Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKore Gazisi’nden Tesbihli Rambo’ya…

Kore Gazisi’nden Tesbihli Rambo’ya…

Kore Savaşı’na askerlerimizi peşin peşin veriyoruz, NATO üyeliği vadeli, iki yıl sonra. O günlerde bazı gazete haberlerinde şehit askerlerimizin cebinden çikolata çıktığı yazıyor. Belki rivayet ama herkesin dilinde... Amerika’nın askerlere dağıttığı “piex” adı verilen kolilerde rengârenk yaldızlı çikolatalar da varmış. Memlekete, çoluk çocuğa götürmek için saklamışlar. Erimiş… Savaş hatıraları da öyle belki. Oda sıcaklığında eriyor.

Çocukluğumun mahallesinden yola çıkıp efsane “eşkıya”lara, “eski kabadayılar”a, her alandan “Baba”lara uğrayan yazı dizimde geçen hafta tarihî kahramanlarımızdan Karaoğlan’a değinmeye çalışmıştım. Dizime mevzu olan şiddet romantizminin, süslemeciliğinin, yazınca oksimoron gibi duran o kaba kuyumculuğun örnekleri…

Her “savaş”ın kahramanları da var o yiğitlik, cesaret âleminde. Savaş tasavvurunun yaşam mücadelesine dönüştüğü alanlar, hayatın ve hayatın Lunapark aynası medyanın yarattığı kahramanlar da… Her şeyin kahramanı var. Edebiyatta, sinemada da sırada; başkahraman, yan-kahraman, sahte kahraman, kötü kahraman, anti-kahraman…

Savaş sinema dünyası için de cevher elbette. Aynı keseden çıkınca, yakın tarih-uzak tarih de fark etmiyor pek. Bugün ekranlardaki cephanesini tartıya gelmediği için ölçemedim de… Çocukluğumuzda da her türden, dönemden savaş ve kahramanları gişelerde fırtına.

Salçadan ketçapa geçiş

Savaş deyince şiddet ne kelime zaten! Gişe filmlerinin sadece yerlisine değil yabancısına da sahne sahne vakıfız. Binlerce yapımıyla “kahramanlık  sermayesi”ni yöneten Amerikan filmlerindeki beynelmilel yiğitlerin her birinin dünyaya bedel şiddetini bir ömür boyu izledik, izliyoruz. “Dünyaya bedellik” Türklere tescillense/vecizelense de onlarda daha güncel, bizde daha tarihî. Günceli bedelli askerlik.

Biz büyüdüğümüzde şiddet de sinema teknolojisine sırtını yaslayarak büyüyor. Daha da “sahici” artık… Çocukluğumuzda Yeşilçam’a henüz gelmese de, yabancı filmlerin kanlı sahnelerinde ev yapımı salçadan ketçapa çoktan geçilmiş. Salçası ille de dışarı çıkan sargı bezlerinin yerini yavaştan bandajlar alıyor gençliğimizde. Hansaplast bakkallarda, havasına yapıştıran bile var, alnındaki sivilceye…

Şiddetin türü, dozajı sinemada performans sanatı. Yabancı filmlerin “Sanat Departmanı” yaratıcılıkta psikopat… Her türden düşmanın, hasmın kafası kopuyor, yakın çekim önümüze yuvarlanıyor. Mısır yerken o sahneyi kaçıranlara da filmin kahramanı eline alıp yakından gösteriyor tedbiren. Valla o adamın kafası.

“İlk Kan” en mânâlı film adı

Bazısına kahramanlık çok yakışıyor. Kaşlarından kaslarına doğuştan kahramanmış da yapımcısı keşfetmiş. Rambo Stallone mesela… İlk adı Sylvester’in Latinceden gelen anlamı bile elverişli: “Ormanlık”, “Vahşi” alanlarda büyümüş, “yabani kökleri” var. Maceralarında sıkıştı mı yuvasına sığınıyor. Orada da Ormanlar Kralı.

Nereden baksan kahraman… 80’lerde ful aksesuar “ruh” hastası, şiddetin en can alıcı timsâli Rambo’nun serileri gişelerde izdiham, video kasetlerde fırtına yaratıyor. Üstelik “haklı, gerekli, gönül ferahlatan şiddet”in, en kanlı intikamların markası.

