değil -bazısı ithal de olsa- neşren “sahici”leriyle… Biraz insanüstü olabilir tabii. Olsun… Genç Osman’ın kelle koltukta savaşmasının mecâzi bir ifade olduğunu öğrendik az büyüyünce. Ne fark etti?
Üzerine bindi mi beyaz atının kuyruğu yere değen Yıldırım Beyazıt’a efsaneleriyle, okulda dersleriyle bizim nesil de yetişti, yakaladı o tarihi. Öyle de yetiştik, eksik, nâçar kalmadık. Velâkin penceresini Batılılaşmaya açan “bizim mahalle”nin cereyanında, o tarihe hafiften serindik sanki. Pratikte yani…
“Çocuk oyunu” değil ki bu!
Yazı dizimde değinmiştim… Amerikan kovboyları-kızılderilileri çıkınca, nasıl desem, Osmanlı biraz demode kaldı oyunlarımızda. Ezelden vardı zira. Köfte-ekmek-ayran çok güzel, elbet harika da, hamburger-kola başka… Tadı, sosu, hayat tarzı, modası farklı. Cicisi bicisi, teferruatı çok, vitrini-kampanyası göz alıcı. Ayartıyor, özendiriyor.
Bir nedeni de tarihî kahramanlarımızla ilgili ciddiyetimiz, saygımız olabilir. “Çocuk oyunu” değil ki bu… Büyükler giyinip kuşanıp o “oyun”u sık sık oynasa da, onların ayıbı. Neyse… Kahramanlarımızı oyunlarımızda biraz ihmal etsek de, hayatımızdan eksik etmedik sonuçta.
Tulumlu ilk kahraman: Kızılmaske
Bugün her yere zıplayan, konan “Süper Kahramanlar” ise parmakla gösteriliyor o yıllarda. Bizim kuşak için tedavülünde piyasaya 1938’de çıkan, ömrümüz boyunca “alıcı kuşlar gibi başımızın üstünde dönüp duran” Süpermen etkili.
Gerçi kırmızı tulumunun üstüne giydiği damat pijaması misali çizgili mavi donuyla “Kızılmaske (The Phantom)”yi de hatırlıyorum bir yerlerden. Çizgi romanlardaki ilk -özel- kostümlü kahraman (1936) oymuş aslında. Kahramanın “tayt-tulum”, lateks görünümlü kostümünün bedeni (bilhassa adaleleri) ikinci deri gibi sarmasının miladı.
“Superhero Latex Porn” markası
Tayt-tulum kahramanların “Latex porn”un, fetişizmin tarihinde bir yerleri olmuş mudur, yaratıcı kahramanlık alanında öyle cinlikler de var mıdır, oturup araştırmadım da… Google’a yazınca Süper Kahramanlar’ın hepsi “Superhero porn” izdihamında “esaslı” rollerde.
Filmlere sade -IP’li- vatandaş olarak erişemesem de afişleri/görselleri film gibi. Mevzuu anlıyorsun hemen. O dünyada olmasalar şaşardım doğrusu. Neleri eksik; fazlası var hepsinin. Latex giysileriyle lastik gibi “Catwoman” dünyaca ünlü mesela. Yaratılıştan vamp. Hayal dünyaları -mırıl mırıl- ağaca tırmanıyor peşinden.
Süpermen de Kızılmaske’nin gizemli gardırobundan intihal. Modacısı çakılmasın diye kırmızı tulumu mavi, mavi donu kırmızı yapsa da kurtarmıyor. Lâkin Kızılmaske uçamıyor maalesef. Arada ağaç dallarına, duvarlara sıçrasa, kanat çırpsa da horoz gibi biçare. İktidarı “uçana kaçana” değil kendi çöplüğünde.
Süpermen “homo erectus”
Baktığım kaynaklarda yazmasa bile Batman misali “mağarada yaşayan post-modern kahraman”ın dailk örneğinin Kızılmaske olması kuvvetle muhtemel. 1912’de ağaca çıkan cıscıbıldak Tarzan sayılmaz. O homo arboris, ağaç insanı… Süpermen filan bedenine yapışan tulumundan fark ettiğim kadarıyla homo erectus. Utangaç bir çocuk olduğu için günlük hayatında çaktırmasa da öyle.
