Ana SayfaYazarlarAlt tarafı hükümet sistemi, deyip geçmeyelim (2)

Alt tarafı hükümet sistemi, deyip geçmeyelim (2)

 

Serbestiyet’te 2 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan Alt tarafı hükümet sistemi, deyip geçmeyelim! (*) başlıklı yazımda, Prof. Dr. Emre Bağce’nin bir makalesi ve  Parlamenter Sistem mi, Başkanlık mı? isimli kitabından hareketle (**) üç hükümet sisteminin gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk endeksleri bakımından karşılaştırmasını yansıtmaya çalışmıştım. 

 

Bu karşılaştırmanın uluslararası kabul gören bilimsel endeksler ve doğrudan ülkelerin kendisinden alınan teyitli verilere dayandığını belirterek, sistem tartışmasına farklı bir bakış getirebileceğini ifade etmiştim.

 

Değerli arkadaşım Halil Berktay o yazıdan hareketle ard arda dört yazı kaleme alarak, bir yandan benim yazıma dair eleştiri ve düşüncelerini ifade etti; diğer yandan da yönetim sistemlerinin tarihsel ve bölgesel oluşum süreçleriyle ilgili son derece zengin bilgiler verdi.

 

Kamplaşmadan tartışmak mümkün!

 

Siyasetin gündelik zemininde birbirini anlamaktan ve uzlaşmadan uzak, gittikçe sertleşen ve düşmanlaştıran polemik havasına bakınca, iyimser olmak için ortada çok fazla neden olmadığını da görüyorum. Buna karşılık Serbestiyet’te yayınlanan yazıların çoğu sığ bir taraftarlıktan uzak, başkanlık sistemi tartışmalarına genellikle katkı sunan ve olabildiğince serinkanlı değerlendirmeler. Ben de yazdığım yazının böyle bir çerçeve içinde kalması için çaba gösterdim.

 

Halil Berktay söz konusu yazımı ele alırken (mealen) “yöntem yanlışlığına düştüğümü; statik indirgemeciliğe başvurarak süreçlerin analizini göz ardı ettiğimi; sebep sonuç ilişkilerini korrelasyonla karıştırdığımı ve bütün bunların sonucunda da, çok şikayet ettiğim halde başkanlık sistemi konusunun sığ tartışılmasına kendimi kaptırdığımı ifade ederek, ‘başkanlık sistemi her şart altında kötüdür’ gibi nihai bir iddiaya savrulduğumu” yazdı. (***)     

 

Söz konusu yazıyı yazmaktaki amacım basit bir karşıtlıkla başkanlık sisteminin mutlak kötülüğünü ve parlamenter sistemin ise her şart altında ve daima her konuda üstünlüğünü ispatlamaya çalışmak değildi. Referandum dolayısıyla toplumumuzda hakim hale gelmeye başlayan ideolojik ve politik katı taraftarlığın yarattığı sağırlaşma ortamında, sınırlı bir zaman diliminin fotoğrafını verse de, farklı gerçekleri de gösterme gayretiydi.

 

Nitekim,  esinlendiğim Prof. Bağce de kitabında ve makalesinde, yönetim sistemlerine dair ağırlıkla 2014-2015-2016 yıllarına dair endeksler üzerinden sergilediği anlık fotoğraflarla, farklı bakışların da mümkün olabileceğini göstermek amacıyla hareket etmişti. Ben de bu sınırların içinde kalmaya özen göstererek söz konusu bilgileri aktarmaya çalıştım.

 

Birçok çevrenin ifade ettiği gibi, bugün Türkiye’deki haliyle mevcut parlamenter sistemin iyi işlemediğinin ve ciddi sorunlar ürettiğinin farkındayım. Bunun demokrasinin temel ilke ve değerleriyle hiç uyuşmadığı ve haklı olarak ciddi bir toplumsal memnuniyetsizlik yarattığı ortada. Çünkü kimi yapısal kimi konjonktürel sebeplerle sık sık krizlere yuvarlanıyor ve ülkenin ağır yönetim sorunlarıyla yüzyüze gelmesine yol açıyor. Durum böyle olunca,  sorgusuz sualsiz parlamenter sistem yandaşlığı veya başkanlık sistemi karşıtlığı benim tercih edebileceğim bir şey değil.