Görünce için de ısınıyor garibana. Hem de mazlum, hem de mağdur; serinin birinci filmi “İlk Kan”dan çağrışımla ilk kanı o dökmemiş ki… Macera da “kana kan” ilerliyor mecburen. Adam mazbut, bir garip meczup, askeri üssün yakınındaki “mahallenin delisi” de ahali, seyirci, yaratıcıları haydut.

“Rambo Seti” 699 lira

Unutulmaz kahraman… Birçok filmde saçları alnından Rambo bantlı kahramanlar, özel mi özel harekatçılar moda oluyor. O günlerde “Rambo Bıçağı” da bazı “tezgâh”larda satışta. Bugün ibadullah; tezgâhlara, pazarları bırakın internetten temin etmek mümkün. Online alışveriş sitelerine bakın, bıçağın yanında tespihten bileklik ve tespihiyleRambo Seti” bile satılıyor; 699 lira.

Tespihli Rambo… “Dünya görüşü” yelpazesi yurdum kadar geniş. Rambo Bıçağı sokağa çıkan satır, döner bıçağı, pala, hatta internetten alınan Samuray Kılıcı’yla düello yapıyor arada. Geçen yıl Kartal’da “Gecenin Ucunda” dizisinin çekimi sırasında mahallenin gençleriyle set ekibi arasında tartışma çıkmış. Rambo Bıçakları, palalarla basmışlar seti. İstisna demeyin… İstisnaların da kaide olmaya istidadı var bu âlemde.

İstisnalar büyüyünce kaide

Savaş Kahramanları hep hazırda, “hazır ol”da. Ne yapardık olmasalar… Her türden savaş da var; ne yapardık olmasa… Bir zamanlar yurdu saran “Düşmandan Kurtuluş Günleri”nde, bayram canlandırmalarında onların torunları, torunlarının çocukları bile sahnede.

Ellerinde tahta tüfek, koca şapkalarını tutarak “düşman”ı temsil eden arkadaşlarıyla da savaşıyorlar bazen. Temsildeki müfreze komutanı sınıfta kırmızı okuma kurdelesini ilk alan belki… Emir yağdırıyor: “İleyi… İleyi…” Düşe kalka koşturuyorlar.

Öylesi yine istisna sayılıyor, öyle arzulanıyor da… Yukarıdaki cümlemi tekrarlayayım;  istisnalar da büyüyünce kaide olabiliyor. Bazen “istisna”larla da değişiyor, bal gibi bozuluyor kaide. Nedir ki zaten kaide; iki anlamıyla da uyduruyorlar her gün.

Düşman rolündeki çocuklar

Canlandırmalar gözümün önünde, anı olamayacak kadar taze. Bugünlerde pek rastlamadım öylesine. Araştırmadım da doğrusu… Ama böyle cümleleri yine de tedbirli kullanmalı; yazı yayınlandığı gün manşetten çıkabilir karşına.

Kafamda zaten deli sorular: Düşman rolündeki müsamereciler karatahtadaki “Konuşanlar Listesi”nden mi seçiliyordu acaba? Bir ceza da örtülü müfredattan, misal… Başka türlü bir seçim, çare gelmiyor aklıma.

Hani Türkiye’de kalan/yaşayan “düşman asıllı” komşularından filan çocuklarını ödünç istesen, ayıp olacak. Gönüllü arasan, zihninde deli şüpheler: “Bu çocuk niye düşman olmayı istiyor acaba? Ailesi, arkadaşları kim, soyu sopu ne…”

Üzülme sen de ölür-öldürürsün

Çocukluğumuzun Gazi Dedeler’i de tribündeki karargâhından alkışlıyor o canlandırmayı. “Düşman çocuklar” da alkıştan payını -can çekişme sürecini, kendi sahnesini uzatarak- “Bakın ne güzel devrildim, harika ölü rolü yaptım”da arıyor olmalı.

Ne yapsın… Sahneye çıkamayan çocuklar ise iyice mahzun; askerî -bebe- üniformalarıyla yahut yarı-askeri donanımı, düdüğü-çakısı, Tom Miks fuları, püsküllü çorabı, yüreğinin üstüne dikili kurt sembolüyle Yavru da olsa Kurt Kurt izliyor o günlerdeki temsilleri.

Belki içlerinde “Düşman bile, ölü bile olamadık yine” hüznü. Ana-babası teselli edecek ama “Üzülme yavrum birkaç ay sonraki bayramda, törende ölürsün, hatta derslerine iyi çalışırsan sen öldürürsün belki” demek müşkül.

