Murat Menteş, Ruhi Mücerret romanının girişinde, “Bu kitapta anlatılanların tümü hayâl mahsulüdür. Umarım asla gerçekleşmezler” der.
Benim de temennim öyle olurdu ama…
Hikâyemdeki tüm karakterlerin ve olayların, gerçek kişi, kurum ve olaylarla bal gibi ilgisi olduğunu söyleyebilirim.
Öyle ki, daha önce kişisel ya da kurumsal karakteri farklı gösterilen, farklı bilinen yahut öyle umulan bazı özneler bile, hikâyemde gerçek karakterleriyle yer almıştır.
Hikâyeme konu olan ailenin kahramanları size sahici gelmeyebilir.
Olsun. Hangi kahramanın hikâyesi tümüyle gerçektir ki?
Müsaadenizle (müsaadenin sizden olduğunu umut ederek) anlatayım efendim.
Hakkı Berhava uzun zaman sonra ilk kez erkenden kalktı.
Öğlenciydi muhterem. Yıllardır onu kim sabah saatlerinde görse “Hayrola, böyle sabah sabah hastaneye mi, cenazeye mi Hakkı Bey?” diye sorardı.
Ömrü boyunca Üsküdar’da sabah olmadan kuru bergamotlu çayını ocağa koyan zevcesi Adalet Hanım bile henüz uykusunda diş gıcırdatıyordu ki, saati siz düşünün.
Eşofmanlı kanepe inzivasını 7/24’e dönüştürebilen emekliler için ayrıcalığını çoktan yitiren pazar gününün manası, farklıydı bu kez. Mahalli Seçim vardı.
İstanbul’da 10.5 milyon seçmenin sorumluluğu, gururu, disipliniyle yekvücut, tıraşını oldu, gömleğini, ceketini giydi, kravatını bağladı.
Boy aynasına baktı, beğendi. Her şeyden önce intizam gerektiren seçime, yurttaşlık dersi gibi bir seçmendi doğrusu.
Pusula kalmadı, inşallah başka seçime…
Elbette erkenden kalkacaktı.
Seçimden 43 gün sonra adı Tarafsız, soyadı Bölge olan programa tek başına (Birali) katılan aday, “Seçmenlere üç oy pusulası yerine sadece iki pusula verildi. Büyükşehir (pusulası) eksik veriliyor. Bir tanesi fark ediyor iki pusula verildiğini… Dönüyor, ‘Bana bir oy pusulası eksik verildi’ diyor. ‘Bitti’ diyorlar” rivayetinden medet umacaktı ya…
Ramazanda pide bile bitiyorsa, pusula da biterdi nihayetinde.
İçine doğmuştu Hakkı Bey’in.
Geç giderlerse oy pusulalarının kapanın elinde kalacağını, ona sıra gelince de “Pusula kalmadı, inşallah bir dahaki seçime…” diyebileceklerini hissetmişti.
“Taraf olmayan bertaraf olur” bedduasını alınyazısı gibi taşıyan o programı mayıs ayında seyredecekti.
Modaratör (yanlış yazmadım) “Peki bazı seçmenlere üç yerine iki pusula veriyorlar da, onların Ak Partili olduğunu nasıl biliyorlar” sorusunu -tarafsızmış gibi- yöneltince, katılımcı aday “Bilinir, bilinir…” diye gülümsemişti.
Hani “Yüze vurur ifadesi, Ak Partilisin sen bitanesi…” meselesi.
Hakkı Bey kendi sezgileri aklına gelince, pek itibar etmeyecekti bu açıklamaya.
Karşı apartmandaki bol sakallı, bol eşofmanlı genci yıllarca Ak Partili sanmıştı da, adam hem doğma büyüme Fransız, hem de Boyun Eğmeyen Fransa hareketinin aktif üyesi çıkmıştı.
Demek değil seçimde, sokakta bile insanları tipine göre değerlendirmemek lazımdı. Ders olsundu…
Gerçi ders olmuyordu. Kızı Münevver Çoktan Berhava’nın bir gece ansızın yaşadığı durumu hatırlamıştı.
Örgütlü çete üyesi olduğu öne sürülen ama sonradan müstakil hırsız çıkan pideciye, acılı lahmacun siparişi verdiği için gözaltına alınmıştı.