 

İhtiyacımız kamu yönetimi reformu, ama sandığa götürülen o değil!

 

Türkiye’nin her yönden köklü bir demokratikleşmeye, iyi düşünülmüş ve zamanın ihtiyaçlarına uyarlanmış kapsamlı bir kamu reformuna ihtiyaç olduğunun da farkındayım.

 

Ancak, 16 Nisan Pazar günü “Evet” ya da “Hayır” demek üzere gideceğimiz sandıktan bu sorunlara yanıt veren bir değişim de çıkmayacak. Bunu da ülkenin hakiki sorunlarına karşı ideolojik angajmanları nedeniyle “yabancılaşmış” bir solcu olarak ben değil, milliyetçi-muhafazakar yeni iktidar blokunun referanduma sunduğu anayasa değişikliği söylüyor. Üstelik durumu daha da ağırlaştırması ihtimali dışı görünmüyor. Berktay’ın referanduma sunulan anayasa değişikliği paketi hakkındaki derin kaygıları da bunlara işaret ediyor.    

 

Yazımda ele aldığım endeksler üç sistemi önemli kriterler üzerinden devletlerin bizzat kendilerinden temin edilen resmi bilgiler üzerinden kıyaslıyordu. Bu kıyaslamanın 2016 itibariyle başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sisteme dair sınırlı bir zaman kesitini, (anlık) fotoğrafı yansıttığı doğrudur. Zaten endeksler de ya bir yılı, ya beş yılı, ya da on yıllık zaman dilimlerini değerlendirmeye tabi tutuyor.

 

Böyle bir karşılaştırmanın sistemlerin tarihsel evrimini ve o evrimde görülen sebep-sonuç ilişkilerini anlamaya ve yansıtmaya tek başına yeterli olamayacağını, mutlak kesinlikte bir çıkarımın ise bilimsel bakımdan mümkün olamayacağını tabii ki ben de kabul ediyorum. Çünkü, bu tür endekslerin amacı bu alanda çalışma yapacaklara ve daha uzun dönemli analitik değerlendirmelere sağlam veriler sunmaktır.

 

Dahası, bu ve benzeri konular hakkında kesin kanaat oluşturmak için sadece ve sadece bu tür bir kıyaslamayla hareket etmenin meseleye statik bakmak anlamına geleceği de doğrudur. Hele bu yolla elde edilen sonuçların mutlaklaştırılması ve giderek halkın iradesini küçümseyen ve hattâ gereksiz gören demokrasi dışı elitist savrulmalara gerekçe olabilecek politik çıkarımlara meşruiyet kazandırması da uygun bulunamaz.

 

Fotoğraf anlık birşeyi anlatır, ama bu önemsiz değildir

 

Ancak anlık durumu gözler önüne seren ve meselelere farklı gözle bakma, birçok cepheden değerlendirme imkanı sağlayan bu tür fotoğrafları da göz ardı etmenin doğru olmayacağını hesaba katmak gerekir.

 

Söz konusu yazımın hareket noktası da, anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi tartışmalarına, birçok konuda yaptığımız gibi, sığ bir karşıtlık havasına kendimizi kaptırmadan, “konuya bir de şu açıdan baksak nasıl olur” demekti.    

 

Örneğin, 2016’da açıklanan Pisa Testi’ndeki öğrencilerimizin durumunu gösteren endeks bilgileri belki anlıktı; belki herşeyi açıklayamıyordu ama eğitimimizin ne durumda olduğunu görmemize epey katkıda bulundu.

 

10 Ekim 2016’da Devlet Bahçeli’nin  “Hadi başkanlık sistemini tartışmaya açalım” çıkışından bu yana, anayasa değişikliği ve başkanlık konusunu önemine uygun bir kapsam ve içerikle, kurumlarımızın ve toplumun eşit ve özgür katılımıyla tartışamadık.  Şimdi de işimizi gücümüzü bırakıp anayasa değişikliği gibi bir meseleyi hainler ve vatanseverler kamplaşmasına sığdırmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan herkesin kendi meşrebine göre “Evet” ya da “Hayır” demek, açık ve tartışmasız hakkı iken en başta da devlet yöneticilerin bunu unuttuğunu görüyoruz.

