Mustafa Kemal bütün ordu komutanlarını Akşehir’e davet eden telgraflar çektirtti ve ordu güçleri arasında oynanacak futbol karşılaşmalarına davet etti. Düşman bastırmakta, istihbarat yabancıların elinde oyuncak gibi oynanmaktaydı. Komutanlar 1922 Haziranı’nda maçların yapılacağı ‘saha’da kendileri için yapılan tribünde yerlerini aldılar. Mustafa Kemal‘le komutanlar Topçu Birliği’nden sağ açık Raif kaleye akındayken aralarında bir rakam bağladılar; ‘’30 Ağustos!’’ Ve maçı bitirmeden kalktılar. 30 Ağustos 1922’nin bağıtı yani ‘’son kalkışma’’ bir futbol maçında bir karara bağlandı. E tabii ki ‘’futbola yatıp kalkan bir milletiz’’lafı boşa söylenmedi…
1960’lar… Cemal Süreya dostu Mehmet Fuat’ın yayınevinin kapısını neşeyle açar ve elindeki zarftan daktiloyla yazılmış kağıtlar çıkarır masanın üzerine atar ve der ki; ‘’Bu şiirlere bir bak. Beğeneceksin. Yazarı istidatlı bir çocuk. Basalım bunları kitap olarak!’’ Mehmet Fuat dostunun ikinci ziyaretinde lafı daha önce getirip incelemesi için bıraktığı şiir dosyasına getirir ve kitabı basamayacağını çalışmayı çok da ‘tutmadığını’ anlatır. Cemal Süreya geri çekilmez ama Mehmet Fuat hemen bir öneri atar ortaya; ‘’Ben kaleye geçeceğim eğer üç penaltıyı da gole çevirirsen bu kitabı basarım.’’ Paçaları sıyırır ama vurduğu üç top da dağlara taşlara gidecektir. Yani şiir kitabı umudu bir başka bahara kalacaktır ‘istidatlı adam’ın. Sonradan Mehmet Fuat pişman olmuş mudur bilinmez ama Cemal Süreya ilk karşılaştığında Mehmet Fuat’a; ‘’Ben sana demedim mi Memet!!’ demiştir mutlaka; gülümseyerek. Kitabın sade düzenlemesinin zemini üzerinde şunlar yazmaktadır; ‘’Hasretinden Prangalar Eskittim/Ahmed Arif’’… Cemal Süreya bildiğimiz usta Cemal Süreya. Soyadının bir harfini girdiği iddia üzerine terk eden diğeri de Mehmet Fuat; Edebiyat eleştirisi yazıları ile tanınan edebiyat adamı ve voleybola katkıları ile tanınan Mehmet Fuat. Altınyurt Voleybol Takımında antrenörlük yapıp amatör takımın deplasmanlı lige yükselmesini sağlayan Mehmet Fuat. 1960’da De Yayınevi’ni kuran. Yeni Dergi adlı edebiyat dergisini çıkaran, Nazım Hikmet’in hayatı ve eserleri hakkında eserler veren. Nazım Hikmet'in üvey oğlu; ünlü şairin şiirlerinde “Oğlum Memet” diye seslenerek dünyaya tanıttığı kişi. Ey meşin yuvarlak sen nelere kadirsin.