“Ölü rolü” için gazete ilânı

“Ölü rolü” deyince yine daldan dala atlamamam imkânsız. Bünyemde var galiba. Biraz da bu ülkedeki “Laf lafı açamıyor”a protesto. Dokundurmam lâzım bir yerinden. Devlet Tiyatroları 20 yıl önce gazete ilânlarıyla oyuncu arıyor: “Ahududu oyununda “ölü rolü” yapacak iki figüran aranıyor.” (Ankara Hürriyet’teki köşe yazıma da mevzu olmuştu: “Ölü rolü yapmak”, 7 Ekim 2006, Hürriyet Gazetesi.)

 İlginçti… Ama asıl ilginç olan, o role, o ilâna gösterilen ilgi. Haberinde “ölü rolü”ne iki günde tam 100 kişinin başvurduğu da yazıyor. Oyuncularda aranan şart basit: Sahnede epeyce bir süre “gülmemesi ve hareket etmemesi” gerekiyor “ölü” adaylarının.

Bugün arasalar bir günde belki 10 bin başvuru olur. “İş-Ekmek-Hürriyet” aslanın ağzında, ölüm Allah’ın emri… Sokaklar, kurumlar bu vasıflara sahip oyuncularla dolu. Gülmeyen, öylece duran, hatta “Walking Dead” dolanan onca insan… Bir tek farkları olabilir: Ölü değil yaşıyor rolü yapıyorlar.

Kore Gazisi Manav Amca

Kurtuluş Günleri, bayram canlandırmalarında da kahramanlık rolü ana hatlarıyla sabit. Lâkin hatırası daha yakın, elbet onlar da kahraman olsalar bile “Kore Gazileri”nin durumu biraz farklı. Hatırladığım kadarıyla o başkalarının “Kurtuluş Günü” denemesi. Devlet, iktidar, hatta Meclis’teki muhalefet için NATO hayaliyle “Beni de alın koynunuza…” nağmesi. Askerlerimizi -harbe- peşin peşin veriyoruz, NATO üyeliği vadeli, iki yıl sonra.

Hepimizin gözbebeği, ilk mahallemizin (Emek, eski 67. Sokak) “Kore Gazisi” manav amcası da hâlâ hafızamda… Filmlerde, törenlerde gördüğümüz kahramanlardan ziyade eli-gönlü bol, sosyalliği dilsiz manav gibi. Madalyalı, üniformalı hâlini hiç göremedik.

O savaştan beri ağır aksayan ayağı bize öyle olduğunu hatırlatıyor. Suskun, başı önünde hep. Toplaşıp yanına gitsek de… Hatıralarını hiç anlatmıyor, ballandırmıyor, birer avuç ceviz verip, “Hadi gidin, ötede oynayın” diyor.

Evren’in “silah arkadaşları”na vefası!

Anlatması da zor, anlaşılması da… İçerden-dışarıdan bir vefasızlıktan söz etmek de mümkün. Bir zamanların Başkomutanı Kenan Evren de 1958-59 yıllarında, Kore Savaşı’nın ardından Güney Kore’de kalan Türk Tugayında kurmay başkanı olarak görev yapmış. 1950-53 yılları arasında süren kanlı çarpışmalara katılmasa da, lafı açılsa “silah arkadaşı”.

Yıllar sonra “Kore gazilerine, şehit, dul ve yetimleri”ne bir miktar maaş bağlanıyor. Ve o aylık 1983’de Evren’in Cumhurbaşkanlığı döneminde kesiliyor! (O yıllarda Evren’den vefa arayanlardan, ona sitem eden Kore Gazileri’nden de okudum meseleyi.)Turgut Özal ‘la birlikte yeniden veriliyor.