 

İşte böyle bir itiş kakış noktasına gelinmemesi için, tercihlerin olabildiğince sağlıklı değerlendirmeler üzerinden yapılabilmesi için anlık fotograf ya da dönemsel kapsamlı analizler ayrımı yapmaksızın, onların birbirini tamamlayıcı olduğunu görerek, serinkanlı ve bilgilendirici tartışmalara ihtiyacımız olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum.      

Keşke hükümet sistemleri her yönüyle kıyaslanabilseydi…

 

Hiç şüphesiz sadece böyle önemli siyasal tercihlerin söz konusu olduğu dönemlerde değil, her zaman yönetim sistemlerine dair süreç analizlerine, sebep-sonuç ilişkileri üzerinden değerlendirmelerinin yapılmasına ihtiyaç var.

 

Örneğin, çok sayıda ülkenin bağımsızlaşarak BM listesine dahil olduğu son 60-70 yılın, yani İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze uzanan dönemin, demokrasi, hukuk, istikrar,  yoksulluk, gelir dağılımı adaleti, insani yaşam, vb. kriterler açısından parlamenter sistem, başkanlık ve yarı-başkanlık sistemleri çerçevesinde performans kıyaslamaları yapılabilir. Böyle bir karşılaştırmanın da sistem tercihlerinde bulunanlar için son derece değerli bilgiler vereceği, anlayışlarına derinlik kazandıracağı inkar edilemez. Aksini düşünmek elbetteki bilim dışı bir şey olur.

 

Bütün bu tartışmaları da dikkate alarak, bu haftaki yazımda aynı kaynaktan hareketle ilave dört endeks üzerinden hükümet sistemleri kıyaslamasını aktarmaya devam etmek istiyorum.

 

Ah şu istikrarı bir yakalasak!

 

İstikrar konusu bizde genel olarak yürütmenin alanını yasama ve yargı aleyhine genişletme yönündeki istemlerin ve politikaların başta gelen gerekçesi oldu.  Siyasal uzlaşmalara sırtını dönen partiler çoğu kez istikrarı bahane etti. Referanduma sunulması için cumhurbaşkanının imzasını bekleyen son anayasa değişikliği de iktidar çevrelerince ağırlıkla bu tema üzerinden savunuluyor.  Bu nedenle Kırılgan Devletler Endeksi de bize bu yöndeki farklı düşünceleri değerlendirirken, bir döneme dair fotoğrafı çekiyor olsa da eminim epey fikir verebilecektir.

 

Bu endeks Foreign Policy dergisi ve United Nations Foundation (Birleşmiş Milletler Vakfı) işbirliğiyle Barış Fonu (The Fund For Peace) tarafından sayları 12’yi bulan temel siyasi, ekonomik ve sosyal gösterge ve çok sayıda alt gösterge dikkate alınarak hazırlanıyor. Bu çerçevede her yıl 178 ülke  istikrar düzeyleri ve karşı karşıya kaldıkları muhtelif baskılar bağlamında endekste sıralanıyor.

 

Demografik baskı, mülteciler ve göçmenler, gruplar arası huzursuzluklar, insan kaçışı ve beyin göçü gibi konular sosyal göstergeler olarak ele alınıyor.

 

Ekonomik göstergeler arasında eşitsiz ekonomik kalkınma, yoksulluk ve ekonomik gerileme bulunuyor.

 

Devletin meşruiyet durumu, kamu hizmetleri, insan hakları ve hukukun üstünlüğü, güvenlik aygıtı, hizipleşmiş seçkinler ve dış müdahale konuları ise siyasi ve askeri göstergeler bağlamında endekse konu oluyor.

 

Size sonuçlarını aktaracağım İstikrar Endeksi (Kırılgan Devletler Endeksi), bu endekslerin onbirincisi olarak, 2014 yılı verileri üzerinden 2015 yılında yayınlandı.  Bu endekste 178 ülke göstergelerin ortaya çıkardığı puanlar itibariyle sürdürülebilir, kararlı, ikaz ve alarm düzeylerine göre tasnif ediliyor. Bu yönleriyle ele alındığında, hükümet sistemleri çerçevesinde ülkelerin istikrar bakımından durumlarını ölçmek ve onları tasnif etmek mümkün olabilmekte.