Kızılmaske’nin evi “Kafatası Mağarası”. Eden (Aden) Adası da arada dinlendiği sayfiyesi… Aslanlar, kaplanlar, ceylanlar dost dost yaşıyor, “fikir başka başka da olsa, koyun kurt ile geziyor” o adada. Kahramanımız da yanından ayırmadığı kurdu “Şeytan”la mutlu.
Şeytan da Tarkan’ın “Atıl Kurt” cinsinden. Biraz daha safkan olabilir tabii. Türkçe bilmiyor ama Kızılmaske “Attack” deyince ortalık kan revan. Türkçe bilmemesi zaten mühim değil; derginin reklâmındaki gibi “Kızılmaske herkesle anladığı dilden konuşur!” Bu meziyet tepeden tırnağa bizim de temel yabancı dil bilgimiz. Doğuştan, genlerimizde var. Konuşamasak da bir şekilde, bir dakikada (one minute) anlaşı(lı)rız gerekirse.
Eskiden süperlik nabza göre
O yıllarda, o birkaç nesilde evlere-hayata yerleşen yeni icatlara bile “Yok artık, hadi oradan…” demek refleks olduğu için Kızılmaske’nin süperliği inandırıcılık sınırlarını zorlamıyor. Ona dikkat edilmiş, şerbeti nabza göre. Sadece biraz insanüstü… Tasviriyle, dergisindeki tanıtım sloganıyla “On kaplan gücünde” mesela; ki öyle anılan pehlivanlarımız, kahramanlarımız da var.
Yaratıcısı 1911’de Missouri’de Yahudi bir ailede doğan, büyüyen Lee Falk. “Sihirbaz (büyücü) Mandrake”nin de babası. O da makul, inanılası bir kahramanlık. Hâlâ inanılıyor. Mesela Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek durumu biraz düzeltse, medyadaki, yazı’yorumlardaki “Ekonomi sihirbazı” başlıklarını görür gibiyim.
“Klark Kent”e kim özenir!
“Superman” çocukluğumuzun çizgi romanlarındaki “sahici” kahramanların bolluğunda bize hiç hitap etmiyor elbette. Günlük hayatta öyle ezik büzük, süklüm püklüm “Clark (Bizde Klark) Kent” olarak yaşa… Yok geceleri bilmem ne! “Gündüz insan gece hırt” meselesi bile o “dar mânâ”da değil hayatımızda.
Süper Kahraman ol ama seni kimse tanımasın, bilmesin! O yıllarda aileler zorlasa da çocuklukta mütevazılık geçer akçe sayılmaz. Kahramanlık bizim mahallede 24 saat. Öyle “icapçı” olup gazete ofislerinde bir köşeye pısmak delikanlılığı bozuyor.
Sümsük, devletlû gazeteciliği de çok şüpheli. Hilekâr bir kere… Yüksek yerlerden torpilli gibi. Fırsatını buldu mu pencereden uçup gidiyor. Sonra gelip kendi hikâyelerini ballandıra ballandıra “haber” yapıyor.
Kahramanlıkta gözlük engeli
Hem de gözlüklü; çocukluğumuzda oyunlarda, maçta, kavgada, hatta “bir bakışta kız ayarlama”da “doğal” engel. Lakabı mahalleye ondan önce geliyor: Dörtgöz… Attila İlhan o “ıstırap”ın şiirini bile yazmış: “Beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm…” Hani yazı dizimde -mahalle ağzıyla- demiştim ya; “Bir kafa atsan Süpermen’e…”
Dert… Yükü, “Aman gözlüğe dikkat”i sadece çocuğa değil; kırılır, kaybolursa aile bütçesi için de mesele. O sarsıntıdan çocuğa düşen pay da sert çoğu kez. Harçlık o zamanlar harçlığa pek benzemediği için “Harçlığından keserim” de fantezi. Bedeli peşin peşin ödeniyor. Ya da kat kat selobantlı gözlükle geziyor ortalıkta. Öyle de etiketleniyor. Kim bilir neler geçti garibim Klark’ın da başından.