Perde arkası “Mr. Dalles”den

Vefa filan deyince… Nâzım Hikmet’in “23 Sentlik Asker” şiiri asılı tarihte tabii. Şiirinde hitap ettiği “Mister Dalles”, Kore Savaşı sırasında ABD Dışişleri Bakanı olan John Foster Dulles… Senatoda yaptığı konuşmada “Müttefik güçler en ucuz askeri Türkiye’den sağlıyor, bir Türk askerinin mâliyeti 23 cent. ABD askerinin aylık maliyeti ise 70 dolar” deyivermiş. (¹)

Sıkı anti-komünist: Dış politikadaki tutumu, tarzı Wikipedia’da “kamuoyuna yön verme tutkusu, uzlaşmazlık” kelimeleriyle tanımlanmış. ABD’yi, “Süper Güç”leri saymazsak diplomaside meziyetten sayılır mı bilmem ama okuduğum biyografisini -ağzımı bozmadan- “küstah” sıfatıyla özetleyebilirim. Süper küstah…

“23 Sentlik Asker”in çikolatası

Şiirden bir bölüm bile insan olana yeter: “Mister Dalles /(…) Ülkemizde hayat biraz pahalı. /Mesela iki yüz gram et, koyun eti, /Ankara’da 23 kuruşa, /veya iki kilo kuru soğan, /(…) elli santimetrelik kefen, /ya da yirmili yaşlarındaki bir adam /Bir ay için. /Bütün uzuvları, ağzı ve burnu yerli yerinde, /Üniforması ve otomatik tüfeğiyle, /Başka bir deyişle öldürmeye hazır, öldürülmeye hazır”. “Kore’de ölen bir yedek subayımızın Menderes’e söyledikleri” şiiri de duruyor yanında.

O günlerde bazı gazete haberlerinde şehit askerlerimizin cebinden çikolata çıktığı yazıyor. Belki rivayet ama herkesin dilinde… Amerika’nın askerlere dağıttığı “piex” adı verilen kolilerde rengârenk yaldızlı çikolatalar da varmış. Memlekete, çoluk çocuğa götürmek için saklamışlar. Erimiş… Savaş hatıraları da öyle belki. Oda sıcaklığında eriyor.

Gelecek pazar yazı dizime “Süper Kahramanlar”la, onların “yeni evreni”yle nokta koyacağım.

(¹) Çankırılı Kore Gazisi Mustafa Kurt da yaptığı röportajda “Bize 5 dolar askerlik maaşı veriyorlardı. Amerikalılar er başına 90 dolar alıyordu” diyor. (Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Nisan 2020.)

ASKER SAVAŞA, BARIŞSEVER ZİNDANA

Kore Gazisi Mustafa Kurt’la yapılan aynı söyleşide Menderes Hükümeti’nin Kore’ye asker gönderme kararı da yer alıyor: “Kore Savaşı’na asker veya yardım, para yardımı yaparsanız sizi NATO’ya alacağız’ dediler. Başbakan da ‘Paramız yok ama asker gönderebiliriz’ dedi.”

Kore’ye asker gönderilmesine CHP,  muhalefet de karşı değil. Sadece “Türk Barışseverler Cemiyeti” bir bildiriyle “sert tepki” gösteriyor. Öyle tepkiler yumuşacık, usulca da olsa hep sert muamelesi görür, cengâver (savaşı seven) otoritenin ezeli hükümdarlığında.

Derneğin Genel Başkanı Behice Boran… Kurulalı iki hafta olmamış. Menderes Hükümeti’ne göre bu itiraz “milli menfaatlere aykırı komünist eylem”. Gazeteler, “gaste kamusu” zaten ayakta… Vatan, Zafer, Cumhuriyet gazetelerinde “Kızıl emperyalizmin, Moskova’nın uşakları, ‘Kızıl Çarlığın’ kızıl ajanları, kızıl mikroplar” olarak nitelendiriliyorlar. Yaratıcılıkları yıllarca idare ediyor, miras oluyor sonraki dillere, nesillere.

Dernek kapatılıyor, o günlerde oğluna hamile olan Boran dâhil kurucuları, “barışseverler” tutuklanıyor hemen. Askeri Mahkeme’de 15’er yıl ağır hapse mahkûm ediliyorlar, ancak suç barış zamanı işlendiği için ceza 3 yıl 9 aya indiriliyor. Ardından Askeri Temyiz Mahkemesi’nin hükmü 15 ay hapis. (Yukarıdaki fotoğrafta Boran ve derneğin kurucuları duruşmada.)

YAZI FOTOĞRAFI: Kore’ye gemiyle bir ayda giden Türk Tugayı’ndan askerler Pusan Limanı’nda. Küçük fotoğrafta Türk Tugay Komutanı Orgeneral Tahsin Yazıcı Amerikalı Korgeneral Walton Walker’dan Gümüş Yıldız Madalyası alıyor. (15 Aralık 1950).

- Advertisment -