 

Kırılgan Devletler Endeksi’nde bulunan 71 parlamenter sistemle yönetilen ülkenin ortalama puanı 55.55 olup, 70.20 olan dünya kırılganlık düzeyinin epey altında yer alıyorlar. Birbirine oldukça yakın ortalamalar veren başkanlık (57 ülke)  ve yarı başkanlık (37 ülke) sistemleri sırasıyla 79.48 ve 80.28 puanlar ile dünya kırılganlık ortalamasının oldukça üzerinde bulunuyorlar.  Yani, parlamenter ülkeler istikrarsızlıktan uzaklık anlamında dünya ortalamasının epey aşağısında bir Kırılganlık Endeksine sahipken, başkanlık ve yarı başkanlıklar bu konuda göreli olarak daha olumsuz bir fotoğraf veriyorlar.

 

Türkiye’ye gelince, istikrar açısından hem parlamenter ülkelerin, hem de dünya ülkelerinin ortalamasından 74.5 puanla negatif yönde ayrışıyor. Parlamenter sisteme sahip ülkeler arasında en kırılgan 20’nci ülke olarak görünüyor.

 

Sağlama yapmak amacıyla sistemlerden seçilen en kırılgan 25’er ülkenin katılımıyla oluşan 75 ülkelik grubun incelenmesinden çıkan sonuçlar da yukarıda belirtilenlere yakın görünüyor. 75 ülke içinde dünya kırılganlık ortalamasından uzak olan 41 ülkenin 20’si parlamenter sistemle yönetiliyor. 12’si yarı başkanlık, kalan 9’u ise başkanlıkla yönetiliyor. En kırılgan ülkeler arasında ağırlıklı olarak başkanlık ve yarı başkanlık ülkeleri yer alıyor.

 

Dünyanın en kırılgan 20 ülkesi arasında parlamenter sistemden 3, yarı başkanlık sisteminden 6 ve başkanlık sisteminden 9 ülke bulunuyor. Diğer iki ülkenin sistemi ise biraz tartışmalı.

 

Sonuç olarak Dünya Kırılganlık Endeksi 2015 yayınına göre parlamenter sistem içinde bulunan en kırılgan 25 ülke “düşük ikaz” ile “yüksek alarm” arasında yer alıyor. Yarı başkanlık sisteminde “İkaz” ve “çok yüksek alarm”, başkanlık sisteminde “ yüksek ikaz” ve “ çok yüksek alarm” seviyelerinde bulunuyorlar.

 

Çok şeyin temeli ekonomik özgürlük                         

                                                                                                         

Değerlendirmede yararlanılan “Ekonomik Özgürlükler Endeksi” 20 yılı aşkın bir zamandan beri yayınlanıyor ve Wall Street Journal ile Heritage Foundation işbirliğiyle hazırlanıyor. Mülkiyet hakları ve girişimciliğe dair muhtelif özgürlük kriterlerini barındırıyor. 2016 yılı için 178 ülkenin ölçümleri ele alınmış.

 

Bu bağlamda hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakkı, yürütme gücü, mali özgürlük, hükümet harcamaları, iş yapma özgürlüğü, emek özgürlüğü, parasal özgürlük, açık pazar, ticaret özgürlüğü ve yatirim özgürlüğü gibi temel özgürlük kriterleri değerlendirmeye konu ediliyor. İnceleme de bu kriterlerin her biri eşit ağırlıkta ele alınmış.

 

Buna göre 178 ülke içinde parlamenter sistemle yönetilen ülkeler 66 ortalama ile dünya ortalamasının üzerindeler. Buna karşılık başkanlık 57 puanla ve yarı başkanlık 59 puanla dünya ortalamasının altında görünüyorlar. Bu çerçevede parlamenter ülkelerin yüzde 71’i, başkanlıkların yüzde 33’ü ve yarı başkanlıkların yüzde 36’sı dünya ortalamasını aşabiliyor.

 

Türkiye ise 62 puanla parlamenter ülkeler ortalamasının altında ama dünya ortalamasının üzerinde bulunuyor. Ancak kademeli seçilen 75 ülkenin ise epey altında yer buluyor.

