Ana SayfaYazarlarAh Binali Bey vah Binali Bey

Ah Binali Bey vah Binali Bey

Şu sözler Binali Yıldırım’a ait: “Bizim başımıza gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.”

 

Tabii Binali Bey’in bu sözünü işitenler onun 31 Mart seçim sürecinde içine düştüğü duruma bakıp bunu bir pişmanlık ifadesi, bir itiraf olarak görebilir. 

 

Peşinen belirtelim ki; böyle düşünenler ona haksızlık eder. Çünkü Binali Bey o ‘pişmiş tavuk’ benzetmesini 31 Mart seçimlerinden önce ve sonra kendi başına gelenler için yapmamıştı. 2016 yazında, 15 Temmuz darbesinden sonra verdiği bir mülâkatta partisinin 2002’den beri karşı karşıya kaldığı haksızlıkları anlatmaya çalışırken yapmıştı. 

 

Peki öyleyse, ‘pişmiş tavuk’ sözünü işitenler neden bununla Binali Bey’in 31 Mart sonrasındaki durumu arasında benzerlik görsün? Ne diyelim, Allah yakışan iftiradan saklasın.

 

Abdülkadir Selvi’nin 21 Mayıs tarihli yazısından anlıyoruz ki, Binali Bey’in çilesi daha dolmuş değil, başına daha gelecekler var. Zira AK Parti, 23 Haziran’da yenilenecek seçimlerde Binali Bey’i ‘ön plana çıkarmayı’ planlıyormuş. Selvi’nin ifadeleriyle, “Binali Yıldırım ön plana çıkarılacak. Ancak Erdoğan rüzgârı her daim taze tutulacak.”

 

Ne var bunda, diyebilirsiniz. Şu var: Öncelikle acaba Binali Bey’in kendisi ön plana çıkmak istiyor mu? 31 Mart öncesinde aday olmamak, ön plana çıkmamak için nasıl mücadele ettiğini, bu taleplere karşı nasıl direndiğini biliyoruz. Ama bütün yalvarıp yakarmalarına rağmen ‘yukarıdan’ gelen bir kararla adaylığı ilân edildi.  

 

Şu kadere bakın ki Binali Bey girmek istemediği bir yarışta, ikinci kez yarışmak zorunda!..

 

Binali Bey, adaylığın istemediği halde ‘üzerinde kalmasından’ son durumu kabullendi,tamam dedi, ‘iş başa düştü, yapacak bir şey yok’ diyerek kolları sıvadı. İstanbul halkına şehri nasıl yöneteceğini, projelerini anlatmaya soyundu. Daha doğrusu bunları yapmaya niyetlendi.

 

Fakat gelin görün ki ona da müsaade edilmedi.

 

Ne oldu?

 

“Seni ön plana çıkaracağız ama geride duracaksın!” dediler.

 

Binali Bey’in  “Madem aday olduk, öyleyse İstanbullularla konuşalım, kendimizi, projelerimizi anlatalım” çabasına, “Hayır bırakamayız, seni rüzgârımızdan yararlandıracağız” diye cevap verildi.  

 

Binali Yıldırım’ın dili olsa da şu sorunun cevabını verse: Acaba bu rüzgâr onun gemisinin yelkenlerini mi şişirdi yoksa gemiyi mi batırdı? Haksızlık etmeyelim, bu konuda bazı şeyler söylemedi değil. Meselâ 31 Mart seçimini biraz da bu ‘rüzgârlı havalar’ yüzünden kaybettiğini düşündüğünü biliyoruz. Şu sözlerden başka anlam çıkar mı:

 

Bu seçimin kendi sosyolojisi vardı, kendi şartları vardı. Onun içinde değerlendirilmesi lazım. Seçimde adaylar yarışmadı, bunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla adaylardan biri kaybetti, biri kazandı diye değerlendirmek de çok sağlıklı olmaz!Biz 31 Mart’ı yerelde tutamadık! Bu seçimde yerel siyasetteki etmenler değil, genel siyasetteki etmenler etkili oldu. Genel politikalara bakarak, ittifaklar etrafında toplanarak oy kullandı ve bu da tabii sonuçları çok etkiledi!”

 

Bunun Türkçesi: Seçimi ben kaybetmedim, partim kaybetti.
 

Bunun çok da yanlış bir tespit olduğunu söylemek mümkün mü? 

Peki Binali Bey’in bu süreçte kaybettiği hiçbir şey yok mu?

Var. Onun kaybettiği şey prestijiydi. 

