Bu tür olaylardan sonra en hızlı dolaşıma giren cümle genellikle aynıdır, hiç değişmez. Yanlıştır denir ama ardından hemen bir uyarı gelir: “Körüklemeyelim.” Bu çağrı ilk bakışta sağduyulu görünür, gerilimi düşürmeyi, tansiyonu artırmamayı önerir. Oysa dikkatle bakıldığında bu cümlenin yönü şaşırtıcıdır. Yanlışı yapanı değil, yanlışa tepki göstereni hedef alır, terbiye edilmesi gereken bir özne yaratır karşısında.
Mehmet Akif, bütün hayat boyunca Asım’ın neslini hayal etti.
Türkiye’de İslamcılar onun nesli olduklarını iddia ettiler. Hatta bazıları çocuklarına onun adını verdi.
Ama bir yüzyıl sonra onun tam adını Google’yınca çıkanlarla, onun yaşadıkları arasında uçurumlar var.
İnşallah ikincisi de aklanır ve Mehmet Akif adının üzerindeki gölge kalkar. Yeni nesiller de çocuklarına bu adı verirken düşünmezler.
100 yılda iki Mehmet Akif arasındaki büyük uçurumun nasıl oluştuğu sorusunun cevabı bir yüzyıllık modernleşme hikayemiz de aslında.
İtalyanlar ve İspanyollar bizim dizilerimizi ana akım kanallarda, bazen adeta bir milli spor gibi izlerken, bizim onların ödüllü işlerini ancak dijital platformların kuytu köşelerinde bulabilmemiz, gerçekten tuhaf. Onlar bizim “bakışmalarımız”la akşamı ederken, biz onların mega hit'lerini 1.5 hızda tüketip bir sonraki içeriğe saldırıyoruz. Bu durum, bir kültürel alışverişten ziyade, bir tarafın sindire sindire yemek yerken, diğer tarafın dijital bakkal rafından beslenmesine benzetilebilir.
İtalyan şair, yazar Boccaccio, 650 yıl önce bugün, 21 Aralık 1375’de öldü. Geride bin sayfayı geçen başyapıtı Decameron’u bıraktı. Lâkin “soylu yedi kadınla üç erkeğin anlattığı” 100 hikâyeden oluşan kitabı yüzyıllardır başa -kara- belâ! Öyküleri insanla çok fazla -cinsi- münasebetli olduğu için feci münasebetsiz zira! Üstelik ta Ortaçağ’da kral, makam, din, aile, izdivaç filan da tanımıyor. Onun usta elinden çıkan “Ortaçağ magazini”nde, tehlikeli masallarında gezinirken aklımdaki zehir zemberek soru ise “Bugün yaşasaydı?..”
Toplumumuzda hukuk, siyasetin bir alt dalı gibi görülüyorsa eğer bunun nedeni iktidarın, gölgesi olmayan bir güç gibi görülmesidir. Oysa bütün iktidarların gölgesi vardır ve o, hukuktur. Yanımızdan hiç ayrılmayan, arkamızdaki takipçimizdir. Burada bir altlık-üstlük ilişkisi anlamlı değildir. Toplum, hukukla siyaset üzerinden ilişki kurduğu için hukuk da toplumla aynı şekilde ilişkilenmektedir. Bağımsız bir ilişki için toplumun siyasetle bağımsız bir ilişki kurması elzemdir ve bunun yolu henüz kat edilmemiştir.