AKP iktidara geldiğinde bir “kapalı kutu” olan ordu, bütün o sivilleşme çabalarına rağmen kapalı bir kutu olmayı sürdürmekle kalmayıp daha da içine kapanmış durumdadır. Öyle ki, bir zamanların “Genelkurmay gazetecileri” bile mevcut değil. “Yeni bir ordu" fikri etrafında konsolide olmuş ve artık yatışmış bir kurum görüntüsünün ima ettiği gerçekliğin ordunun ideolojik ve sosyolojik kılcallarında ne düzeyde geçerli olduğunun bilgisinden mahrumuz.
AB ülkeleri Türkiye’nin adaylığına son vermek veya müzakereleri sonlandırmak gibi zecri bir adım atmayacak, ilişkileri buzdolabında tutacak, normalde dört yıl sonra yapılacak gelecek seçimleri bekleyecek. Bu arada iktidarımızın sürdürdüğü dış politika neticesinde ülkemizin gururla öne sürdüğü stratejik öneminin de pek kalmadığı, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, hatta Kıbrıs’ın bize alternatif teşkil ettiği söylenebilir. Hatta bu ilk üç ülkede kurulan NATO üsleriyle tarihte ilk defa Boğazların önemi azalmış onlara da alternatif bir kara koridoru kurulmuştur. Bu da hayli düşündürücüdür.
Türkiye’de iktidarların ortak vasıflarından biri de suni korkular yaratarak destekçilerini siyasal olarak alıklaştırmak, böylece onların tercihlerini sabitlemektir. Toplumu korkular üzerinden cemaatlere-kutuplara ayrıştırmak iktidarların birbirlerinden devraldığı bir siyasal tutum; tıpkı nöbetleşe zorbalık gibi… Askeri vesayet rejimi, AK Parti’nin ilk yıllarında milliyetçilerin ve ulusalcıların ürettiği “Hıristiyan misyonerler Türkiye’yi Hıristiyanlaştırıyor” korkusunu bu amaçla sahiplendi ve bu korku üzerinden çok ciddi bir mobilizasyon yarattı. Amaç Türkiye'de “dini gericiliğin” yükselmekte olduğu, “Hıristiyan düşmanlığının” alıp başını gittiği yönünde bir algı yaratmak ve bu yolla Batı'yla AK Parti arasındaki mesafeyi açmaktı.
Yıldıray Oğur’un “Denizli Hadisesi” (Serbestiyet, 20 Nisan) yazısındaki karşılaştırmayı genişletmek ve akademik bir çerçeveye oturtmak için yazıyorum. Evet, hepsi birbirine benzer aslında. Üstelik tek bir açıdan değil; birçok bakımdan. Bu noktada hemen uyarayım: Milliyetçi başkadır, tarihçi başka (veya: bilim ve meslek ahlâkı açısından başka olmak zorundadır). Çağdaş tarihçilik açısından, bütün devletler kan ve şiddet içinde doğar. Leyleğin getirdiği “temiz ve masum devlet” diye bir şey yoktur. Bütün kurtuluş ve bağımsızlık örgütleri hem (kendileri açısından) aynı derecede iyi, hem (“ötekiler” açısından) aynı derecede kötü sayılır.
Tabelaların yasaklanması ve cezai işlemlerin uygulanması CHP’de yeni ve kökleri olmayan bir durum mu? Partinin öncesine bakarsak değil. Aynı gelenek ellerinde daha fazla yetki olduğu geçmişte “Vatandaş Türkçe Konuş” uygulamasıyla Türkçe konuşmayan vatandaşlara cezalar vermişti. Bu tabela mevzusu bir bakıma bu geleneğin anlayışında bir değişimin olmadığını veya hiç değilse geçmiş ve bugün arasında can sıkıcı bir uyumu yansıtıyor. Böylesi güçlü bir partinin insan haklarına ve onuruna aykırı bir uygulamanın arkasında olması ise Türkiye’nin geleceği açısından üstünde uzun uzun düşünülmesi gereken bir sorunu ifade ediyor.