Halil Berktay
Hak yerini buldu
Oynak bir seçmen kesimi, AKP’nin iktidar olamamasının barış ve istikrar açısından ne ağır sonuçları olabileceğini, zira muhalefetin yıkıcılık dışında hiçbir şey vaat etmediğini, şu beş ay boyunca kendi tecrübesiyle görüp anladı.
Klişeler: BTÖ, soykırım, sözde soykırım
Fakat asıl sorun tabii slogancılık, kalıpyargıcılık ve klişecilikte. Düşünce işte böyle daraltılır, cendereye alınır, çok kısıtlı mecralara hapsedilir. Yunus Emrem sen bu sözü / Eğri büğrü söyleme / Yoksa bir Molla Kasım çıkar / Seni sigaya çeker. Tahir Elçi illâ “terör örgütü” demediği için; ben de kâh “soykırım” dediğim için kâh demediğim için,bu ülkenin nice Molla Kasımlarınca daha çok sigaya çekiliriz.
Demokrasi ve meşruiyet için
Türkiye realitesi, AKP karşıtı cephenin göstermeye çalıştığının tam tersi. Aka kara, karaya ak diyorlar. Oysa asıl demokrasi düşmanı onlar. Yeni Şafak gazetesinin “Başka Türkiye Yok” kampanyasına, 17 Ekim Cumartesi günü bunu anlatmaya çalışan bir metinler cevap verdim. Biraz fazla uzundu. Karşılıklı yazışmalarla, daha kısa bir özet üzerinde anlaştık. 20 Ekim Salı günü “Kaos tasavvuruna karşı el ele” başlığıyla çıktı. Orijinal halini, gene orijinal başlığıyla, burada sunuyorum.
Yeni mandacılık
Seçimlere on gün kala, içeriden-dışarıdan bir bildiri bombardımanı başgösterdi. Aynı yerden çıkmışa benzeyen iki metinden ilkinde, özel olarak cumhurbaşkanı gayrimeşru ilân ve dış dünyaya şikâyet ediliyor; bu gerekçeyle (Merkel gibi) yabancı liderlerin gelip Erdoğan’la konuşmasına karşı çıkılıyordu. 20 Ekim Salı günü Star Sanat’tan arayp bu konudaki görüşümü sordular. Yazıp yolladım; 21 Ekim’de, biraz daha röportaj havasına sokulmuş olarak yayınlandı. Tutun ki bu da söz konusu dezenformasyona karşı benim manifestom. Orijinal şeklini aşağıda sunuyorum.
Neden olamaz?
“Pearl Harbor’ı biz bombalayalım, milyarlarca dolarlık zırhlıları batıralım, (çok zayıf düşmek pahasına) Pasifik filomuz diye bir şey bırakmayalım, birkaç bin askerimizi de öldürelim, yeter ki Amerikan kamuoyu galeyana gelsin ve sonunda Japonya’ya karşı savaş açabilelim” emrini Roosevelt kime ve nasıl vermiş, nasıl uygulatmış olabilir?
Ahlâksız Teklif (Indecent Proposal)
Selâhattin Demirtaş da kendini iki ayrı kadını, pardon iki ayrı dünyayı birden idare edebileceği illüzyonuna kaptırmış olduğundan, şimdi hayatın kayalarına toslamaya çok yakın ve yatkın gözüküyor.
Bir felâkete sürükleniyoruz
Siz daha sürdürün, sapına kadar çatışmacı kültürlerinizi. “Tek yol”culuğunuzu. “Ne pahasına olursa olsun”culuğunuzu. “Uzlaşmaz” ve “tâvizsiz”liğinizi. “Ya hep ya hiç”çiliğinizi. Dünya batsın. Türkiye batsın. Yeter ki geri adım atmayın. Yiğitliğe leke sürülmesin.