Ve o tarihte henüz var olmayan ama ileride kurulması kuvvetle muhtemel görülen başka bir örgütün üyesi olmamakla beraber, kurulabilecek o örgüte bilerek ya da bilmeyerek meyledip meyletmeyeceği hususunda saatlerce sorguya çekilmişti.
Münevver Çoktan Berhava’nın salıverilmesi
Neden sonra gelen savcı adına, soyadına bakıp, “Kızım baştan niye söylemedin senin namın Münevver Çoktan Berhava imiş” demişti de, akşamına bırakmışlardı.
Bazıları şıp diye anlıyorlardı; tipinden, soyadından, kokusundan (Gül suyu mu, Jean Paul Gaultier Classique mi), memleketinden…
Zaten bütün bu sezgilerden, bilgilerden öte, sandığın, seçmenin kısıtlı mı/kasıtlı mı, kaynı KHK’lı, kayınçosu bir göbek, kaynatası üç göbek CHP’li mi filan her bir şeyin listesine sahip olduklarını da öğrenecekti seçim sürecinde.
Çaydanlığı ocağa koydu, torununun hediyesi tableti açıp bir cigara yaktı.
Ekranda “yanımdaki yanımda” intizamıyla hizalanan, tıraşı tirajından ziyade gazetelerin manşetlerine göz gezirdi:
“Bekamız Sınavda”, “Sandık Başına: Netenyahular Sevinmesin”, Beka için sandığa: Türkiye Düşmanını Sevindirme”…
Netenyahu’nun mahalli seçimde bile manşete yerleşmesinin yarattığı “Neden yahu?” düşüncesini zihninden kovalarken, 31 Mart 2019 tarihli Sabah Sabah Gazetesi’nin ilk sayfasına takıldı gözü.
Sürmanşetinde “Ayrıştırmak Kolay, Birleştirmek Zor” başlığını gördü.
Doğru, işlem kesirli olmazsa bölmek kolaydı.
Gazetenin “Güçlü Türkiye için Haydi Sandığa” manşetinin altında da, “Yargıtay Kararı: Bylock Fetö Üyeliğine Delil” haberi vardı.
“Neyse bende bir tek WhatsApp var. İnşallah Fetöcüler buna da merak sarmazlar, WhatsApp’ı Bylock’un uzaktan da olsa akrabası filan çıkarmazlar ileride…” diye mırıldandı.
Zira çevirmeli telefonlardan beri onca cemaatin, eşrafın, makam-ı muazzamın aklını alan Fetöcüler, akıllı telefonlar devrinde neler yapmazdı?
O günlerde sinsi sinsi telefon jetonu biriktirenler içeri alınsaydı, bugün cüzdanından 1 dolarlık banknot çıkanlara yönelik tüm yurtta, dış temsilciliklerimizde ve yavru vatanda yapılan operasyonlara belki gerek kalmazdı.
Daha ilk günden hiç haz etmemişti Fetö’den de, o günlerde suç sayılmayıp da neredeyse moda sayılan ‘cülerinden de…
En başından belliydi, palazlanınca maraza çıkaracakları.
O günlerde söylenen “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısı tarihe karışmıştı ama…
“Bana her şey seni hatırlatıyor” dizesi, baki kalmıştı.
Seçimi kazanmış partiyi, nasıl kaybettirirsiniz?
Seçim günü, 31 Mart Sabah’ındaki o haberin yanındaki köşe yazısının “Seçim ve darbe…” başlığını “Allah Allah…” istifhamıyla okudu Hakkı Berhava Bey.
Şöyle yazıyordu ilk sayfadaki spotunda:
“Seçim ve darbe…
Seçim kazanmış bir partiyi, hangi yolları kullanarak iktidardan uzaklaştırabilirsiniz?”
Şu mübarek seçim gününde Sabah Sabah okuduğu bu başlığa da anlam veremedi.
“Saçma” diye düşündü, seçimi kazanmış bir parti nasıl olur da seçimi kazanmamış gibi muamele görürdü?
“Olur mu hiç canım, tam sandığa giderken seçimdi, darbeydi filan böyle şeylere ne gerek var” diye düşünüp, çıktı internetten.