Moda insanın içini dışına çıkartır
Bari o klişe espriyi de yazayım yeri gelmişken; Üstelik Süpermen kırmızı donunu da taytının üstüne giyiyor! Bunu maskülenlikle, süper erkeklikle, sirklerde ip üstündeki, trapezdeki cesur kahramanların kıyafetlerinden esinlenmeyle açıklamaya çalışıyorlar da… Muamma çok yönlü, derin; hepsinin altında bir don daha var mı, o ne renk acaba? Üstümüze vazife değil ama telaffuzuyla da Why? Ne donu yerli yerinde, ne de kültürümüze uygun delikanlılığı…
Gerçi her şakada gerçeklik payı var. Hatta esprilerin gerçek, diğer deyişle önceki yazımda değindiğim gibi istisnaların kaide olması mümkün. Nitekim yıllar sonra Aerobik fırtınasında Jane Fonda’nın mayosu da taytının üstünde. O günlerde Süper Kadın. Öncüsü o modanın. “Tayt üzeri slip” modası Yeni Yeşilçam Sporları dâhil yayılırken, boksörlerin, basketçilerin, futbolcuların da tayt üstüne “boxer” giymesi artık çok normal.
Moda da insanın içini dışına çıkarıyor. Soket çorap taytın, külotlu çorabın üstünde, sütyen büstiyer, uzun kollu tişörtün üstüne kısa kollusu filan. Gönlün, bedenin nasıl rahat ediyorsa, stilin nasılsa, öyle… Hoş bence. İnsanın, kaskatı kuralların, tabuların içinin dışına çıkması, altüst olması güzel.
Süper Kahramanlar muhallebici
Kahramanlıkta bugünkü durum farklı, etkileri daha riskli… Çocukluğumuzda Süpermen Karaoğlan’a asla rakip olamazdı, olamadı da mesela. En azından esas ilgilendiğimiz alanda… Karaoğlan’ın yazı dizime de aldığım 18+ maceralarında Süpermen’in insan içine çıkmışı “Klark Kent” biçare.
Bırakın Clark Gable’ın yüce mirasıyla “Klark çekme”yi… Kızlarla karşılaştığında bir “Merhaba”da bile yanakları donundan kırmızı. Bırakın “süper” bilmem neyi, tipik “hanım evladı”, “muhallebici”. Güncellersem, “fast-food pehlivanı”… Kırıcı olmamak için “İyi aile çocuğu” da diyebilirim. Mahallemiz anında anlar o patolojiyi nasıl olsa.
“Sam Amcanlar seni istiyor”
Kurnaz bir kurgu esasında. Yaratıcıları bakıyorlar gerçek âleme… Öyle düzenlerde eldeki malzeme genellikle ezik büzük, bitap. Kahramanı onlardan yaratıyorlar ki, ülkenin asıl nüfusunu oluşturan “öteki”lerin de bir umudu, hayali, satışta, reytingde bir kitlesi olsun. Her savaşta “Sam Amca”ların “I Want You” posterlerinin önünde kuyruğa girsin: “Ben de kahraman olacağım…”
Örümcek Adam Peter Parker da yaratılıştan öyle. Biyografisinde aynı kara lekeler: “Utangaç, inek bir lise öğrencisi.” Yalnızlıktan, hırsından duvarlara, tavana tırmanıyor. Meğer onu okulun Bilim Fuarı’nda “radyoaktif bir örümcek” ısırmış. Şans işte… Fuarda yan stantta çırpınan Vampir Yarasa ısırsa, başka bir şey olacak.
“Marvel Evreni”nde de Kaptan Amerika
Bugün her şey, her şeyiyle daha süper… İktidarı kuvvetli. “Süper Kahramanlar”dan, çizgi romanıyla, filmleriyle, dizileriyle, oyuncaklarıyla Türkiye’yi de kuşatan “Marvel Evreni”nin, “DC Comics”in bugünkü yelpazesinden bahsediyorum. Her yere sızmış maalesef. Büyük tehdit…
Marvel Serisi’nde açık açık ilan edildiği gibi yine esas kahraman “Kaptan Amerika”. Süper Güç-Süper Kahraman… İktidarın, en başdanışmanların bile dilinden düşmeyen, manevralarına “Az sol yap, gel gel…” yaptıran emperyalizmin bu kadar ayan beyan, üstelik sinsice de yayıldığı bir cereyan -bugün- görülmemiştir. “Üst (süper) akıl”ın da daniskası, bilhassa aklı havada ülkeler için büyük tehlike.