Yetmez; Orhan Kemal bir anı kitabında şöyle yazar: “… Bursa hapishanesinin bahçesi futbol için adam akıllı müsaitti. Bizden evvel de zaten adetmiş, oynarlarmış. Başgardiyanın gönlü edilip, top oynamaya izin koparıldığı ikindi üzerleri, iki takım halinde bahçeye inerdik…(Ben) okulu futbola değişecek kadar bu işin tiryakisiydim. Uzatmayalım, günün birinde aramıza uzun boylu, sarı saçları kıvır kıvır, kırk yaşlarında, mavi gözlü bir de şair karıştı… Hem de takımın en zor yerinde oynuyordu: Ortahaf!… Şiirdeki kadar usta, yahut nefesli olmadığı için, onu ve ona dayanan defansı kolaylıkla geçer, onu çıldırtırdık. Öyle sinirlenirdi ki… Kurşuni kasketinin siperini hırsla geriye çevirir, santrafora geçer, beklere (savunma oyuncularına), haflara (kanat oyuncularına) çıkışır, oyuncuların yerlerini değiştirirdi ama, oyun başladıktan az sonra her şeye rağmen… İnerdik kalelerine ve… GOOOOL! İfrit olurdu… Kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan sarı kaşları… Hele çalım yapar yutturursak öyle içerlerdi ki, sahada bir faul kralı kesilir, elle, kolla, tekmeyle girişirdi. Bir gün esaslı bir tekmesini yemiştim, hani laf aramızda, çok nefis bir tekmeydi…”
FUTBOL ŞİİRİ
Orhan Kemal’in ‘’kıpkırmızı yüzü, masmavi gözleri ve yüzünün kırmızılığında kaybolan sarı kaşları…’’diye tanımladığı ‘sert rakip’ Nazım Hikmet’ttir ki ‘’büyük usta’’ futbola düşkünlüğünü şöyle kanıtlar; ‘’Futbolda eski kurdum. / Fenerbahçenin forvetleri mahallede kaydırak oynıyan birer piç kurusuyken ben en ağır hafbekleri yere vururdum. / Fulbolda eski kurdum. / Santırdan alınca pası çakarım Hooooooooooooooooooooooooop! 5 numro top açık ağzından girer golkipin karnına. / Bana mahsustur bu vuruş futbol potinlerim kurşunkalemimden öğrendi bu zanaatı! O kurşunkalemim ki 9 deliğinizden vücudunuza her tıktığı mısra işkembenizde taş. / Şairiz be, şairiz dedik ya be arkadaş…’’ Yetmez; 1937’de ‘’Ben’ ‘Adsız’’ ‘’Yazıcı’’ mahlas isimleriyle futbol yazıları yazar; “… Günlerden bir gün, beni bir futbol maçına getirdiler. İlk gidişim! Orta, karşılıklı on birerden yirmi iki kişi çıktı. Bir de ikide bir düdük çalan bir adamcağızla elleri bayraklı iki üç kişi daha…’’ diye giriş cümlelerini ‘’döktürdüğü’’ bir Fenerbahçe-Galatasaray karşılaşmasıdır ve yer; Taksim Stadı’dır. Yani bugünkü ‘’Gezi Parkı’’nın olduğu yer. Yani Gezi Parkı’na bizden ilk Nazım teşrif etmiştir. ‘’Her şey iki ağacın kesilmesiyle başladı!’’ serzenişinin bir nedeni de bugünleri görmüş olmasındandır belki…
Aynı Orhan Kemal İstanbul’dan cebinde bir tavsiye mektubuyla Fenerbahçe’ye yollanmış ama dönemin yöneticileri tarafından geri çevrilmiş ve doğrudan hayatın içine evrilmiş. İşte o romanların zeminindeki kelime deplasmanı, cümle paslaşmaları kurgu zenginliği futboldan gelmektedir. Bu arada Adana Mensucat Spor’daki takım arkadaşı İlhan Selçuk’un yıllar sonra dergicilik piyasasının en tanınmış isimlerinden biri olacağını ve kendisinin gidip Selçuk’tan ‘yazarlık’ talep edeceğini o yıllarda biri Orhan Kemal’e söylese kim inanırdı ki? E söz ettiğimiz yer Adana. Bereketli Topraklar Üzerinde’yiz… -Yıllar yıllar sonra bir masanın etrafında toplanmış olan yazar çizer kadrosunda misafir edilen Yaşar Kemal’in bana; ‘’Allahsız Sait’le Rüzgarın oğlu Zeynel’i yazmazsan iki elim yakandadır’’deyişini de bir kenara not edelim… Aaah Adana…-
Orhan Selim mahlasıyla yazdığı yazısından alıntılamaya devam edelim Nazım’ın; ‘“Bu işin birçok tarafları hoşuma gitmedi, desem yalan söylemiş olurum. Muayyen bir manada, demokrasiyi anlamak isteyenler Taksim Stadyumu’na gitsinler. Ben kendi payıma güzel ve berrak ve heyecanlı bir iki saat geçirdim, orada.” Demokrasiyi anlamak isteyenlerin ilk uğrağı Taksim olsun. Tavsiye büyük yerden.
