Yılmaz Özdil’in 9 Eylül’de Sözcü gazetesinde bir tam sayfaya yayılan köşe yazısını okurken, İpek Çalışlar’ın Latife Hanım kitabını tekrar okuyormuşsunuz gibi bir deja vu hissine kapılmamanız elde değil.
Ortada çok ciddi bir durum var ama bir takım grupların yaptığı gibi meseleye ideolojik bir karşıtlık üzerinden yaklaşarak, ‘kapatılsın bu şer yuvaları!’ demek çok kolay da, gerçekçi değil… Gerçekçi olsaydı, 30 Kasım 1925’te çıkarılan kanunla tekke, türbe ve zaviyelerin toptan kapatıldığı dönemden itibaren geçen 20-30 yıl içinde tarikatların ortadan kalkmış olması gerekirdi.
2010’un YAE’çilerini haşin bir dille mahkûm edenler, bugün Cumhur İttifakı’na karşı -farkında olarak ya da olmayarak- YAE’çi bir pozisyona tutunmuş durumdalar. Bilhassa 2019 yerel seçimlerini YAE’in bir zaferi olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Umarım döne döne YAE’çileri dövmeyi milli spor haline getirenler de bunu görür ve hayatın kendilerini de bir YAE’çi yaptığını kendilerine itiraf edebilirler.
Sonuç olarak “domino teorisi” korkusu, ABD ve adamlarını harekete geçirdi. Türkiye kamp değiştirmedi ama militarist bir yönetim kuruldu. Darbenin ardından siyasi partiler kapatıldı. Gazeteler susturuldu. Sivil hayat postallarla ezildi. Onlarca insan idam edildi.
Dört mevsimi sadece çocuklar, deli-kanlar, uzun uzadıya, tadıyla, hakkıyla yaşar ya... Hafızasının mevsimleri, ilkbaharı, sonbaharı da, o zamana ayarlı. O nedenle o zamanı korumanın, zamanı yine orada durdurmanın derdinde…