Bizimkisi normal kahraman
Ucu, kökü -tümüyle- dışarıda, kültürümüzden geleneklerimize, kıyafetlerinden tipimize, maharetinden maceralarına, tarihimize, bize bu kadar uzak, yabancı, tehlikeli bir kahramanlık olamaz. Ama çocuklar, gençler ve her daim genç kalanlar heves edebiliyor işte.
Bir de gerine gerine “Süper Kahramanlar” demişler; hani “Sizinki de kahraman mı!” gibilerinden. İhmal etmeyip Nota versen, diplomatik deyişle “Bizimkisi Süper, sizinkisi Kurşunlu Normal kahraman” demagojisini yapacaklar.
Marvel “Türkiye’de tarihe geçti”
Üstelik o dünyayı, Örümcek Adam’dan Thor’a “Marvel Evreni”ni yaratan Stan Lee de (Stanley Martin Lieber) “Amerikalı Yahudi” afedersiniz. Yukarıda değindiğim Lee Falk da öyleydi malum. Süper Kahramanlar Dünyası’nın diğer tekeli “DC Comics” de meşhur Warnes Bros.’un “aynı kandan” kuruluşu… Superman’dan Batman’a, Wonder Woman’dan Supergirl’e DC Comics de estiriyor. Tesadüfün bu kadarı sadece ırkçıların deşifresinde, “hassasiyet”inde olur.
Yeni nesil, önceki-sonraki kuşakları da koluna takmış onların peşinde, gişesinde, ekranında.
Sinemada seyredilme verilerine baktım; mesela Marvel Evreni’nden “Avengers: Endgame” Türkiye’de gişe, hâsılat rekorlarını altüst etmiş.
Üstelik birçok sitede de “Türkiye’de tarihe geçti” başlığıyla yayınlanmış haberler. İşte asıl mesele: “Tarihimize de sızıyor.” Yeni ve öyle yenilenmiş nesiller kusuruma bakmasın ama “Herifçioğlu Sen Mişel’de koyuvermiş sakalı /Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı” meselesi.
RTÜK’ten 10 yıllık vize
Bu konuda seferberliğe geçilmemesinin bir nedeni de belki olayın ehemmiyetinin henüz, yeterince kavranmaması. Ulusal hassasiyetlerimizin kalesi, uç beyi RTÜK’ün “Disney Plus Türkiye”ye 10 yıllık lisans vermesinin üzerinden iki yıl geçmedi daha.
Tehlikeyi fark ettiler mi bilemiyorum. En azından sıra ona gel(e)medi belki. “Disney Plus”ın diğer mecralardan ana, tek ayrıcalığı birçok Marvel filminin, dizisinin orada toplanması. Yuvası, üssü o dünyanın.
Disney Plus’un DC Comics’i de satın alacağı bitmeyen söylenti. Haberlere göre bu vizeyle “Türkiye’deki Marvel hayranları” derin nefes almış. Umarım beklemedikleri sürprizlere yetecek kadar almışlardır.
Güler misin, ağlar mısın…
Neyse… Ben böyle dertler için ihtiyarladım, bunlardan gam, “eylem planı” çıkarmam da, politikası ona kurulu olanları bilmem. Zor da olsa, çok yorsa da empati yapıyorum. Dost acı söyler, muhalif ondan biber.
Başka bir zorluğu daha var. Tedirginim biraz. Marvel Evreni’ne bir ceza, kısıtlama, daraltma, yasaklama filan getirilirse, “güldürüklü temaşa sanatı”na özenen bu yazımın muhasebesinde güler miyim, ağlar mıyım bilemiyorum.
GECİKMİŞ NOT: Yazı dizimdeki bana bazen “sıkıcı-bunaltıcı” gelen ezeli mevzular, tarihçi, siyaset bilimci Prof. Dr. Ahmet Kuyaş’ın bir anda gündem olan açıklamalarına denk düştü. Özellikle iki yazımla (“Bana kahramanını söyle…” ve “Kore Gazisi ve Tespihli Rambo”) aynı tarihlere… Kuyaş’ın geçen ayın sonunda “Medya Mahallesi”nde Ayşenur Arslan’la söyleşisindeki “Sıkıldım, sıkıldılar, sıkılıyorlar”ı, bu yazımda da sıkıldığım yerlerde, hatta seçtiğim karikatürde bile aklıma geldi. Lâkin “sıkıldılar, sıkılıyorlar”ı biraz iyimser bulduğumu söylemeliyim.