Ara yüz, ancak böyle böyle olacak
AKP’nin kendini yenileyip giderek genişleyen, ferahlayan, ülke çapında tansiyonu düşüren bir yolda ilerleyebilmesi, 1925-27 Kemalistlerini çağrıştıran “sağlam irade”ci Jakobenlerinin değil, normalleşme, bütün kesimlerle konuşabillme ve koalisyon(lar) kurabilme yanlısı Jirondenlerinin başarısına bağlı.
Çifte standarda sıfır tolerans (3) Hürriyet ve Ahmet Hakan saldırıları üzerine
Sadece ve sadece kuyruğu dik tutmaya indirgenmiş bir siyaset anlayışı, demokrasinin olmazsa olması olan ara zeminin korunmasına nasıl katkıda bulunabilir? Tırmanış ve kutuplaşma, kaybedecek bir şeyi olmayan muhalefetten çok, kaybedecek çok şeyi olan hükümetin aleyhine. Çünkü AKP Türkiye’yi demokrasi içinde yönetmeye çalışırken, muhalefetin bir kesimi Türkiye’yi yönettirmemeye; yönetilemediği için de ya şimdiden diktatörlüğe dönüşmüş veya diktatörlüğe gidiyor gibi göstermeye çalışıyor.
Nefes nefese
Dolayısıyla yapacak (seçimleri boykot edecek) ve üstelik, akıl - mantık - iz’an - insaf - idrak hilâfına bir kere daha Erdoğan’a yıkacak; iki aydır sürdürdükleri “Erdoğan daha fazla oy alabilmek için bu savaşı çıkardı”nın üzerine, şimdi de “Erdoğan iç savaş çıkarmak için seçimleri yaptırmadı”yı ekleyecekler. PKK’nın yaptıklarına namussuzluk dedim; buna hiç olmazsa ahlâksızlık ve karaktersizlik demeyeyim mi?
Çifte standarda sıfır tolerans (2) Yenikapı tartışmaları
Şimdi ben acaba “iç” miyim “dış” mıyım; “ yerel ve yerli” miyim küresel-evrensel miyim; “millî” miyim, “kökü dışarıda” alafranga solcu züppenin teki miyim? Bana sorarsanız, ne biri ne diğeriyim; hepsinin bir karışımıyım. Hem Türkiyeli hem dünyalıyım; yerine göre milliyetçiliğe ve yerelin mağduriyete sığınan darlığına, yerine göre evrenselin mütehakkim dayatmacılığına, emperyalizme ve Batı-merkezciliğe karşı çıkıyorum.
Çifte standarda sıfır tolerans (1) Geçmişte yazdıklarım
İlkesel düzeyde, daha ne diyeyim? Fakat galiba meseleler böyle genel ve soyut biçimde ifade edilince görünüşte anlaşmak kolay oluyor, ya da kimse üzerine almayabiliyor da, eleştirinin ucunun birazcık sivriltilmesi sertlik ve militanlığa yol açıyor.
Ne kültü benzersiz, ne heykelleri (ve ne de kendisi)
Bütün tarihsel olay ve süreçlerin hem bir genelliği, bir “cins”e (genus) aidiyeti, hem de bir özgüllük ve tikelliği, bir “tür” (species) oluşturması söz konusudur. Ciddi ve titiz bir komparatif tarihçilik, işin her iki yanının da hakkını verir; ne her şeyi tamamen aynılığa indirger, ne de tümüyle farklı kılar.
Sabah’taki röportaj: “PKK, HDP’nin seçime girmesini istemiyor”
İsa Tatlıcan’la 8 Eylül Salı günü konuştuk. Bant çözümlerini yolladı; ben üzerinden gittim ve tabii sonuç kısalması değil uzaması oldu. Bugün, yani 14 Eylül...
Türkiye, 12 Eylül’e nasıl sürüklendi
En vahimi, solun ezici çoğunluğu “burjuva demokrasisi”ni horlamada birleşti. Toplumu bir arada tutmaya çalışmak diye bir duyarlılığı hemen hiç olmadı. Her durumda “sınıf mücadelesi”ni sonsuza dek keskinleştirmek gerektiği anlayışıyla hareket etti. Batsın bu dünya, yıkılsın bu düzen derken, kendisinin de neyin altında kalabileceğini aklına getirmedi.