Buraya kadar edebiyat futbola deplasmana gitmiş… Peki futbol edebiyata pas atarsa? İşte Metin Oktay’ımız… 1970’lerde yıldızı sönümlenecek ama anılarımızdaki yeri hep parlayacak o Taçsız Kral futbolu bırakırken yaptığı basın toplantısında Jack London’ın Beyaz Diş adlı eserine nazire yapacaktır; ‘’hep önündekini yaralayıp bitirmek isteyen kurtlar gibi birbirimize saldıracağımıza kızağı birlikte çekmeyi düşünemez miyiz?’’ Kral’ın Denizlerin idamına karşı çıkmak için imza toplayıp meclise giden kervana katıldığını da notlarımız arasına iliştirelim. Kral adamdı Metin. Cemal Süreya onun için yazdığı şiirde ne kadar içerden olduğunu göstermişti bize; ‘’Ensesiyle bile top alır. Baldırıyla, oyluğuyla, hatta bademciğiyle.’’ Ve eklemişti; ‘’Metin Oktay jimnastikçi. Lefter sanatçı. / Metin’de destan, Lefter’de roman./Ver Lefet’e yaz deftere…’’
DIŞ SAHALAR
‘’Ahlaka dair ne biliyorsam futboldan öğrendim!’’ demişti Albert Camus… ‘’Kaleci; O yalnız kartal, esrarengiz adam, son kurtarıcıdır. Kalenin önünde, parmaklarının ucuyla bir saldırıyı yıldırım gibi defetmek için gösterişli bir dalış yaptığında, bu anı yakalamak isteyen fotoğrafçılar saygıyla diz çöker…’’dizelerinin sahibi kendisi de geçmişte hep bir kaleci olmak isteyen Vladimir Nabokov’dur.
Nobel Edebiyat Ödüllü Galeano’nun ‘’ Gölgede ve Güneşte Futbol’’ adlı kitabı da başucumuzda durur bizim… 1978’de Dünya Şampiyonu olan Arjantin Milli Takımı’nın kaptanı Valdano’ya kulak verelim; ‘’ Yaratıcı futbol soldur; saf güce, sahtekarlığa ve şiddete dayanan futbol ise sağ!’
Valdano’dan Nazım’a şık bir uzun pas…
Mevzuuyu çok eskilere Homeros’a götürmek mümkün; ‘’…usta Polibus'un eseri olan güzel parlak topu iki elleriyle birden kavradılar; biri geriye doğru devrilerek topu karanlık bulutlara fırlatıyor; diğeri havaya sıçrayarak onu uçarken yakalıyordu…’’
Olayı dar alanda kısa paslaşmalara çevirirsek; Shakespeare Yanlışlıklar Komedisi’nde; ‘’Beni futbol topu mu sandınız bir o yana bir bu yana tekmeliyorsunuz? Bu görevim sürecekse beni deriyle kaplamanız gerekecek!’’ diyerek meşin yuvarlağın hazin öyküsüne gönderme yapar. George Orwell’a uzanalım mı?; ‘’ Dünyada zaten yeterince gerçek çatışma nedeni var: Genç insanları çılgına dönmüş seyircilerin ulumaları arasında birbirlerinin dizlerine tekme atmaya teşvik ederek bunları daha da arttırmaya hiç ihtiyacımız yok.’’ Biraz sinirlenmiş usta yazar.
İÇ SAHA
İç sahada durum ne peki; Önce Can Kozanoğlu topu ortaya yuvarladı ardından eli kalem tutanlar sahaya indiler. Tanıl Bora’nın içinde Ahmet Çiğdem (Öğretim Üyesi), Mehmet Demirkol (Yazar), Gaye Boralıoğlu (Senarist), Akif Kurtuluş, (Şair) Bağış Erten, (Editör) Mustafa Görkem Doğan, (Öğretim Üyesi) Özgür Teoman, (Öğretim Üyesi) Hakan Dilek, (Ressam) Ümit Kıvanç, (Grakfiker, editör) Ferruh Uztuğ, (Öğretim Üyesi) Serkan Seymen, (Yazar) Murat Toklucu, (Yazar) Eda Çevik,(Yazar) Yiğiter Uluğ, (Yazar) Murat Gültekingil, (Editör) Yetvart Danzikyan, (Haber Müdürü) İmran Ayata, (Yazar) gibi isimlerin yer aldığı ‘’Takımdan Ayrı Düzkoşu’’ futbol güzellemeleriyle doluydu.
İnsana ait hiçbir şeye yabancı değildik. Meşin Yuvarlak aramızda dolaşırken topa girmeden duramazdık. İşte Homeroslu, Shakespeareli, Galeanolu, Yaşar Kemalli, Cemal Süreyalı, Orhan Kemalli Ahmet Arifli bir takım…
Yazımızın başına dönelim. İşte Mustafa Kemal’in komuta ettiği üst kademenin maç izlediği tribünün adı o gün bu gün ‘’Şeref Tribünü’’ olarak anılmaktadır.
Şimdi hepsi ömrümüzün ‘’Şeref Tribünü’’nde…
Yani Haziran’da-3 Haziran 1963/2 Haziran 1970/Orhan Kemal-2 Haziran 1991 Ahmed Arif- yitirdiğimiz ustalara selam ve saygıyla…