 

İstanbul’un çeperinde bir belediyenin ismi cismi duyulmamış bir başkanı karşısında seçimi kazanamamış olması, daha oy sayımı devam ederken televizyonlara çıkıp ‘ben kazandım’ diye açıklama yapması, altı doldurulamayan, insanları ikna edemeyen o ‘oylar çalındı’ demeci, daha vahim şekilde, sandık başında kurul üyelerinin insanların tipine bakarak onlara eksik pusula verdiği iddiası…

 

Binali Bey seçimi kaybettiği için değil, asıl bu tablolar yüzünden yıprandı.

 

Aday olmak istemediğiniz bir seçimde, hem o seçimi hem Meclis Başkanı olarak devlet protokolündeki ağırlıklı yerinizi kaybediyorsunuz. Yetmiyor, bir de siyasi itibarınız yara alıyor. Bu da yetmiyor, neden yenilendiği izah edemediğiniz, insanları ikna edemediğiniz yeni bir seçime giriyorsunuz ve partiniz sizi ‘ön plana çıkarmaya’ çalışıyor.

 

Yani şimdi o benzetmedeki ‘pişmiş tavuk’ dile gelip size, “Binali Bey, valla benim durumum sizinkinden iyi” diyecek olsa haksız mı olur?

 

İstanbul’u kaybetmemek için ‘birimiz kendini fedâ etsin’ denildi. Binali Yıldırım feda edildi. Ama istenen sonucu almaya o mâkul, İstanbul’u yönetmeye ehil, halkın gözünde çok da yıpranmamış Binali Yıldırım ismi bile kifâyet etmedi. AK Parti’nin sadece toplumun öteki kesimlerinde değil kendi tabanındaki güç kaybının boyutlarının bu kadar fazla olduğu tahmin edilememişti. Velhasıl, AKP’yi İstanbul’da Binali Yıldırım bile kurtaramamıştır.

 

Ekrem İmamoğlu, kampanyasını ‘kazandığım seçimi iptal ettirdiler’ diye mağduriyet üzerine kuracak gibi görünüyor. Oysa bu sürecin asıl mağduru, hep söyledik,  Binali Bey’dir. 

 

Artık yeni bir Binali Yıldırım algısı var

 

31 Mart’tan önce bir Binali Yıldırım vardı, 31 Mart’tan 23 Haziran’a gidilirken başka bir Binali Yıldırım var. 31 Mart’a gidilirken Binali Yıldırım ismi AK Parti’nin elinde bir imkân, bir avantajdı. 23 Haziran’a gidilirken öyle bir imkân, öyle bir avantaj yok. 

 

Rakibi açısından bakıldığında ise tam tersi bir durum var: 31 Mart’a gidilirken Binali Yıldırım karşısında neredeyse hiç şans verilmeyen, kimsenin tanımadığı bilmediği, kazansa bile o koltuğu doldurup dolduramayacağı şüpheli bir Ekrem İmamoğlu vardı. 23 Haziran’a giderken herkesin ismini cismini bildiği ve dahası kamuoyunun karşısına çıktığı çoğu yerde göz dolduran, insanların İstanbul’u pekalâ yönetebileceğini de düşünmeye başladığı bir Ekrem İmamoğlu var.

 

Velhasıl, şu birkaç haftada yaşananlar bize gösterdi ki; Binali Bey yeniden girdiği bu seçimden gâlip de çıksa mağlûp; Ekrem Bey mağlûp da çıksa gâliptir.

 

Siyasette sâhibu’l rey ve sâhibu’l fikr olmak  

 

Siyasetin sizi zirvelere çıkaran, Bakan, Başbakan yapan ikbâl zamanları olduğu gibi aşağılara çeken, mahcubiyetlere garkeden zevâl zamanları da vardır. Bu, siyasetin tabiatında var. Ama sormak gerekir, acaba siyasetin hangi kanunu işledi de Binali Bey’in siyasi prestiji şu birkaç hafta içinde neredeyse dibe vurdu? 

 

Siyaset bir ‘yol arkadaşlığı’nı, bu yolda gerektiğinde bedeller ödemeyi gerektirir, doğrudur. Ama siyaset ‘sâhibu’l fikr ve sâhibu’l rey’ olmayı da gerektirir. Bu ikinci hasleti kaybetmemişseniz seçimleri ya da makamları, mevkîleri kaybetmeniz size zerre itibar kaybettirmez. Hatta bu ikincisi kaybetmemek için birincisini kaybetmek sizi büyütür.

 

Nihayet siyaset biraz da etme bulma dünyasıdır; keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -