Bazı sağcı ve İslamcı aydınlar da kapitalizmi ‘şeytan’ veya ‘şeytanî bir şey’ olarak görmekte, ama kapitalizmi asıl şeytanlaştıranlar ve onun yok edilmesiyle yeryüzü cennetinin kurulacağına inananlar sosyalistler. Sıradan bir-iki örnek vereyim. Bir ara artık yayınlanmayan Radikal adlı gazetede sinema yazıları kaleme almakta olan senarist Ercan Kesal Film Arası Dergisi’nin düzenlediği bir söyleşide şöyle demişti: “Kapitalizmin içindeki hiçbir şey saf değildir. Şeytan düzenidir kapitalizm. Kültür alınır satılır bir şey olmamalıdır. Bir filmin çekilebilmesi için ihtiyaç duyulan son şey paradır…” Aynı gazetede televizyon programları hakkında yorumlar kaleme alan (şimdi Cumhuriyet’te köşe yazıları yazan) Tayfun Atay ise: “Kapitalizmi tarihe gömmedikçe yoksulluk tarih olmaz…” iddiasındaydı.
Şeytanı insanın hatalarının sorumlusu olarak görmek inananları nasıl rahatlatıyorsa her türlü beşerî problemden kapitalizmi sorumlu tutmak da anti-kapitalist aydınları rahatlatıyor. Onları ‘Batsın bu kapitalizm, bitsin bu kâbus’ rahatlığına ulaştırıyor. Bu sığ ve toptancı bakış (daha doğrusu dünyaya gözünü kapatış) tecrübeyi, bilgiyi ve aklı çöpe atıyor. İnançlar, korkular, hurafeler üzerinden zihinleri ele geçiriyor. Böylece bilgilerinin ve analiz kabiliyetlerinin yetersizliği her yanlarından fışkıran bazı tipler kadim beşerî problemleri hemen çözecek, fakirliğin köküne kibrit suyu ekecek, her türlü eşitsizlik ve adâletsizliği ebediyen ortadan kaldıracak, insanlığı yeryüzünde cennete ulaştıracak büyülü çözüm önerileri geliştiriyor.
Kapitalizm eleştirilerinde kullanılan yöntem çoğu zaman hem düşünme hem bilimsel araştırma mantığına aykırı. Meselâ, “Afrika’da 1 milyar insanın içme suyu yok, AB’de kapitalist düzen var” derseniz, popüler anti-kapitalist kültür içinde yaşayan ortalama aydınlar bundan Afrika’daki su kıtlığının-yokluğunun sebebinin – AB’nin ne kadar kapitalist olduğu bir yana- AB olduğu sonucunu çıkarır. Oysa iki şeyin aynı yerde ve zamanda var olması aralarında bir sebep-sonuç ilişkisi bulunduğunu göstermez. İspatlanmadıkça böyle bir nedensellik ilişkisinin var olduğu kabul edilemez ve bu yüzden bu hayalî nedensellik üzerine bina edilen her yorum saçma, anlamsız olur.
Bir kere daha yazayım; liberal kapitalizm fakirliğin kaynağı değil ilacı. Fakirlik kapitalizmin doğmasıyla doğmadı, zaten vardı, yüzyıllar, bin yıllar boyunca adeta insanın kaderiydi. Kapitalizm fakirliği yer yer tamamen çözdü, yer yer geriletti. 1800’de dünya nüfusunun % 80’i ( 2000 yılı Amerikan dolarıyla) günde bir dolardan az gelirle yaşıyordu; şimdi bu oran % 15’in altında. Bugün ortalama bir insan 1800’deki insandan yaklaşık 30 kat daha varlıklı. Son yirmi yılda iki milyara yakın insan fakirlikten çıktı. Bu nasıl oldu? Kapitalizm sayesinde. Dolayısıyla, fakirliğin çözümü daha az değil daha çok kapitalizmden geçiyor. Buna karşılık, devletçi ekonomik modeller, meselâ sosyalist planlamalı ekonomiler, toplumları açlığa, sefalete sürüklüyor.
‘Sanatçıyım’ diye böbürlenenlerin çoğu da kapitalizm karşıtı. Bu düşmanlığın son meyvesi komedyen Cem Yılmaz’ın filmindeki bazı mesajlarda tezahür etti. Oysa, serbest piyasa kapitalizmi sanatın ve sanatçının asıl dostu. Kapitalizm, yarattığı zenginlikle geçmişte çoğu zaman ya aç gezen ya da asillerin ve kralların ianesine bağımlı olan sanatçıları, eserleriyle hayatlarını kazanmaya muktedir hâle getirdi, daha mutlu ve onurlu bir hayat sürme imkânına kavuşturdu. Sanat ürünlerini ticarileştirerek hem sanatçıların eserleriyle ulaşabildikleri insanların sayısını artırdı hem de sanatı imtiyazlı sınıfların özel tüketim alanı olmaktan çıkartıp sıradan insanlar tarafından ulaşılabilir kıldı. Aklı başında bir sanatçının, kapitalizme, küfretmek bir yana, müteşekkir olması gerekir.
Solcu ve sağcı devletçi aydınlar niçin kapitalizmden nefret ediyor? Birkaç gözlemim, tespitim var bu konuda. İlk olarak, kapitalizmin ne olduğunu da, özelliklerini de bilmiyorlar, çünkü onu gözlemlemeyi beceremedikleri gibi kitabî bilgilerini de sadece anti-kapitalist yazarlardan alıyorlar. Sorsam kendilerine, bir tek kapitalist yazar okumadıkları ortaya çıkar. Sıradan insanların niye yaptıkları şeyi yaptıklarını, yani kapitalist davranış kodları içinde olduklarını da anlayamıyorlar. Zaten asıl çabaları anlamaya çalışmak değil yargılamak, hatta yargılamadan infaz etmek. İkinci olarak, toplumsal düzenin ortaya çıkışında aklın yerini ve sınırlarını kavrayamıyorlar. Aklı, özellikle kendi akıllarını fazla önemsiyorlar. Herkesin akıl sahibi olduğunu unutup âleme akıl vermeye kalkışıyorlar. Başka bir deyişle aklı da kendilerini de abartıyorlar. Sırf akla dayanarak mükemmel bir toplumsal düzen kurulabileceğini ve bunu da yalnızca kendilerinin yapabileceğini zannediyorlar.
Kapitalizmi şeytan sananlar daha sağlam, gerçekle tutarlı ve mantıklı bir görüş oluşturabilmek için önyargılarını bir tarafa bırakmalı ve bilgi kaynaklarını çeşitlendirmeli. Başka bir deyişle, kapalı zihinli olmaktan kurtulup açık zihinli bireyler hâline gelmeye çalışmalı.