İzmir’de bir ev, bir aile ve 6 Eylül 1955
6-7 Eylül de beni ve bizi Akdeniz Apartımanı’nda buldu. 6 Eylül babamın doğum günüydü (şu geçtiğimiz Pazar yani; yaşasaydı 94 olacaktı).
Şimdi Erdoğan mı sevinsin, Kılıçdaroğlu mu kahrolsun?
İtalya ve Hollanda galibiyetleri, tırmanıcı sosyal bilimcilerimizce değerlendirilmeyi bekliyor. Bu arada, Tabipler Odası, İHD ve aydınlar da birer bildiri hazırlamaktaymış.
Hooligan’laşma süreci
Sırf sosyal medya düzeyinde, facebook ve twitter’da seyreden daha tonla marjinal kapışma var ki, anti-AKP kesimde bir yığın küçük, haris, kifayetsiz tipin dişlerini gösterip hırlayacak, fırsat bulursa ısıracak yer aradığını; kavgasız, küfürsüz, sataşmasız yaşayamadığını düşündürüyor. Bu süper-agresif mantalite, günümüz Türkiye’sinde faşizmden izler aranacaksa asıl nerede aranması gerektiği konusunda bazı ipuçları sunmakta.
Bu ‘özerklik’ o özerklik; bu ‘özyönetim’ o özyönetim mi?
Böyle terim ve kavramların Batı/Avrupa düşüncesi ve uygulamasındaki, hattâ Türkiye siyasetindeki konumu ve anlamı ile PKK’nın bunları nereye oturtup ne için kullanmaya kalkıştığı çok farklı olabiliyor.
Kaçınılmaz bir çatlağın aleniyet kazanması
Demirtaşlar ile Bayık ve Kalkanlar arasındaki ayrılık derinleşirse, aydınları ve ergenleriyle Türk solculuğu ne yapacak? Ayaklanmacılığı, devirmeciliği, teorik “silâhlı mücadele” yanlılığı, “bizim yapamadığımızı bari bu Kürtler yapsın”cılığı içinde, PKK’ya mı yatacak? Demokratlıklarını biraz olsun hatırlayarak, barış “AKP’yi rahatlatacak” da olsa savaşa karşı barışa, silâha karşı politikaya, PKK’ya karşı HDP’ye mi sahip çıkacak?
Muhalefet seçimi boykota meyledebilir mi?
Öncelikle AKP’ye karşı düşmanlıkları içinde muhalefet partileri, “oynamam ve oynattırmam” çocuksuluklarını, AKP’yi “anti-demokratik” gösterme çabasının ulaşılabilecek en son noktası olarak seçimi boykota dahi götürürler ve PKK’nın savaşına boykot yoluyla destek verme çukuruna yuvarlanırlarsa, ne olur bu işin sonu?
Dengir Mir Fırat’ın mektubu
Kimin sesi? Bütün HDP için mi konuşuyor, bir bölümü için mi? İster HDP’nin tamamı, ister bir kesimi adına, hükümete “bize tekrar bir fırsat tanıyın ve bizimle konuşmaya başlayın” tarzı bir fısıltı var mı bu metinde? Herhalde o ezelî ve ebedi “aptal iyimser” kimliğimle, hâlâ olumlu bir şeyler görmeye çalışıyorum, Türkiye’nin en yalancı siyaseti olduğu açıklık kazandığı halde, şu Kürt hareketi ve hiç olmazsa legal partisinde.