Yarım asırlık hayat arkadaşı da kalkmış, çayları getirmişti o arada.
Gazetede yazılanları anlatınca, Adalet Hanım işaret parmağını orta parmağının üzerine koyarak, “Elemtere fiş, kem gözlere şiş” demişti:
“Hadi çabuk, bırak şu baykuşları, çocuklar gelir şimdi.”
Sandığa kardeşi Fazilet Berhava, oğlu Barış Berhava, gelini Vicdan Berhava, torunu Erdem Berhava, kızı Münevver Çoktan Berhava, damadı Satılmış Çoktan, torunu Hâlim Çoktan’la (Ç ile) birlikte gideceklerdi.
Amcaoğlu Maksat Berhava ise boykot edecekti seçimi, sandığa gitmeyecekti.
Kahvaltıyı bitirip, çocukları bekletmemek için aşağı indiler.
Apartman görevlisi Fikri Hepdeğişir’i görünce dayanamadı sordu Hakkı Bey:
“Oyunu bu sefer kime vereceksin?”
“Son seçimde Ak MHP’ye vermiştim… Bu sefer İmamoğlu da esaslı geldi bana ama ittifaken Devlet’le Kalkınma Partisi’nin reisine vereceğim galiba” yanıtını alınca, dayanamadı söylendi:
“Yahu seçime o katılmıyor ki, bu belediye başkanı seçimi. Zaten hem cumhurbaşkanı, hem parti genel başkanı, hem de belediye başkanı olunabilemiyor zannedersem.”
“Nasıl katılmıyor? 60 küsur mitingde kürsüde gözümle gördüm. Onu gördüm, başkasını da görmedim. Hepsinde oy istedi benden ”…
Adalet Berhava kolundan çekti kocasını, “Uzatma yine… Hadi yürü”.
Oylarını rahatça, tıkır tıkır kullandılar.
Tam çıkarken derslikteki avizeye takıldı gözü; biri ampulüne “Evet” mührü basmıştı.
Eve geldikten sonra biraz kestirdi. Sonra her seçim gecesi olduğu gibi ekrana cepheden ayarlı koltuğuna yerleşti Hakkı Bey.
Bir süre sonra seslendi karısına:
“Gel gel, iktidarın kazandığı yerleri önce veren AA elindeki malzemeyi bitirince, İstanbul’da İmamoğlu aldı götürüyor”.
Karısı geldiğinde saat 23. 21’di, baktılar ekrana, ama birden dondu sonuçlar.
Kalktı TV’nin üstüne birkaç kez vurdu eliyle. Nafile…
YSK’nın müşterileri mi var?
Saatler geçti. Adalet uyudu.
AA ekranında her yerden sonuçlar akıyor, lâkin İstanbul verileri dondurulmuş kıyma gibi aynen duruyordu.
İnat etti sabahladı, AA’nın İstanbul’a dair -diş- kilitlenmesi çözülmedi.
Sonunda öğlene doğru YSK Başkanı açıklama yaptı:
“Seçim sonuçlandı. (…) AA benim müşterim değil, bilgileri nereden alıyor bilmiyorum. (…) Şu an itibarıyla Ekrem İmamoğlu 4 milyon 159 bin 650 bana gelen rakam. Binali Bey'in 4 milyon 131 bin 761 oyu sisteme tanımlanmış vaziyette.”
YSK başkanının CHP adayından “Ekrem İmamoğlu” vurgusuyla daha formel, Ak Parti adayından ise sanki komşusu gibi “Binali Bey” diye söz etmesini de “Yok canım…” diyerek savdı aklından.
“Öyle ya da böyle, kazandık” dedi Hakkı Bey.
Lâkin “AA benim müşterim değil” cümlesi girdi rüyasına:
YSK’nın müşterileri mi vardı?
(Devam edecek…)
BİR FİLM/BİR REPLİK
HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK
– Şaka maka geldik İstanbul’a ne yapacağız?
– Bilemiyorum…
– Nasıl bilemiyorsun ya, bir şeyi de bil Allahaşkına ya…
– Bilemiyorum Altan, bilemiyorum.
Her Şey Çok Güzel Olacak – Yön: Ömer Vargı – 1998