 

Yine kademeli seçilerek belirlenen 75 ülkeye yönelik değerlendirme yönetimi bu endeks içinde kullanılıyor. Buna göre parlamenter ülkeler 75 puan ortalamasıyla dünya ortalamasının üzerine çıkıyor. Başkanlık ülkelerinin ortalaması ise 64.42 puanda kalıyor. Yarı başkanlığın puanı ise onun da altında 63.63. Bu bağlamda parlamenter ülkelerin tamamı (25) dünya ortalamasının üserinde kalıyor. Başkanlık sistemi ülkelerinden 6’sı, yarı başkanlık ülkelerinden ancak 5’i dünya ortalamasının üzerinde kalabiliyor.  Yani, başkanlık ve yarı başkanlık sistemiyle yönetilen 50 ülkeden ancak 11’i dünya ortalamasının üzerine çıkabiliyor.

 

Demokrasinin terazisi siyasi haklar ve özgürlükler

 

Siyasi haklar ve özgürlükler kriteri için Freedom House’ın  (Özgürlük Evi) “Endişeli Diktatörler, Kararsız Demokrasiler: Küresel Özgürlük Baskı Altında”  alt başlığı ile duyurulan 2016 Dünya Özgürlükler Raporu’daki endeksler esas alınmıştır. Durumları tartışmalı olan Hong Kong, Porto Riko, Kuzey Kıbrıs, Batı Sahra ve Batı Şeria (Filistin) dahil 200 ülkedeki parlamenter, başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri siyasi haklar ve özgürlükler bakımından kıyaslanmıştır.

 

Siyasi Haklar ve Özgürlükler Endeksi’nde dünya ortalaması yüzde 60.35 olarak tesbit edilmiş. Sayısı 86 olan parlamenter sistemle yönetilen ülkelerde siyasi hak ve özgürlükler yüzde 75.97 ortalama ile dünya ortalamasının üzerinde bulunuyor. Toplam 59 ülkenin sistemi olan başkanlık  yüzde 52.73 ile dünya ortalamasının altında bulunuyor. 41 ülkenin tercihi olan yarı başkanlık sistemi ise yüzde 54.15 ortalama ile başkanlığın üzerinde ama dünya ortalamasının altında kalıyor.

 

Türkiye’nin puanı 53’ü gösteriyor ve bu haliyle dünya ortalamasının altında kalırken başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinin arasında kendine yer buluyor.

 

Sonuç olarak parlamenter ülkelerin yüzde 58’i, başkanlık ülkelerinin yüzde 25’i ve yarı başkanlık ülkelerinin de yüzde 17’si siyasi hak ve özgürlükler bakımından dünya ortalamasının üzerinde görünüyor.

 

Yukarıdaki verilerin sağlamasının yapılması amacıyla her sistemden kademeli olarak seçilen 25’er ülkenin (toplam 75 ülke) aynı kriterlerle yapılan kıyaslamasında elde edilen sonuçlar ise şöyle:

 

Parlamenter ülkeler 97.28 puan ile dünya ortalaması olan 82.77’nin epey üzerinde kalıyor. Başkanlık ülkelerinin puanı 79; yarı başkanlıkların ise 72.04 olarak görülüyor.  Bu 75 ülkeden dünya ortalaması üzerinde kalan 43 ülkenin 25’i parlamenter ülke,11’i başkanlık ve 7’si yarı başkanlık ülkesi. 

 

Bu kriterle ilgili değerlendirmeleri sonlandırırken şunları aktarmak isterim: Siyasi haklar ve özgürlükler bakımından parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin durumu daha yüksek bir düzeydeyken, başkanlık ve yarı başkanlık sistemleri epey aşağılarda kalıyor. 200 ülkeyi değerlendiren bu endeks söz konusu hükümet sistemlerinde siyasi hak ve özgürlükler kriteri açısından ciddi farklar olduğunu gösteriyor.

 

Turnusol olarak İnsani Gelişme Endeksi

 

Bilindiği gibi, bu endeks BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından her yıl hazırlanıyor ve dünyaya duyuruluyor. İlk kez 1990 yılında kullanılmaya başlandı. Kapsamında kriter olarak sağlık, gelir ve eğitim konuları var. Bu bağlamda yaşam beklentisi; kişi başı Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) ve okullaşma oranı ile ortalama eğitim süresi üzerinden hesaplamalar yapılıyor. Değerlendirmeye konu olan 2015 yılı raporunda 188 ülke yer alıyor.