Aman ne hoş, ne güzelmiş BBC gibi yalan söyleyebilmek
Son tahlilde, çatışmasızlık durumunun nasıl, ne zaman, hangi gerekçeyle ve kim tarafından sona erdirildiğine, koskoca BBC nasıl da bigâne kalabilir veya doğru teşhis koymayabilir? Sadece PKK görüşünü aktarıp Türkiye hükümetinin pozisyonuna en azından bir atıfta bulunmamayı nasıl açıklayabilirler? Cemil Bayık’ın, Türkiye’nin sırf IŞİD’le savaşıyorlar diye PKK’ya karşı harekete geçtiği iddiası, nasıl olur da bu tür bir editoryal destek bulabilir? İlk 27 Temmuz’da yazıp 10 Ağustos’ta tekrarladıklarını düşündüğümde, şahsen beni bütün bu yanlış bilgilendirme ve haberleştirmelerin kasıtlı olmadığına ikna etmelerinin çok zor olacağını ifade etmek isterim.
Kyrgios and Demirtaş
Now he, too, is perhaps a talented but not a very ethical and sportsmanlike type. Yet another immature, unripe watermelon, I would say. You cannot pin him down; he first says one thing and then switches to another, changing and evading and distorting all the time while also pleading that he has been misquoted. And unfortunately, he happens to be not in tennis but politics. Whatever is it that he stirs up is paid for in human lives.
Kyrgios ve Demirtaş
Bu da belki yetenekli ama pek ahlâklı ve sportmen bir tip değil doğrusu. Bir diğer ham ervah. Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Habire kıvırtıyor, habire değiştiriyor, “ben öyle demedim”lere baş vuruyor. Ve maalesef, tenis oynamıyor, politika yapıyor. Vukuatının bedeli insan hayatlarıyla ödeniyor.
Dulce et decorum est to be able to lie like the BBC
Ultimately, how on earth can the BBC not know or properly identify just when, how and why the truce has collapsed? How can they just quote the PKK view without at least mentioning the Turkish government’s position? How can they possibly offer such editorial support for Cemil Bayık’s assertion that Turkey is retaliating against the PKK simply because the PKK is fighting IS? Given what they wrote on 27th July and then repeated on 10th August, I for one am going to take a lot of persuading if I am to agree that such misinformation has not been deliberate.
Neleri geri almaya hazırım…
Kendimi bu kadar çıplak ve savunmasız kıldım. Kasım Voyvoda gibi, zırhımı çıkardım, kılıcımı attım, atımı kovaladım. Dev bir Jan Hobordanski çıkarın karşıma, kalın siyah zırhları içinde. Bakın, neler neler kazanacaksınız. Yeter ki, yeter ki, dün de sorduğum veçhile, PKK’nın savaş hedeflerinin neden benim öne sürdüklerim değil de bambaşka şeyler olduğunu, bana ve herkese, bütün kamuoyuna tane tane anlatıversin. Meydanda dikilip beklemeye devam ediyorum.
En basit soru: PKK’nın istediği tam nedir?
Sadece bir talepler platformu, lütfen. Bir de savaşla ilişkisi (yani neden bu hedeflere başka türlü varılamıyacağının, aksine savaşla varılabileceğinin gösterilmesi). Bu yapılsın, yeter. Her şeyi baştan düşüneceğim.
Bitirme tezi (olgun, yaratıcı, ahlâklı tarihçi)
Ayşe Hür, seçim kampanyası boyunca HDP’ye gelen bütün saldırıların hükümet ve/ya AKP’den geldiğini; Diyarbakır mitingini de gene AKP’nin bombaladığını; nihayet Suruç intihar saldırısının da AKP’nin işi olduğunu, kesin ve tartışılmaz bir gerçeklik sayıyor.
Kompozisyon ödevi (şerefli, tutarlı köşe yazarı)
Güya Selâhattin Demirtaş tutarsızmış da, kâh öyle kâh böyle konuşuyor ve sıkıyı görünce çok anî virajlar alıyormuş da, üstüne üstlük Tufan Türenç de tutarsızmış da, şimdi Türenç’in yanar dönerliği Demirtaş’ın yanar dönerliğini andırmıyor muymuş. Yuh artık. Nasıl bu kadar insafsız olunabilir?