 

Buna göre 188 ülke içinde parlamenter sistemle yönetilen 80 ülke 0.771 ortalama ile insani gelişme bakımından en üstte yer alıyor. 58 ülke ile başkanlık ülkelerinin ortalaması 0.628 ve 39 ülke ile yarı başkanlık sistemlerinin ortalaması 0.631 olup, 0.692 puan olan dünya ortalamasının epey altında yer alıyorlar. Özet olarak parlamenter ülkelerin yüzde 79’u insani gelişme bakımından dünya ortalamasının üzerinde bulunurken,  onu başkanlık ülkeleri yüzde 44 ve yarı başkanlık ülkeleri yüzde 36 ile epey gerilerden takip ediyor.

 

Türkiye ise 0.761 puanla dünya ortalamasının oldukça üzerinde bulunuyor. Yani mevcut haliyle Türkiye aşağıda ayrıntıları verilen 75 ülke dünya ortalamasının altında ve başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere yakın bir seviyede görülüyor.

 

Kademeli 75 ülke değerlendirmesi de insani gelişme bakımından yukarıdakisonuçları aşağı yukarı teyit eder nitelikte görünüyor. Buna göre 75 ülke içindeki parlamenter ülkeler 0.902 puan ile 75 ülkenin dünya ortalaması olan 0.800 puanın oldukça yukarısında bulunuyor.  Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkeler 0.732 puanla, yarı başkanlık ülkeleri de 0.766 ortalama puanla dünya ortalamasının bir hayli altında kalıyor. Bu bağlamda ortalamanın üzerinde bulunan 34 ülkenin 25’i parlamenter sistemle yönetiliyor. Yani, 75 içindeki parlamenter ülkelerin tümü dünya ortalamasının üzerinde yer alıyor. Yalnızca geriye kalan 9 ülke başkanlık ve yarı başkanlık sistemiyle yönetilenlerden olup, insani gelişme endeksinde dünya ortalamasının üzerinde kendine yer bulabiliyor.

 

Bitirirken…

 

Prof.Dr. Emre Bağce’nin sistem tartışmalarına farklı yönlerden de bakabilmemize katkı sunan araştırmasından aktarımlarımı burada noktalarken, ele almadığım endeksleri de hatırlatmak istiyorum.

 

Basın özgürlüğü, iyi ülke, sağlık çalışanı sıralaması, küresel barış, yürütmenin sınırlandırılması, yetişkin ölümleri, işsizlik, mutluluk sıralaması, sağlıklı yaşam beklentisi, tutuklu ve mahkum oranları, hukukun üstünlüğü, demokrasi, yolsuzluk algısı endeksleri.

 

Bunların bize gösterdikleri sınırlı bir zamana dair durumlar olsa da, nasıl bir ülkede yaşamak istediğimize dair tahayyülümüzü geliştireceğine kuvvetle inanıyorum. Yeter ki kutuplaştırıcı partizanlığın dar alanında top çevirmeye mahkum olmayalım. 

 

(*) Atilla Aytemur, “Alt tarafı hükümet sistemi, deyip geçmeyelim!”, Serbestiyet, 2 Şubat 2017

(**) Prof. Dr. H. Emre Bağce, Parlamenter sistem mi, başkanlık mı?, Gonca Yayınevi, İstanbul, Mayıs 2016

Prof. Dr. H. Emre Bağce,Parlamenter ve Başkanlık Sistemiyle Yönetilen Ülkelerde Gelir Dağılım Eşitsizliği ve Yoksulluk”, İnsan ve İnsan, Yıl 4, Sayı 11, Kış 2017,www. İnsanveinsan.org

(***) Halil Berktay, ”Ara nağme (intermezzo): başkanlık tartışmasının neresindeyim?” , Serbestiyet, 2 Şubat 2017; “Ara nağme (intermezzo): Atilla Aytemur’un korrelasyon ile sebep-sonuç ilişkisini karıştırması” aynı yerde;  3 Şubat 2017;” Ara nağme (3) geçmiş çağlarda ölçek ve güçlü yürütme ihtiyacı”, aynı yerde,  5 Şubat 2017;”(4) Avrupa’da demokrasi arayışı neden parlamenter sisteme kanalize oldu?”, aynı yerde, 6 Şubat 2017

 

- Advertisment -